Derleme: Reality Şov Vereyim mi Abime?
21 yorum aytackara 10 Haziran 2024 08:45
Ekim 2015’te @ozgun14 sağ olsun, siteye yarışma şovlarından bir derleme yazısı kazandırmıştı. ABD’de yayınlanan ve ismen bilinen, kimisinin yerli versiyonları bizim TV’de kendine yer bulan yapımları bir araya getiren o yazıdaki yarışmalar/şovlar önemli ölçüde halen ekranda hatta. Sonrasında Love is Blind, Too Hot to Handle, The Ultimatum, Queer Eye, The Traitors veya RuPaul’s Drag Race gibi bazı yapımların kendi tanıtımları da çıktı sitede.
Yerli ve yabancı dizilerle birlikte zaman içinde hatırı sayılabilir bir reality şov/yarışma izleyicisi haline de gelince, ben de “kendi” izlediğim yapımlardan derleme bir yazı toparlayayım, yorumların dışında da kısaca adları geçer ve diğerine bir yan yazı olur dedim.
* The Devil’s Plan (Şeytanın Aklına Gelmez)
Netflix’te yayınlanan, Kore yapımı bir oyun şovu. 2023’te 12 bölümlük ilk sezonuyla ekrana geldi, 2. sezon onayı da var. Bölümler 60-75 dk. bandında olduğu için herkese direkt tavsiye edemesem dahi bayağı beğendiğimi ekleyeyim gelmişken.
Şovda strateji ve zekâ üzerine oyunlar var. Yeri geldi mi 1 (bir) sayfa kural listesi açıklıyorlar resmen. Ama yarışmacılar oynamaya başlayınca gerisi geliyor, takip etmesi zor değil. Aktör, şarkıcı, sunucu, avukat, doktor, Esports oyuncusu vs. dahil yarı-celebrity bir kadrosu varmış ilk sezonun. İlk sezonda toplamda bir haftalığına aynı komplekste yaşaması gerekti son 2’nin.
1 parçayla (piece) başlıyorlar ve oyunlara göre parça kazanıp kaybediyorlar, hiç kalmadığı takdirde eleniyorlar. Oyun gereği bazen ittifak kurmaları da gerekiyor tabii. Her ana oyundan sonra en az parçası olan iki kişiyi bir gece hapis dedikleri yerde misafir ediyorlar, sonrasında bir ödül oyunu da oynayarak finalde kazanacakları toplam parayı artırmayı hedefliyorlar. Parçası bitip elenenlerin ardından nihayetinde sona kalan kişi toplam ödülün sahibi oluyor.
* The Floor
Orijinali Hollanda yapımı olan bir oyun şovu. Ben Rob Lowe’un sunucusu olduğu, FOX’ta yayınlanan Amerikan versiyonunu izledim. İlk sezonuyla ekrana geldi ve gördüğü ilgiden sonra 2. ve 3. sezon için onay aldı. Türkiye versiyonu ise 13 Haziran’da ATV’de Oktay Kaynarca’nın sunuculuğunda (“Alan“) başlayacak.
10×10 ya da ABD versiyonundaki gibi 9×9 kare bir alan var elimizde. Dolayısıyla 81 veya 100 yarışmacı birer karede kendilerine yer buluyor. Bu yarışmacılar arasından rastgele seçilen bir kişi komşusu olan bir kişiyi meydan okuma için seçiyor. Her yarışmacının üstlendiği, güya uzmanı olduğu bir genel kültür kategorisi var. Meydan “okunan” kişinin kategorisi üzerinden 45 saniyelik – hızlı ve basit bir bilgi düellosuna giriyorlar. Süre bittiğinde sıra kimde kaldıysa o kaybediyor.
Kazanan kaybedenin alanına da çöküyor. Ardından devam ederek başka bir komşuyu seçmek veya yerine geçip yeni bir seçim yapılmasını istemek ona kalmış. Her bölümde yaklaşık 7-8 düello görüyoruz. Bölümlerin sonunda en fazla alana sahip kişi de ödül kazanıyor. ABD’de bölümlük ödül 20,000 $, asıl ödül 250,000 $. Türkiye’de (orijinaldeki gibi 10×10 = 100 kişi) bölümlük ödül 100,000 TL, asıl ödül 1,000,000 TL.
* The Fortune Hotel
İngiltere’de ITV/ITVX’in yayınladığı bir yarışma programı. Sunuculuğunu Stephen Mangan üstleniyor. 8 bölümlük ilk sezonunu yakın bir zaman önce tamamladı.
Evli, sevgili, iş arkadaşı, yakın arkadaş veya aynı aileden vs. dahil 10 çift var elimizde. Büyük ödül 250,000 £’u kazanmak üzere lüks bir otele geliyorlar. Geldiklerinde birbirinin eşi çantalardan birer tane rastgele seçiyorlar. Bunların sekizinde sahte ağırlık, birinde ‘erken çıkış kartı’, sonuncusunda ise gerçek para ödülü var.
Yarışmanın temel amacı para dolu çantanın kimde olduğunu bulmak ve çantayı kendinde muhafaza etmek. Bölümlerde çeşitli oyunlar oynanıyor ve bunlardaki performanslara göre bir sıralama çıkıyor. Sonrasında herkes bir araya geldiğinde sonuncu çiftin çanta değiştirme zorunluluğu bulunuyor. Diğerleri isterlerse çantalarını kendilerinde tutmaya devam edebiliyorlar.
Aşağıdan yukarıya ilerleyen sıralama sonunda kartın olduğu çanta kimdeyse o eleniyor. Para dolu çantaya sahip çift eleme kartını alacak yeni çifti belirliyor ve sonraki döngüye geçiliyor. Böylece en nihayetinde para dolu çantayla sona kalan çift de oyunun galibi ve paranın sahibi oluyor.
* Top Chef
ABD’de NBCUniversal’a bağlı kablolu kanal Bravo’da 2006’dan beri yayınlanan bir yemek yarışması programı. Kısa bir süre önce 21. sezonunu tamamladı.
Ağırlıklı olarak amatör şeflerin yarıştığı Masterchef‘ten farklı olarak belli bir kariyeri olan, kimisi kendi restoranını yöneten (profesyonel) şeflerin yarıştığı bir şov. Ayrıca “fine-dining” de diyebileceğimiz daha üst seviye yemekleri veya meydan okumaları sunuyorlar.
Yarışmacıların kamera arkasında, kaldıkları komplekste yaşadıkları bazı anlar da bölümlerin içinde gösteriliyor. Her sezonu genelde farklı bir şehirde geçen şovun prodüksiyonunun daha geniş çaplı, daha sıcak, “zengin” ve maliyetli olduğu da hissediliyor dolayısıyla. Ayrıca elenen yarışmacılar arasında arka planda yapılan düellolar sonucu her sezon takriben iki kişi dönme şansı da bulabiliyor.
Zamanla uluslararası versiyonlarının yanı sıra Masters, Just Desserts, Junior, Amateurs ve Family Style gibi uzantıları da çıkmış. Ben 19. sezonuyla birlikte izlemeye başladım. 20. sezonu diğer ülkelerin yarışmacılarının da bir araya geldiği, Londra’da geçen bir “All Stars” sezonuydu hatta.
* Bonus: The Mole
The Mole, Belçika yapımı De Mol adlı bir formatın Amerikan versiyonu. 2001-2008 arası beş sezon ABC’de ekrana gelmiş. Netflix hayata döndürerek 2022’de yeni sezonuyla ekrana getirdi. Aslında 6. sezon olsa da platformda sadece kendi sezonu olduğu için ilk sezon olarak da düşünebiliriz herhalde. 28 Haziran’da 2. sezonuyla ekranda olacak. İkinci sezona fikren de olsa niyetli olduğumdan hiç değilse bahsi geçsin istedim.
