Güller Savaşı (War of Roses), İngiliz tarihinde 1455-1485 yılları arasında gerçekleşen bir iç savaştır. Savaşa bu ismin verilmesinin nedeni, savaşan iki hanedandan York’un armasının beyaz gül, Lancaster’ın armasınınsa kırmızı gül olması.

İngiliz kraliyet tarihiyle alakalı merkezine kadınları koyarak yazdığı romanlarla tanınan Philippa Gregory, bu savaşı konu alan bir dizi roman da yazdı. Bu roman serisinin savaşı farklı kadınların gözünden ve açılardan anlatan üç kitabı (The White Queen, The Red Queen, The Kingmaker’s Daughter) mini dizi olarak uyarlanmış ve The White Queen 2013’te izleyici karşısına gelmişti. 10 bölüm süren dizi, BBC ve Starz kanallarında yayınlanmıştı.

Philippa Gregory’nin yazdığı serideki kitaplardan bir diğeri olan The White Princess ise savaşın bitişinden itibaren yaşananları konu alan bir kitap. The White Queen‘den memnun kalan Starz, bu kitabın uyarlamasına da mini dizi olarak yayınlamak üzere onay verdi ve sezonu ‘sekiz’ bölüm sürecek dizi Nisan ayında hayatımıza dahil oldu.

The White Queen‘in senaristi Emma Frost projeye geri dönmüş olsa da orijinal dizideki herhangi bir oyuncu dönmemiş, yeni bir kadroyla devam edilmiştir.

The White Princess‘in hikayesi The White Queen‘in bitişinin birkaç gün sonrasında başlıyor. Ana karakterlerin önemli bir kısmı da bu dizide varlığını koruduğundan elimizde aslında bir devam dizisi var.

Ancak bu diziyi izlemek için The White Queen‘i izlemeye pek gerek yok. Dizinin özellikle ilk bölümündeki sahneler ve bazı diyaloglar önceki diziyle alakalı zaten bilgi sağlıyor. Biraz aşağıda zaten ben de gerekli kısımlardan bahsedeceğim. Fakat bir bütün halinde takip etmek isteyenler için diğer diziyi de kesinlikle öneririm. The White Queen‘i izlemeyi planlayanlar direkt olarak Konusu kısmına geçebilirler, iki bölümü buna uygun olarak yazdım.

The White Queen

Yıllar önce Güller Savaşı çıktığında Lancaster’a karşı isyan eden York hanedanı savaşı kazanmış, iç isyanlarla çok şey karışsa da tahtı korumayı başarmışlardır. The White Queen‘in başlarında tahta yeni geçen Edward, Elizabeth ile tanışmış ve birbirine aşık olan ikili evlenmişlerdi.

Edward dizinin ilerleyen bölümlerinden birinde öldüğünde bu evlilikten arkasında sağ iki erkek varis kaldı. Ancak henüz reşit olmayan varisler sebebiyle tahtı kardeşi Richard yönetmeye başladı ve tabir-i caizse darbe yaptığı söylenebilir. Elizabeth’in iki oğlunu da kuleye kapatmak istemiş, Elizabeth ikincisini Richard’a kaptırmaktansa hizmetçiyle değiştirerek kuleye başkasını göndermiştir. Gerçek tarihe göre kuledeki iki çocuktan bir daha haber alınamamıştır ve III. Richard’ın ya da bir başkasının öldürttüğü düşünülmektedir.

Philippa Gregory bu kısımda kurguya kaçarak çocuklardan birisinin değiştirildiğini yazmış, dizi de bu duruma sadık şekilde uyarlanmıştır. Ayrıca Beyaz Kraliçe olarak adlandırılan Elizabeth’in genç kızı Elizabeth, ‘amcası’ III. Richard ile ilişki yaşamaya başlamıştır. Richard’a karşı taraflardan birisi olan Kraliçe Elizabeth ise Richard’a karşı ayaklanan ve Lancester’ın devamı sayılan Tudor tarafıyla bir anlaşma yapmış, Henry Tudor ile Elizabeth sözlenmiştir.

Bu durum York tarafı devrilse bile evlilik bağı üzerinden iki taraf arasındaki huzuru sağlamaya katkı olarak ve Elizabeth ile kızlarının geleceğini garantiye alma olarak görülmüştür.