Şov, yarışmacıların bir grup olarak çalışarak sonunda sadece birinin kazanacağı bir potaya para ekledikleri bir yarışma. Yarışmacılar arasında yapımcılar tarafından gizlice “Köstebek” olarak atanan ve grubun para kazanma çabalarını sabote etmekle görevlendirilen bir kişi var. Her bölümün sonunda, çoktan seçmeli bir testin sonuçlarına göre köstebek hakkında en az şey bilen yarışmacı oyundan eleniyor. Ayakta kalan son yarışmacı oyunu ve potadaki parayı kazanıyor. İlk sezonda sunuculuğu Alex Wagner üstlenmiş, ikinci sezonda yerine Ari Shapiro gelmiş.
* Bonus: The Masked Singer
Esasında Güney Kore merkezli bir şarkı yarışması formatı ve dünya genelinde çoğunlukla ABD versiyonuyla ses getiriyor. ABD versiyonu Ocak 2019’da başladı ve geçenlerde 11. sezonunu tamamladı. Nick Cannon sunuyor, jürisinde halihazırda Ken Jeong, Jenny McCarthy Wahlberg, Nicole Scherzinger ve Robin Thicke yer alıyor.Değişik alanlarda tanınırlığı olan bir grup isim, çeşitli kostümler/maskeler altında kimliklerini gizleyerek sahnede ve izleyici/jüri önünde performans sergiliyorlar. Bir yandan da kimliklerine dair bazı ipuçları veriliyor bölümler ilerledikçe. Jüriler de bunlardan yola çıkarak yarışmacıların kim olduklarını tahmin etmeye çalışıyorlar hatta. Bölümlerdeki performanslar stüdyo izleyicisi dahil oylamaya sunuluyor ve en az oy alan kişi nihayetinde maskesini çıkarıyor. Sonuna kadar giden kişi ise haliyle sezonun galibi oluyor.
Türkiye’de “Maske Kimsin Sen?” adıyla yerli versiyonu çıktı, ben de birazını izlemiştim… Şimdiki adıyla NOW, eski adıyla FOX Türkiye’de 1 Ocak 2022 itibarıyla ekrana geldi. Ancak kostümlerin çağrıştırdıkları (?) nedeniyle kimilerince tepki çeken yarışmanın reytingleri zamanla düşünce, Medyapım’ın patronu Fatih Aksoy şovu erken finalle noktalamaya karar verdi. 9 bölüm süren sezonun sunuculuğunu Tansel Öngel, jüriliğini Eda Ece, Melis Sezen, Alican Yücesoy ve Doğu Demirkol, müzik direktörlüğünü ise Metin Özülkü yaptı.
* FBoy Island/Lovers and Liars
FBoy Island, MAX’in ya da o dönemki adıyla HBO Max’in flört şovu denemesi olarak 2021’de başladı. Komedyen/oyuncu Nikki Glaser sunuyor. 2. sezonun ardından, o dönem Warner Bros./Discovery birleşmesi nedeniyle içerik konusunda yeniden yapılandırmaya giden platform, şovu devam ettirmemeye karar verdi. Bunun üzerine The CW aldı ve 3. sezonu ekrana getirdi. Ayrıca daha önce duyurulan yan şov “FGirl Island”ı yayınlayacağını da açıkladı.
Şov, yayın öncesi isim değiştirerek Lovers and Liars oldu. İlk sezonuyla yakın bir zaman önce ekrana geldi. FBoy Island‘ın 4. sezonla devam edip etmeyeceği bu yazı itibarıyla tam belli değil ama Lovers and Liars‘ın reytinglerinden pek memnun kalmayınca sezonun ortasında yayından çekip kalanını internet sitesinden yayınladı.
FBoy Island’ın merkezinde üç kadın ve belli sayıda erkek, Lovers and Liars’ın merkezinde ise üç erkek ve belli sayıda kadın yarışmacı var. Devamı aynı çapta ilerliyor. Gelenlerin yarısı “Nice Guy/Nice Girl”, yani bir ilişki/bağlanma peşindeler (güya/en azından) diğer yarısı ise “FBoy/FGirl”, yani paranın peşindeler. Merkez üçlümüz bölümler boyunca onlarla flört ediyorlar ve her bölümde FBoy/FGirl olduklarına kanaat getirdikleri birer kişiyi seçerek eliyorlar. Elenen kişi sonda kimliğini de açıklıyor.
Hatta sezonun bir noktasında kalanların asıl kimliklerini açıklayarak yola bu şekilde devam ettiği de olabiliyor. Merkez üçlünün ve herkesin baştan bildiği ise şu, eğer finalde ilerisi için seçtiğiniz kişi “Nice Guy/Nice Girl” olursa parayı bölüşüyorsunuz. “FBoy/FGirl” çıkarsa veya siz bilerek onunla beraber olmak istiyorsanız parayı bölüşüp bölüşmemek onun kararı alıyor. Ödül her çift için 100,000 $.
* 12 Dates of Christmas
MAX’in halen HBO Max olduğu dönemde başlayan bir flört şovu de bu oldu. İki sezon (2020-2021) süren yarışma, şirket birleşmesi sonrası gelen tartışmalı içerik katliamı sırasında vazgeçilen ve devamı istenmeyen yapımlardan oldu.
Adıyla mümessil, Noel’in yaklaştığı bir dönemde bir kalede bir araya gelen bir grubu merkezine alıyor. Merkezde aşkı arayan üç bekâr var yine. Bu sefer farklı cinsiyetlerden/cinsel yönelimlerden kişiler bir araya getirilmiş durumda. Yani iki sezonda da birer eşcinsel erkek de vardı mesela. Natasha Rothwell iki sezonda da dış ses olarak yer alıyor ve yaşananları yorumluyor. Gerisi aşağı yukarı yine bildiğimiz gibi…
Hepsi kaleye gelmiş kişilerle flört ediyorlar ve “date” dediğimiz buluşmalara çıkıyor, bu sırada olanları yorumlayıp birbirlerine çeşitli tavsiyelerde bulunuyorlar, bölüm sonlarında birer kişiyle devam etMEme kararı da alıyorlar. Bazen yeni kişilerle sezona takviye yapıldığı da oluyor. Derken sezon finaline kalanlardan bir kişiyle (üç ilişki için de karşılıklı bu karar) devam edip etmeyeceklerine karar veriyorlar.
* Patti Stanger: The Matchmaker
Satın almadan beri ‘farklı ufuklara’ yelken açan The CW’nun ekrana getirdiği bir diğer flört şovu bu oldu. Bu sefer elimizde “çöpçatanlık” yapılan bir yapım var. Patti Stanger bu alanda çalışan bir isim, hatta bu tarzdaki ilk şovu değilmiş bu. Kendisine The Bachelor ailesinin şovlarıyla bilinen (+ilişki uzmanlığı da yapan podcaster) Nick Viall eşlik ediyor. 10 bölümlük sezonu çok yakın bir zaman önce tamamlandı.
Bölümlerde Patti’ye çöpçatanlık yapması için gelen en az iki kişiyi görüyoruz. Patti ve Nick onlara en uygun olabilecek kişiyi ayarlayarak ilk buluşmaya çıkmasını sağlıyorlar. Bunun öncesinde o kişinin ilişki geçmişine eğildikleri, nasıl biriyle birlikte olmak istediğine dair sohbet ettikleri, gerekirse güven aşıladıkları veya buluşma öncesi neler yapması gerektiğine dair ufak ipuçları verdikleri olabiliyor. Ayarladıkları buluşmalardan parçalar da görüyoruz, sonrasında değerlendirmesini yaptıklarını da.
Bunların arasında Patti’nin yeni bir ilişki üzerine veya modern zamanda flört dinamikleriyle ilgili görüşlerini/saptamalarını, tabiri caizse iş deneyimlerini aktarmasını da izliyoruz. Bölüm sonunda ise onlara gelen kişilerin hayatlarındaki sıradaki adımlarla ilgili son duruma yer veriliyor.
Not: Yazıyı tavsiyeden ziyade derleme amacıyla yazdım aslında ama bu noktada ne olur ne olmaz diye bahsedeyim, bu yazıdaki en tavsiye OLMAYAN yapım bu. Patti’nin ilişki değil de manken gibi bir kadınla gecelik kaçamak istermişçesine davranan (öküz burcu) bir erkeği kapının önüne koyması gibi iyi anları olsa da “buna kadar” da değil.
Bu ikili ise BBC’de ekrana geldi/geliyor. LGBTQ+ kişilere yönelik bir flört şovu elimizde; I Kissed a Boy‘da gay erkekler, I Kissed a Girl‘de ise gay kadınlar yer alıyor.
Başlangıçtaki kadro belli bir süre birbirini tanıdıktan sonra bir öpüşme eşliğinde birbirlerini seçerek çiftlere ayrılıyor ve flört etmeye başlıyorlar. Belli aralıklarla karar akşamlarına (kiss off) geçiliyor ve bu şekilde ilerleniyor. Bu sırada sırtlarını birbirine dönen çiftler diğeriyle devam etmek istiyorsa arkasını dönüyor. İkisi de dönerse sonraki hafta ilişkilerine devam ediyorlar. Birisi veya ikisi dönmediği takdirde çift olma durumları orada sona eriyor. Gecenin sonunda boşta kalan veya kalanlar veda ediyor. Yer yer yeni yarışmacıların katılarak ekibin genişletildiği de oluyor.
İkisi de şimdiye kadar ilk sezonlarıyla ekrana geldiler. Hatta I Kissed a Girl‘ün sezonu bu yazıdan yalnızca birkaç gün önce sona erdi. I Kissed a Boy‘un 2. sezonu da gelecek. İki şovun da sezondaki son bölümleri ‘reunion’, yani son adımda birbiriyle devam etmeye karar veren çiftlerin ilişkilerinin son durumunu da öğreniyoruz. İki şovu da Dannii Minogue sunuyor ve Layton Williams seslendiriyor.
* Perfect Match
Yayınladığı reality şovlarla resmen kendi evrenini oluşturan Netflix, bunu kullanmaktan da geri durmadı. Perfect Match, Netflix’in ağırlıkla diğer flört şovları olmak üzere reality yapımlarında yer almış isimleri karıştırıp bir araya getiren ayrı bir flört programı. 7 Haziran’da 2. sezonuyla geri döndü. Love is Blind’ın yapım şirketi hazırlıyor, onu sunan isimlerden Nick Lachey tek başına bunu da sunuyor.
Tropik bir villaya gelen yarışmacılar belli bir süre birbirini tanıdıktan sonra çift oluyorlar. Devamında kendi aralarındaki ufak “uyumluluk” yarışmalarıyla avantaj kazanmaya ve birbirlerini tanımaya çalışıyorlar. Böylece kendileri için randevu kazanabilecekleri gibi oyuna dahil olacak iki yeni bekârı seçebiliyorlar, hatta onlara evdeki diğer kişilerle (veya kendileriyle) yeni randevular ayarlayabiliyorlar.
Her gecenin/bölümün sonunda katılımcılar kendilerini yeniden eşleştiriyor. Kendi sevgilinle de devam edebilirsin, yeni/farklı birisiyle de. Gece tamamlandığında artık bir eşi olmayan herkes villadan ayrılıyor. Sezon bittiğinde ise genelde yarışmacılar arasında yapılan bir oylamayla aralarından bir çift “Perfect Match” seçiliyor.
Dedim ki neden olmasın? Bu kadar yazmışken aşk ve meşk kısmına da 2-3 bonus yapım eklemek istiyorum. İkisi de aslında isimden tanıtımını yapıyor üstelik.
MILF Manor‘da 40-60 yaş arası bir grup bekâr kadın, kendisinden genç erkeklerle flört ediyor. TLC’de yayınlanan şovun Nisan sonunda başlayan 2. sezonu tamamlanmak üzere. Tabii ABD için konuşuyorum, bu şovu Türkiye sınırlarına getirmemişler gibi de duruyor…
LGBTQ+ odaklı yayın politikası yürüten, Kanada merkezli bir televizyon ağır olan OUTtv’de yayınlanan For the Love of DILFS ise 2. sezonunu geride bırakmış bir yapım. Donald Trump’la olan münasebeti sonrası ünlü olan Stormy Daniels şovun sunuculuğunu üstleniyor.
İlişki danışmanı olarak yer alan Daniels, “Daddies” ve “Himbos” olarak ayrılan iki grup eşcinsel erkeğin aşkı bulmak ve ilişkilerine 10.000 $’lık bir yatırım kazanmak için yarışmalarına yardımcı oluyor. “Daddies” derken kendine güvenen, olgun ve neyin nasıl yapıldığını göstermeye hazır erkekler kastedilirken “Himbolar” seksi, eğlenceli ve size iyi vakit geçirtmeye hazır erkekler olarak tanımlanıyor.
* Bonus: Love Island
Flört yarışmalarının “günlük dizi versiyonu” olarak tanımladığım Love Island, bir İngiliz formatı. 2015’te ITV2’de yayınlanmaya başlamış. Aslında 2005-2006 dönemi iki sezon süren ve ünlülerin yer aldığı bir formatın diriltilmiş bir haliymiş. Günlük dizi yakıştırması yapmamın sebebi, haftanın 6 günü yayınlanıyor olması. TV8’in Survivor veya Masterchef yayınlaması gibi, Cumartesi hariç bölüm yayınlıyorlar. 11. sezonu 3 Haziran’da başlamış.
ABD dahil birçok ülkeye yayılmış durumda. Love Island USA‘nin ABD-Kanada’da ilk üç sezonunu CBS-CTV yayınladı, 4. sezondan beri Peacock-Crave ekrana getiriyor. Yakında 6. sezonuyla dönecek. Aslında GAİN’de, ta Şubat ayında “Aşk Adası” adı altında bir flört yarışması yayınlanacağı yansıdı medyaya. Saba Tümer sunucusu şovun. Direkt söylenmese de isminden de dolayı yerli versiyonu olduğu da konuşuldu ve bir tanıtım da çıktı. RTÜK ise peşi sıra ön inceleme başlattığını açıkladı. O zamandan beri şovla ilgili yeni bir haber gelmiş değil. Dolayısıyla olası bir yerli versiyonumuz var diyemesem de böyle bir şey gelebilir veya yoldan dönmüş olabilir.
Love Island‘da dış dünyadan izole lüks bir villada yaşayan bir grup yarışmacı, ilk günkü izlenimlerine dayanarak çift olmaya karar veriyorlar. Amaçları aslında villada olabildiğince kalmak. Bunun için de aşk, arkadaşlık veya sadece para amacıyla başka bir yarışmacıyla eşleşmek zorundalar. Her hafta bir “yeniden çift olma” durumuna giriliyor ve herkes kendi eşi veya değil, kiminle devam etmek istediğine karar veriyor. Artık bir eşi olmayan kişiler eleniyorlar ve yerlerine yeni kişiler katılıyor. Böylece bir süre bu döngü devam ediyor.
İngilizler bu sefer farklı olarak işin içine “halkı” da katıyor. Yani favori çiftler veya yarışmacılar için yapılan oylamada en az oy alanlar eleme riskiyle karşı karşıya olabiliyor. Çoğu zaman “Adalıların” kendi aralarından birini adadan göndermek için oy kullandıkları twistler (şaşırtmacalar) de gelebiliyor. Final haftasına geldiğimizde ise yine değerli halk, hangi çiftin kazanmasını ve dolayısıyla 50.000 £’i eve götürmesini istediklerini oyluyor.