Elizabeth (The White Queen) ve Margaret (The Red Queen)

Konusu

York ve Tudor arasındaki savaş nihayet bitmiş, savaşı Tudor tarafı kazanmış ve III. Richard öldürülmüştür. Yıllardır sürgünde olan Henry Tudor ya da tarihteki bilindik ismiyle VII. Henry, hakkı olduğunu iddia ettiği tahta nihayet kavuşmuştur. Annesi Margaret’ın bitmek bilmeyen duaları ise kabul olmuştur.

Ancak Henry tahtı kazanmış olsa da henüz her şey bitmiş değildir. Bulunduğu konumu sağlamlaştırmalı, kendisine sadık olanları belirlemeli ve kendisine karşı isyan çıkmasına fırsat vermemelidir.  Bunun yollarından birisi de elbette evlilikten geçmektedir. Aslında Henry’nin kiminle evleneceği daha savaş bitmeden belirlenmiştir: York’lu Prenses Elizabeth.

İngiliz kraliyetinde en bol olan şey isim olduğundan bu dizide üç Elizabeth, üç Margaret, iki Henry var mesela. Vakti zamanında Richard, erkek yeğenlerinin taht hakkını gasp etmiş, bir diğer ‘yeğeni’ Elizabeth ile aşk yaşamaya bile başlamıştır. Henry ve Elizabeth de savaş sonrasında kendilerini pek niyetli olmadıkları bir evliliğin içinde buluyorlar. Zira ne Henry Elizabeth’in York’lu olmasından ve şöhretinden memnundur, ne de Elizabeth sevdiği adamı öldüren hiç tanımadığı bir adamla evlenecek olmaktan…

Böylece entrikalı ve karmaşık bir dönemin içine adım atmış oluyoruz. Elizabeth, sevdiği adamın intikamını ve eskiden ailesinin olan tahtı geri almak için yemin ediyor. Bu yolda kendi annesi Elizabeth de boş durmuyor. Henry, Henry’nin ağzından dini düşürmeyen annesi Margaret veya amcası Jasper gibi ona sadık isimlerse konumlarını korumak için ne gerekiyorsa onu yapmanın peşindeler.

Tabii bir de her şeyin ortasında olmazsa olmaz, doğmaya yüz tutan yeni bir aşk var. Bilin bakalım kimlerin aşkı?

Elizabeth (Jodie Comer) ve Henry VII (Jacob Collins-Levy)

Nasılı ve Dahası

The White Queen, benim vakti zamanında severek izlediğim bir dizi olmuştu. Hatta serinin uyarlandığı üç romandan ikisini (The White Queen, The Red Queen) önceden zaten okuduğum için de merakla beklemiştim ve fotokopi misali bir uyarlama karşımıza gelmişti.

Beyaz Prenses kitabı da kitapçı raflarına geleli çok olmadı aslında ama dizinin uyarlanacağı haberi gelince bu sefer uzak durmayı tercih ettim. The White Queen‘i ve yaşanmış tarihi bilmekten dolayı genel olarak konuşursam bu dizinin kötü bir uyarlama olmadığını düşünüyorum. İlk başta oyuncu farklılığından dolayı The White Queen (Elizabeth) ve The Red Queen (Margaret) ikilisini biraz garipsesem de giderek alışmaya başladım. Bilmeyen için zaten sorun olmaz.

Lizzie ismiyle hitap edilen Beyaz Prenses Elizabeth’i canlandıran Jodie Comer ise zaten sevdiğim ve birçok kez izlediğim genç bir oyuncu. Kadronun da genel olarak iyi toparlandığı, döneminse iyi yansıtıldığı kanısındayım.

Dizide Henry-Lizzie ikilisi arasındaki dinamik dışında iki anne de kendisine yeterince sahne buluyor. Çünkü The White Queen‘de olduğu gibi anlaşmalar, anlaşmazlıklar, savaş ve hatta biraz büyü konuları da diziden eksik olmamakta. Bu nedenle dönem dizilerinden ziyade merkezinde kraliyet olan tarihi dizileri sevenlerin ilgisini daha çok çekebileceğini düşünüyorum bu dizinin.

The White Princess‘te durum genel olarak böyle efendim. İyi seyirler.

Not: Diziyle ilgili daha önce bu yazının altında yorum yapılıyordu.

Fragman