* Bonus: The Boyfriend
Yazı bonuslarla daha da ‘genişliyor’ madem, bir tane daha ekleyeyim… Fırından çıkan yepyeni bir reality şov haberi yine Netflix’ten geldi. Üstelik Japonya’ya gidiyoruz bu sefer ve bir LGBTQ+ flört şovu olan The Boyfriend, 9 Temmuz’da başlayacak. 10 bölümlük sezonu dört haftaya yayılarak yayınlanacak. Bazı Japon ünlüler ise konuk olarak yer alacak.
Şov, dokuz erkeği birlikte yaşadıkları ve sırayla bir kahve kamyonunda çalıştıkları bir sahil evine götürüyor. Oradayken aşkı arayacaklar-mış, arkadaşlıklar kuracaklar-mış ve yol boyunca kendileri hakkında bir şeyler öğrenecekler-miş.
Japonya, bu yazıdaki diğer şovların kendine yer bulduğu ABD, Kanada veya İngiltere’nin aksine eşcinsel evliliğin yasal olduğu bir yer değil bu arada. Son yıllarda birçok mahkemede bu durumun anayasaya aykırı olup olmadığına dair kararlar da verilmiş. Biraz da bu açıdan dolayı bu yazıda şova yer vermek istedim.
* The Challenge: USA
The Challenge, MTV’de 1998’den beri devam eden bir reality yarışma programı. Survivor benzeri, oyun ve strateji üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Hatta 2019’da yayınlanan 33. sezonu (War of the Worlds) Turabi “Turbo” Çamkıran kazandı. 34. sezonda ise karıştığı bir kavga sonrası diskalifiye edildi vs.
Şov yıllar içerisinde birkaç uzantıya da genişledi. All Star veya uluslararası versiyonları da yapılıyor. Bunlardan bir diğeri ise The Challenge: USA. Farklı olarak CBS’te yayınlanıyor ve Paramount’a bağlı yayıncılarda yarışmış isimleri bir araya getiriyorlar. Yani The Challenge’ın eski sezonlarındaki yarışmacıların yanı sıra Survivor, Big Brother, The Amazing Race, Love Island gibi yapımlardan yarışmacılar da var.
Ben de bu sayede, tanıdık isimler var misali başladıydım. Hatta aynı şovlardan olanlar ittifak yapabildikleri gibi sırf geçmiş hesaplardan dolayı birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalışabiliyorlar… Tabii ki kendilerini fazla ciddiye aldıkları için rekabetin dibini sıyırmaya da kalkabiliyorlar… Şimdiye kadar – 2022’den beri 2 sezon yayınlandı. Halihazırda, orijinal olan da dahil, T. J. Lavin sunuyor.
* Special Forces: World’s Toughest Test
İngiliz reality program SAS: Who Dares Wins‘in Amerikan uyarlaması olarak ekrana geliyor. FOX yayınlıyor ve şimdiye kadar / 2023 yılı içerisinde 2 sezon yayınlandı.
Bir çeşit askeri eğitim programı var önümüzde. Farklı reality şovlara katılmış ve/veya oyuncu, futbolcu, şarkıcı, influencer kişiler de dahil karma bir grubu bir araya getirip sıkı bir eğitimden geçiriyorlar. Kendilerine verilen mental veya fiziksel görevleri başarıyla tamamlayanlar yola devam ediyor. Kimisi medikal sebepten veya gönüllü olarak çekiliyor kimisi de başarısızlık gibi sebeplerden diskalifiye ediliyor. Finalde belirli bir ödül yok, onun yerine fiziksel ve kişisel eğitimin hayatlarına kazandırdıkları ve 1. olmanın (“winner”) verdiği tatmin/başarının olduğu söylenebilir.
İkinci sezonunu izledim ben. JoJo Siwa’dan The Bachelor’da yarışmış isimlere (Nick Viall burada da var mesela) kadar geniş bir yelpazeleri var gerçekten. Bir TV yapımı izlediğimizi unutmamakla birlikte katılımcıları (“recruits”) gelişim anlamında zorlamaya çalıştıkları da söylenebilir.
* The GOAT
Bu seferki yapım ise Prime Video’dan. Hatta Türkiye şubesinde bölümler mevcut ama sadece İngilizce altyazıyla eklemişler. Bu yazı itibarıyla ilk sezonunu bitirmesine çok az kalmış durumda.
Hazır gelmişken, aslında The GOAT özelinde olmayan bir şeyi burada eklemek istiyorum. Amerikan reality şovlarını belli bir yelpazede takip edince bazı isimlerin bu yarışmalara katılmayı bir şekilde “işi” haline getirdiğini fark ediyorsunuz. Katıldıkları bir-iki yapımla belli bir tanınırlığa ulaşınca menajerleri de oluyor hatta.
Kimisi para nedeniyle, kimisi ekranda olmak veya daha da tanınır olmak için, bazısı da influencer olmanın yanı sıra halihazırda yürüttüğü kariyere katkı olsun diye yapabiliyor bunu. Nihayetinde sadece birinci olmakla değil yarışmaya katılmakla bile belli bir miktarda para da kazanıyorlar. Zaten Big Brother (veya bizdeki Survivor) misali bazı yarışmalar cüzi olsa dahi yarışmacılara belli bir katılım bedeli de ödüyor yer aldıkları süreye bağlı olarak. Survivor Türkiye’nin temcit pilavı gibi belli isimleri ‘All Star’ sezonlarında döndürmesi de bu dediklerimin yerli örnekleri olabilir mesela.
The GOAT‘a dönersek; kelime olarak bir açılımı da “The Greatest of All Time,” yani “Tüm Zamanların En İyisi”. Yarışmanın temeli de buna dayanıyor. Reality şov dünyasının tanınır bazı isimlerini aynı evde bir araya getiriyorlar ve çeşitli oyunlar eşliğinde yarıştırıyorlar. The Bachelor, Vanderpump Rules, 90 Day Fiancé, Survivor, RuPaul’s Drag Race, RHONY ve The Circle gibi bazı yapımlardan insanlar var ilk sezonda.
Bölümdeki ilk oyunu kazanan hem bölümlük dokunulmazlık alıyor hem de asıl oyunun takımlarını belirliyor. Kaybeden takımdan biri ise yaptıkları oylamayla eleniyor. Kazanan için 200,000 $ ödül var işin ucunda ve elbette “tüm zamanların en iyi reality şov yarışmacısı” seçilmek de peşinden geliyor.
10 bölümlük sezonu Tosh.0‘yla bilinen Daniel Tosh sunuyor. Komiklik olsun diye bilinçli bir şekilde kendini par(ç)alamasını kenara koyabilirseniz yarışmacıların getirdiği reality kısmı izlenir durumda aslında. Zira yeri geldi mi yarışmacılara “İşsiz insanların tekisiniz, yarışma yarışma dolanıyorsunuz,” bile diyebiliyor kendisi.
* Bonus: House of Villains
House of Villians, NBCUniversal’a bağlı E! kanalında yayınlanıyor. Ekim 2023’te başlayan ilk sezon 10 bölümden oluşuyor ve Joel McHale sunuculuğunu üstleniyor. 2. sezon onayını da aldı. İlk sezonu (en azından henüz) izlemedim ama (kadrosuna da bağlı olarak) ikinci sezona neden olmasın gözüyle baktığımı ekleyebilirim.
Reality televizyonun performansıyla ve çıkardığı tartışmalarla akıllarda yer edinen ünlü “kötülerini”, yani ‘villain’ kişileri bu yarışmada bir araya geliyorlar. Her hafta bir Battle Royale mücadelesinde birbirleriyle yarışıyorlar ve haliyle şov devam ettikçe birer birer eleniyorlar. Büyük ödül 200,000 $ ve ‘America’s Ultimate Supervillain’ unvanına sahip olmak.
Burada da bayağı karışık bir kadro mevcutmuş. 90 Day Fiancé, The Real World, Love Is Blind, Survivor, Love & Hip Hop: Miami, The Apprentice, The Bachelor, Flavor of Love, Vanderpump Rules, Bad Girls Club ve RuPaul’s Drag Race gibi yapımlardan isimler bir araya getirilmiş.
* Bonus: Battle Camp
Netflix durur mu? Durmuyor. Netflix’in reality şovlarına katılmış isimleri nasıl Perfect Match’te flört amaçlı bir araya getirdiyse bu sefer de mental ve fiziksel yarışmalarda kullanmak üzere bir araya getiriyor. Duyurusu yakın bir zaman önce yapıldı (şovun adı değişebilirmiş). Büyük ödül 250,000 $.
Yarışmacılar “yüksek oktanlı mücadelelerde” yarışacak ve kimin kalacağını kimin gideceğini rastgele belirleyen bir çıkrıktan isimlerini uzak tutmak için “ağır cezalara” maruz kalacaklar.
Reality şovların önemli ve popüler bir kolu da “emlak”. ABD’de özellikle HGTV’nin yayınladığı bazı şovlar bir evi yenileme (ve daha yüksek fiyata satma) üzerine kurulu mesela. Bizde genelde TLC’de ekrana geliyorlar. Ayrıca fazla uzağa gitmezsek; Vahe Kılıçarslan veya Selim Yuhay’ın şovları da renovasyon üzerine, halen ekrandalar. Netflix’te “Miami’yi Baştan Yaratıyoruz (Designing Miami)” diye bir şov olduğuna denk geldim mesela bu yazıyı yazarken.
Kimi şovlar ise ultra lüks evler üzerinden emlak piyasasını sergiliyor izleyicilere… Bravo kanalı ‘Million Dollar Listing‘ şovlarıyla öncülerinden sayılır. Netflix’in de bu konuda ufak bir imparatorluk haline geldiği söylenebilir tabii ki. Adında “Buying” veya “Selling” olan şovlar genişleyerek kendine yer buluyor. Madem yazı kendini kaybetti ve bitmek bilmiyor, onlar da eksik kalmasın madem.
* Selling… Buying…
Tema, “Buying” veya “Selling” olsa da böylesi şovlarda aynı aslında. Elimizde büyük bir emlak şirketi, dolayısıyla “büyük patron” ve onların altında çalışan birkaç emlakçı var. Adını aldıkları şehirdeki lüks evleri satarak komisyonu cebe indirmeye çalışıyorlar. Bu da piyasa rekabetinin yanı sıra ikna gücü, ‘bağlantılar’ ve yeri geldiğinde kendi iş arkadaşlarınla didişmek demek. Dolayısıyla ‘reality’ tarafını ihmal etmeyen gayet pembe bir tarafı da var ve iş yeri/özel hayat draması da sunuyorlar.
7 sezonu deviren ve devamı gelecek olan Selling Sunset’in Netflix’teki büyük başarısının ardından sayının arttığı söylenebilir. O şov Los Angeles üzerine. Hatta Adnan Şen’in Beverly Hills’teki evi de şovda kendine yer bulmuş. Selling the Tampa pek beğenilmediğinden ilk sezondan sonra iptal oldu mesela, The O.C. ise 3. sezonu devirdi. Selling the Hamptons esasında MAX’te yayınlanıyor ve ikinci sezonu geldi. Yakında ise yine Netflix’e ‘New York’ merkezli edisyonu gelecek. Adında “Selling” olanları hiç izlemesem de New York olanla şimdiden ciddi düşünüyorum…
“Buying” şovlarından Beverly Hills, ikinci sezonunu geride bırakmış. Buying London ise 22 Mayıs’ta Netflix’te 7 bölümlük sezonuyla ekrana geldi ve bu alandaki şovların şimdilik en yenisi. Meraktan giriverdim, halihazırda sezona devam ediyorum. Benzerlerinin yanında ne derece iyi olduğundan emin değilim ama bu tarzdaki şovların bir açıdan ‘cringe’ olduğunu söylemek de mümkün zaten. Eleştirileri de bu yöndeymiş zaten.
Haliyle Londra merkezli bir emlak şirketi, sahibi ve altında çalışan yedi kişi üzerinden ilerliyor. Patronları kendisine ‘Mr. Super Prime’ diyen, DDRE’nin sahibi Daniel Daggers adında bir adam. Bir yandan evleri ve satış bedelini (ve komisyonu) de sunuyorlar. Potansiyel alıcılarla görüşmeler olduğu gibi ofiste kendi aralarında neler olup bittiğini de veriyorlar. Elit görümün altında fazla çaba ve yapaylık hissediliyor sanki ama bu benim yüzeysel görüşüm. Nihayetinde reality şovlarda ciddi bir derinlik aramaya kalkacak değilim tabii ki.
+ “Gerçek Ev Hanımları”
Bir de hazır gelmişken “The Real Housewives” ailesinden bahsedeyim. Eğlence ve reality üzerinden yayın yapan Bravo kanalı The Real Houseviwes, Vanderpump Rules ve Below Deck gibi farklı serilerle de biliniyor. Hatta düzenli aralıklarla, Bravo şovlarıyla tanınan insanların katıldığı “BravoCon” fuarı bile düzenleniyor.
“The Real Housewives” konsept gereği adını aldığı şehirde yaşayan bir grup kadının kendi hayatında olup bitenleri ve aralarındaki arkadaşlık ilişkisini gözler önüne seriyor. Ancak ismin karşılığını tam olarak bulduğu sanılmasın… Yani kadınların hepsi pratikte ev hanımı değiller. Kendi çapında bir işi gücü olan ve/veya belirli bir tanınırlığa ulaşmış kişileri de kadrosunda bulundurdukları oluyor. Kimisi de bu şovlarla daha tanınır hale gelince bir iş koluna adım atarak iş insanı oluveriyor…
Ben vakti zamanında, bir tanesini deneyeyim diyerek, The Real Houseviwes of New York‘a (RHONY) 7. sezonundan dalmıştım. Nihayetinde reality şov olduğu için ve flashback ile hatırlatma yapmayı sevdikleri için pek sorun olmadıydı. 14. sezon öncesi kadroda baştan yenilemeye gidip yeni kişileri getirdiler hatta… Bunu sevince başladığı dönemde Potomac‘e (RHOP) de giriş yaptım. En son 8. sezonu bitti.
Hali hazırda Orange County, Atlanta, New Jersey, Beverly Hills, Miami, Salt Lake City ve Dubai versiyonları da TV’de yayınlanıyor. Bir dönem D.C. ve Dallas‘ı da yapmışlar. Her sezon sonunda kadınların bir araya gelip sezonda olanları konuştuğu “reunion” bölümleriyle de biliniyorlar. Bunları şovların yapımcısı ve Bravo’nun Acun Ilıcalı’sı Andy Cohen sunuyor.
Peacock’ın kurulmasıyla birlikte “The Real Houseviwes” markasını da kullanmayı hedefleyen NBCUniversal, karşımıza The Real Housewives: The Ultimate Girls Trip‘i getirdi mesela. Farklı edisyonlarda rol almış bazı kadınları bir araya getirerek sıcak bir ülkeye tatile götürüyorlar ve orada aralarında yaşananları izliyoruz konsept olarak.
Ayrıca bu edisyonlarda yer alan isimlerin yeri geldi mi kendi uzantı şovları da oluyor. Lisa Vanderpump, Beverly Hills’in dışında Vanderpump Rules’la da biliniyor. Bethenny Frankel, RHONY’dan ayrılıp geri dönmeden önceki dönemde kendi gündüz şovunu sundu mesela birkaç sezon. Ayrıca geçen sene yine RHONY’dan Luann ve Sonja’nın yer aldığı Welcome to Crappie Lake’i izledik.
Birbirini başta sevse bile fazla muhabbet aşık usandırır misali zamanla nefret eder hale gelen, evli çift gibi kavga etmelerine rağmen anca 2-3 bölüm sonra bir şey olmamış gibi muhabbete devam eden kadınları izlemek istiyorsanız tavsiye olabilir aslında. Şehri size kalmış… Beverly Hills ve Salt Lake City’den birer sezon gün itibarıyla Netflix Türkiye’de mevcut bu arada.
Not: Armağan Çağlayan’ın Kanal D’de çalıştığı dönemde “Sosyetik Ev Kadınları” adıyla yerli uyarlaması geldiydi ve gündüz kuşağında yayınlandı. Ama fazla ilgi çekmediği için ömrü kısa sürdü.
yorumlar
Açılışı da yapayım:
* Perfect Match 2. sezona başladım. Netflix, 6+3+1 şeklinde üç haftada yayınlamayı tercih etmiş.
Şimdilik beklediğimi verdi. Too Hot to Handle’daki Harry’yi buraya katanı takdir edesim var. Kendisi de zaten böyle şeylerden geri duran birisi değil, uymuşlar yine. Elys ve Stevan da iyi gittiler. Dom’a göz deviriyorum.
Netflix’in daha geniş bir takvimde yayınlamasını tercih ederdim, ben 4+3+3 şeklinde gideceğim gibi duruyor.
* I Kissed a Girl‘ün sezonu da bitti. Hatta yorum yapacaktım ama bu yazıyı bekledim.
I Kissed a Boy’un sezonunun genel çapta daha iyi geçtiğini düşünüyorum. I Kissed a Girl ise kapanışı ve reunion kısmı daha iyi idare etti. Ortaya çıkan çiftleri pek de önemseyemedim veya merak etmedim, daha çok neler olacak tadında geçti. Ama totalde daha başarılı bir “skor” çıktığı da malum.
Devamı gelse niye demem. I Kissed a Boy’a gelecek en olmadı.
Devils plan bence cok basarili bir yarisma, keyifle izledim uzun suresine ragmen. 5 10 sezon stokta bulunsa sikayet etmezdim.
Meraktan Alan‘ın ilk bölümüne baktım.
* Bizimkiler sezonu 7 bölüm yapmış. Tek sezonda kalmazsa Eylül ortasına kadar iki tur dönebilirler ama tek sezon da olabilir.
Sohbet muhabbete rağmen (yalnız tam Türk usulü oluyor, millete enstrüman çaldırdığı veya türkü söyleyeni bile oldu) 15 yarışmacı elediler.
* Çoğu şeyi yerelleştirmişler haliyle.
Düello yerine “kapışma” deniyor mesela. Randomizer için “sistem” diyor. Yarışmacıların alanına parsel/arsa dediği de oluyor Oktay Kaynarca’nın. Rob Lowe’u daha sempatik bulduğum için onu izlemesi daha zevkliydi kendi adıma, Kaynarca da batmadı en azından.
* The Floor ABD’de bölüm sonunda en fazla kare kimdeyse ona bölümlük ödülü veriyor. Bizimkiler en fazla alanı olan iki kişiyi tekrar düelloya çıkarıp kazanana verme yoluna gitmişler.
OK.
Üç başrol de FGirl Island’a oranla daha ilgi çekiciydi, oradan tanıdık olmaları da (+) yazdı zaten.
Bu sefer yarışmacıların kimliğini toptan açık etmeyip teker teker gitmeleri de iyi oldu. Ama daha gergin ilerledikleri de malum.
Finali istediğim/istenen yere varsa da bir kısmı (karşılıklı) birbirine katlanmak zorunda da mecburen oradaymış gibiydi. Nerede arıza çıkacak diye bekledim resmen… Biraz da kimlerin sona ilerleyeceğinin biraz fazla belli olmasının payı da vardı.
+ Özellikle kızlar Casey’e karşı fazla tavırlıydı. O yüzden kamera arkasını merak ettim biraz. Yani kötü davrandığından değil de, adamın “Yakışıklı olduğumun farkındayım,” tavrı yüzünden reddedilmek daha ağır geldi herhalde. Devamlı bir Casey’i kandırma çabası da vardı.
Nice Girl seçmesi ama seçmediği FGirl’ün parayı paylaşmayı seçmiş olması da bölümün twist noktası olsa gerek.
+ Benedict’i biraz fazla yumoş ayı olarak sunmaları da ilginçti. Bir noktada “Aseksüel mi bu?” diye sorgulamalarına ne alaka olsam da sonradan anlar gibi oldum. Ortamın eğlencesi tipinde bir adam.
Jan Danielle’i seçeceğini tahmin eder gibiydim şu noktada. Asıl soru para meselesiydi, neyse ki paylaşmayı seçenlerden oldu. Nikki’nin de dediği gibi 3’üne birden mutlu son çıkmasına ben de bir tık şaşırdım
+ CJ bu ikisinin yanında geri planda kaldı. Yine de doğru seçimi yapmasına sevindim. Diğeri FGirl olup da parayı paylaşmayacak tek kişiydi sonuçta. İyi de oynadı. Zaten prodüksiyonun “kurguda” ne derece payı olduğunu biraz da bu taraftan dolayı sorguladım. CJ sanki biraz da bilerek karar verdi gibi geldi ama olmayabilir de tabii.
The CW sezon ortasında yayından çekip kalanları sitesinden yayınladığı için devamının geleceğini zannetmiyorum. Olur da FGirl Island 4. sezon gelirse onu o zaman düşünürüz.
* Patti Stanger: The Matchmaker ilk sezonu da tamamladım.
Hiç de sezon finali gibi hissettirmedi. Normal bir bölüm gibi iki kişiyi daha aradan çıkardılar ve sona geldik yine. Gerçi böyle bir şova nasıl bir sezon kapanışı yapılır ondan da emin değilim.
Şovun ikinci yarısındaki bölümler daha iyiydi, daha az ‘cringe’ oldum hiç değilse. Yine de çok yüzeysel kaldılar, Patti’den daha fazla ilişki tavsiyesi dinleyecek halim kalmadı resmen. En iyisi The CW tamam deyip kendi yoluna baksın. Nick’le de başka bir şekilde denk gelelim mesela.
* Special Forces: World’s Toughest Test‘e 3. sezon geliyor.
– Sezon finali 106 dk. Birazını orada birazını burada derken gün içinde bitirdim ama daha kısa korku filmleri veya Hallmark filmleri var ya. Netflix’ten razı değilim.
– Beklediğimden iyi bir sezondu. Harry-Jessica ve Stevan-Alara’nın, bir de Tolu’nun katkısını inkar edemem tabii. Bazı kişileri veya çiftleri ciddiye alamadım açıkçası.
Finalle ilgili bir şeye itirazım var, hazır gelmişken:
+ Stratejik oylama mı yaptınız yoksa oylar dağıldı da böyle mi oldu, bu ne saçma bir sonuçtu yahu? Zaten resmen son bölümde eşleşen Christine ve Nigel’ın “perfect match” seçilmesini birisi açıklayabilir mi mesela? Tamam, güya Nick 1 oy farkla dedi de…
İyi ki ucunda para ödülü yoktu da tatil vardı, daha da sinir olurdum.
+ Harry ile Jessica’nın normalde de yürütemeyeceklerini düşünüyordum, finalden sonra bir süre deneyip yine yapamamışlar zaten de… Bari/keşke finali de birlikte bitirselerdi.
Ayrıca Harry’nin Melinda’yla bulaştığı şey cidden tam Harry’lik bir saçmalıktı. Too Hot to Handle’da da Francesca’yı yalan söyleyip ortada bırakmıştı. Burada da Jess’e yalan söyledi. Halbuki ortaya çıkacağı kabak gibi belli. Bir halt yedim dedin ne güzel, bari kabul etmişken tam et. Neyse.
+ Ben oy versem Stevan ve Alara’ya verirdim. Hem baştan beri birlikteler hem de iyilerdi. Diğerleri gibi sarsılmadılar da. Hadi bilemedin Tolu-Chris olsun illa başkası oluyorsa.
+ Sonrasında baktım tabii ki "hiçbirisi" halen birlikte değiller.
* Top Chef 21. sezon, biraz beklendik ama makul ve hak edilmiş bir finale vardı. Kim kazansa çok da fark etmeyecekti kendi adıma, “ortamı” yetiyor desem yeri.
Kristen Kish sunuculukta ilk sezonu olmasına rağmen güzel kotardı. Sezon kazanmış eski bir yarışmacı seçmek mantıklıymış.
The Floor ilk sezonu da izledim. Daha heyecanlı geçiyor elbette. Bazen son saniyeye kadar kimin alacağı belli olmuyor. Finalde de
Ben Alan 2. bölümü de izledim.
Kategoriye hakim olmama, şans veya akıl durması nedeniyle daha da ilginç görüntüler çıktı ortaya. Bazı kapışmalar zevkli ve beklenmedik sonuçlara da vardı.
Bence en azından genel kategorileri olan kişilerin bir kısmını cast ajanslarından toplamış olabilirler. 2’de “Peynir” için yarışan adam neydi mesela? Kendi kategorisinde olmaması durumu da denmez buna. Hiçbir şeye cevap vermez mi bir insan, karşısındaki kadın da şaşırdı ve “Ne yapıyor bu?” oldu.
Aşk Adası’nı unutmamışlar, geliyormuş.
#AşkAdası ilk bölümüyle 1 Temmuz Pazartesi GAİN ve Aşk Adası resmi YouTube kanalında!
Rütük en sonunda peşini bırakmış mı?
Şubat ayından beri başka haber yok. Yasaklansa haberimiz olurdu bence ya da yayınlandıktan sonra ortalık karışır da öyle ciddi aksiyon alırlar belki.
We’ll see.
Nihayetinde reality şov, hele de iş yeri ortamında çekişme olmasına şaşıracak değilim. Ellerinden geldiğince vermeye çalışmışlar ama ekran süresi için biraz fazla çabaladıklarını ve bunun da yapay kaldığını düşündüğüm zamanlar oldu. Kendilerini biraz fazla şişirdiler tabii ki.
Londra’daki emlak ortamını görmek fena değildi. 7 bölüm, süreler de nispeten kısa. Diziye sezon finali yapar gibi “Acaba?” ile bırakıp gittiler bir de. Reality izlemenin (+) tarafı, cevabı bulması zor olmadı tabii
Devamı gelirse görüşürüz, gerisini kendileri bilir.
* The GOAT‘un sezonunu da tamamladım.
Tanıdık bir kadronun olması işimi gördü. Daniel Tosh’un sulu hallerine devam ettikçe alıştım. Yarışmacıların birbirine gıcık olmasının ve birbirini yemesinin çok da sahnelenmiş kalmaması iyi oldu. Biraz da gerçek polemik gerekiyor bazen.
Da’Vonne beklediğimden de iyi yarıştı ve tam da bu yüzden fazla sivrildi tabii. Dolayısıyla insanların fırsat kollayacağını düşünmesi zor değildi. Jill’in ve Joe’nun hakkını vereyim gerçi. Onda saçmalığa rağmen iyi ilerlediler.
Finalde eski yarışmacıları getirmek de (+) sayılır. Fragmandan anlaşılıyordu zaten elenenlere oylama yaptıracakları. Ama yüzleşmeyi önce, oylamayı daha sonra yapsalardı daha iyi olabilirdi bence.
Kazananın kim olacağı geçen bölüm belli olmuştu bence, ona daha az şaşırdım. Oyların bu derece bölünmemiş olmaması belki sürprizdi.
D’Vonne’u eledikten sonra Pao’ya kayacaklarını bilmesi zor değildi. Hak ettiği de söylenebilir elbette. Joe’yu seçecek halleri yoktu. Jason da Pao’nun yanında pasif kaldı tabii.
Peki Joe’ya oy veren 1 kişi kimdi? Çünkü herkes kendine oy verse Jason’a da çıkardı zaten. Ama Tosh, diğer bütün oylar Pao’nun dedi. Tüm sinirine rağmen Tayshia diye farz ediyorum.
Umarım 2. sezon (tüm “Tosh’a” rağmen) gelir ve tanıdık insan sayısı da fazla olur.
* Perfect Match’in 3. sezonu gelecek.
* İlk 1-2 bölümü izlerken “Para çantasının kimde olduğu anlaşılmadı mı gerçekten?” diye düşündüydüm. Beklediğimden de iyi ilerlediler. Biraz şans biraz da yarışmacı seçimleri yardım etti.
* Orta bölümler sayı daha çok olduğu için daha iyi geçti. Zamanla hem sayı azaldığından hem de birbirlerini tanıdıklarından karşılıklı gerilmeye başladılar tabii. O ciddiliğe Stephen Mangan’ın araya kattığı ve batmayan komik durumlar da eklenince tadı bozulmadı.
* Sezon finalinde kendi hikayelerini anlatırken “Halk oylaması yok yalnız,” diyesim geldi bu arada. Duygusuz bir tepki oldu ama neyse artık.
Aysha & Samm en sevdiğim çift oldu.
Joanne & Will kazanmasını en desteklediğim çift oldu.
Jae & Cherish diğer ikisi varken daha geride kaldı.
Baştan beri o kadar uğraştıkları için Joanne & Will’in kazanmasını istiyordum, yalan değil. Kazanmak için kuralına göre oynadılar.
Samm ve Aysha’nın hiç etap kazanamadan gitmesi kötü oldu sadece. Tatlı bir çiftti, kazansalardı da üzülmezdim.
Jae & Cherish de yarışmacı olarak iyi iş çıkardılar, haklarını yiyemem. Ama biraz da bundan dolayı diğerleri ağır basmaya başladı bende. Nihayetinde 30 bin Pound aldılar hem. Boş gitmediler.
Umarım 2. sezon olur (dönecek gibi duruyor).
The Mole 2. sezonu tamamladım.
Yakın dönemde izlediğim en zevk veren reality şov sezonu olabilir. Bir o kadar da sinir bozucuydu. Ari, “Bu görevde başarılı olmak için yapmanız gereken birbirinize güvenmek,” dedikçe gözüm seğirdi sanki Yarışmacıların çoğu ayrı sinir sebebiydi.
– 2. sezon finali, sezonun genelinden daha az sinir bozucuydu neyse ki. Hatta herkesi bir araya getirip de sonuca geçince eğlendim bile.
– Farklı birinin kazanmasını tercih ederdim gerçi ama bu da makul + Köstebek‘e bir tık ‘fazla’ şaşırdılar ve ihtimaller azalınca belirdi bence.
– Buraya da ekleyeyim. Yarışmacılardan Deanna, Don’t F**k with Cats‘teki takma adıyla Baudi Moovan. Ve bunu 3. bölümü izlerken fark ettim.
Sonra yarışmacılara baktım, cidden öyleymiş. Mesleği de “Web Sleuth” (web hafiyesi) diye geçiyor bu arada ^.^ 3 bölümlük gerçek bir suç belgeseli, kesinlikle tavsiyedir.
“Million Dollar Listing Los Angeles” bizde Cnbc-e‘deymiş. Cumartesi akşamları. 14. sezondan girmişler.
Alan‘ın ilk sezonu bitti.
Genel olarak benzer çizgide ilerledi bu da. Bölüm süreleri yerli diziden hallice olduğu için 7 bölümde çıktılar tabii içinden. Ayrıca final kapışması dahil bazı kapışmalar çok saçma/tuhaftı. Bazısı ve kimi yarışmacıları izlemek de zevkliydi, yalan olmasın. Derken yuvarlandık bir şekilde.
2. serinin tanıtımı geldi az önce. Umarım bu sefer daha düzgün bir seçme süreci ilerlemiştir… Cast ajansından insan toplayıp kategorileri rastgele dağıtmışlar gibiydi çünkü ilki.
* Netflix, 2025’in ilk yarısına kadar Kore’de her ay senaryosuz (unscripted) bir içerik yayınlama kararı almış.
The Devil’s Plan 2. sezon 2025’in başları gibi duruyor.
* The Fortune Hotel 2. sezon gelecek. 2025.
Owning Manhattan‘in sezonunu tamamladım.
Bir emlak şovundan beklediğimi burada aldım işte. Olmuşken böyle olsun hesabı. Umarım 2. sezon da gelir.
– New York merkezli olmasıyla ilgimi çekmişlerdi zaten. Manhattan’daki lüks evler üzerine olsa da Brooklyn dahil dışına geçtiler tabii ki.
Şirket çalışanları da beklediğim iş ortamını verdi. Ryan’a yalakalık yapanı ayrı, kendini şişireni ayrı. Reality şovda olduklarını bilerek hareket etmeleri ve fazladan polemik çıkarmalarına ise şaşmadım haliyle.
Ryan’ın önceki şovundan dolayı belli bir deneyimi de olduğu için ekran önünde nasıl davranmasını bilmesi de işe yaradı. Bir yandan da boş durmayıp cidden işlerini yaptılar derken pembemsi geçti bölümler.
– Gözüme takılan iki noktadan biri tabii ki Jonathan. Bir röportajda sözleşmesi gereği kendini kovdurmak için bilerek böyle davrandığını, hatta Ryan’ın sonrasında geri almak için uğraştığını söylemiş.
Ne derece doğru bilmiyorum ama iki gram aklı ve iş etiği olanın yapmaması gerek olan şeyleri yaptığını düşünürsek mantıksız gelmiyor. Dolayısıyla bu durum çekilmez biri olduğunu değiştirmiyor. Egoyu anlarım ama bu başka bir şey.
– Diğer ise reality şovun tanıtım reklamına döndüğü anlardı. Nihayetinde bir emlak şovu ve ev satmaya + kendilerini tanıtmaya çalışıyorlar. Ama mesela penthouse + penthouse + pennthouse derken bir tık doz aşımı oldu.
Bir de inat ve güç gösterisi oldu tabii ki. Eğer satabilselerdi sağlam PR olurdu. Gerçi ben koca bir binayı temsil etmelerini daha ilgi çekici buldum. Bir ara tek oturuşta 4 daire birden sattılar mesela. Bakkaldan gofret alıyorlar sanırsın.
Netflix’teki The Boyfriend‘in sezonunu tamamladım.
Her şeyden bir tutam var sayılabilir. Gerçi bu türden çoğu şovda olan paçozluklar burada yoktu. Daha arkadaşlık, mental sağlık, kendini kabullenme ve flört üzerine ilerlediler. “Boyfriend” de çift anlam kazandı dolayısıyla.
Gözüme takılan tarafı Japonya’daki ortama neredeyse dokunmamalarıydı. Ben daha fazla laf etmelerini bekledim ama ortada olanı belirtmekten fazlasına geçmediler. Fazla sorun çıksın istemediler sanırım.
Kastettiğim Japonya’da seks yasal olsa da eşcinsel evliliklerin yasal olmaması, belli yerler dışında LGBT bireylerin Japonya’da bir şekilde görünmez olmaya devam etmesi. Mesela bir-iki kişi “İleride evlenemeyeceğimi bildiğim için bir ilişki aramadım bile,” gibisinden bir laf etti. Böyle ufak noktalarla geçtiler üstünden.
Hoşuma giden bir noktası dış yorumlar oldu. Sadece izleyici olarak bulunsak temposunun durgunluğu nedeniyle sıkabilirdi belki. Dış yorumlar da eklenince daha tatlı ilerledi.
Birlikte çalışarak para kazanarak ekstra dinamik yaratmaları tamam da evin giderlerini bu yola bağlamak yerine rahatça birbirlerini tanıyıp farklı aktivitelere girselerdi de olurdu. Gerçi kısa zaman içinde çoğu kişinin belli bir fikri oluştuğundan uzatamayacakları için buna girmeleri de makul.
Sırf bu yüzden belli kişiler ve ilişkiler üzerine biraz fazla dönüp durdular. Dai ve Kazuto olmasa sezon nasıl yürürdü diye düşündüğüm oldu.
Velhasıl kelam, izlediğime memnun sayılırım. Olası 2. sezonda Japonya yerine farklı bir ülke de olur, ülkeyi tutup kişileri değiştirseler de olur. Kendileri bilir.
* Owning Manhattan 2. sezon onayı
+RHONY: 20 Eylül
+The Floor: 25 Eylül
+House of Villains: 9-10 Ekim
* The Challenge 40‘a göz atayım dedim, ilk 3 bölüm bitti. Acun Bey’in kurduğu ‘All Stars’ sezonlarına benzemiş.
Zaten aynı kişileri zırt pırt çağıran bir yarışma, bunların bir kısmı benim asıl izlediğim The Challenge USA’ye de geliyor hatta. Bu sefer her 10 sezondan 10 kişi diyerek “Battle of the Eras” yapmışlar.
Belli ki çoğu dışarıdan birbirini tanıyor, iyi-kötü bir geçmişleri var. Sevgili olarak da gelen var. Şimdiden birbirlerini yiyor bazısı ama olsun, daha çok yesinler. Çünkü canım keyfim öyle istedi.
The Floor’un yerli uyarlaması Alan’da 2. sezon da sona erdi.
* Bu sezon ilkinden daha iyi geçti. Yapa yapa öğrendiler hesabı. Yine de temel sorun yine duruyordu: Kafalarındaki kategorilere göre yarışmacı uydurmaya çalışmışlar. Muhtemelen 1-2 ajans üzerinden uygun bulduklarını topladılar. Ama bazısının yarıştığı kategoriyle ilgili bilgisi yoktu resmen.
* Birinciye itirazım yok ama diğer bir-iki ismi daha fazla tercih ederdim tabii. Biraz da şans gerektiriyor, bu yarışmanın da busu var işte.
* Oktay Kaynarca hem girişte hem çıkışta 2. sezon finali dedi. Ama Milyoner’i sunduğunu da düşünürsek tahminen durdular artık. Youtube’da 14’ün başlığına (final) diye de eklemişler. En azından temennim de bu yönde, biraz ara iyi olur.
Gelecek yaz gibi tekrar döneceklerse onu o zaman düşünürüz. 25 Eylül’de ABD olanın 2. sezonu başlayacak nasılsa, bir eksiklik olmayacak.
Not: Buying London iptal
The Floor 2. sezon ilk bölümü izleyince formatın nasıl yürümesi gerektiğini tekrar hatırladım, iyi oldu.
45 dk. sürdüğü için bizimkiler gibi sohbeti abartmıyorlar, düello öncesi ve sonrası uzun sürmüyor. Hem kendi kategorilerini (cidden) bilen hem de genel kültürü yüksek kişileri seçmişler. İlk bölümde sağlam düellolar vardı, eğlendim resmen.
Rob Lowe da iyi idare ediyor. Gerçi O. Kaynarca’dan dolayı bir şikayetim olmadı Alan’ı izlerken.
Devam.