Downton Abbey || 4. Sezonda Bizi Neler Bekliyor
17 yorum ozgun14 26 Ağustos 2013 09:59
Meşhur İngiliz dönem drama dizimizin yeni sezonuyla geri dönmesine çok az kaldı. 15 Eylül’de döneceğini de buradan bir kez daha hatırlatmış olalım.
Geçenlerde Downton Abbey oyuncularının ve yapım ekibinin bir kısmı, TCA’da (Televizyon Eleştirmenleri Derneği) basın toplantısına katılarak bir yandan 3. sezonda yaşananların kritiğini yaptılar, bir yandan da önümüzdeki sezonda bizi nelerin beklediğine dair minik bilgiler verdiler.
…ve tabii ki bu bilgilerin 3. sezonu bitirmemiş kişiler için ispiyon içereceğini de hatırlatalım. O yüzden eğer yılbaşı özel bölümü de dahil olmak üzere 3. sezonu bitirmemişseniz, yazının devamını okumayınız.
İşte o minik bilgilerden birkaçı:
- Bayan Hughes ve Bay Carson’ın arasındaki ilişki şu anki halinden daha fazla ilerlemeyecek.
Mrs. Hughes’u canlandıran Phyllis Logan‘a, ikilinin arasında romantik bir gelişme olup olamayacağını sorduğumuzda söylentilere hızla noktayı koyuyor.
“Hayır, hayır, ikili arasında şu andaki durum gayet iyi. Aralarda tatlı-sert didişmeleri olsa da ikisi de birbirine çok değer veriyorlar ve saygı duyuyorlar. Bazı akşamlar birbirlerine içki arkadaşı da oluyorlar. Bunun sıklığının artmasına gerek yok şimdilik.”
- Leydi Mary tüm sezonu yas tutarak geçirmeyecek.
Michelle Dockery, canlandırdığı karakteri Mary’nin yeni sezonda birden fazla gönül ilişkisinin olacağının sinyallerini veriyor. Tom Cullen tarafından canlandırılacak olan yeni karakter Lord Gillingham, bu gönül ilişkilerinden bir tanesi olabilir. Kızların küçüklüklerinden beri tanıdığı ama uzun süredir görmedikleri eski bir aile dostu olarak dizide yer alacak.
“Mary çok kısa sürede çok fazla şey yaşadı ama eninde sonunda hayatına devam etmenin bir yolunu bulması gerekiyor. Bu karakter bu süreçte ona yardımcı olabilecek yeni bir gönül ilişkisi olabilir.”
- Edith makus talihini sanırım bu sefer yenecek.
Edith karakterine hayat veren Laura Carmichael diyor ki:
“Bazı insanlar doğuştan şanslıdır. Bazı insanlarsa değildir. İşte Edith kesinlikle bu ikinci şanssız gruptan. Gregson’la Edith arasındaki ilişkiyi gerçekten seviyorum. Çünkü Downton’ın klasik erkeklerinden çok daha farklı biri. Çalışıyor, modern hayata ayak uydurmuş. İşlerini kendi görüyor. Üstüne Londra’nın da tamamen farklı bir muhitinde yaşıyor. Downton’ın varlığını asla kabul etmeyeceği bir muhit. Aralarındaki ilişki farklı ve ilginç bir ilişki.”
Bunun üzerine yapımcı Gareth Neame ekliyor:
“Şunu söylemekte sakınca yok ki, bu senenin Edith için bambaşka bir sene olacağına güvenebilirsiniz. Gerçekten farklı yeni gelişmeler, ilgi çekici gelişmeler olacak.”
- Edith’in kariyeri de editörüyle ilişkisi de karmakarışık bir hal alacak.
Edith’in geleceği ile ilgili sorular üzerine Carmichael şöyle cevap veriyor:
“Editörüyle arasındaki gönül ilişkisi halen devam etmekte ve gittikçe daha karmaşık bir hal alıyor. Benden bu konuda alabileceğiniz tek bilgi bu. Yazarlığa ise ilgisi hala devam ediyor, bu aralar savaş dönemi askerleriyle ilgili bir yazı üzerinde çalışıyor. Aslında her şey zamanın ön yargılarını kırmakla, modern hayata ayak uydurmakla alakalı. Onu 1920’lerin Carrie Bradshaw‘ı olarak düşünmek hoşuma gidiyor.”
- Kadrodan daha fazla kaybın verilmediği bir 5. sezon olacak.
“Bu dizinin en güzel yanlarında biri de hepimize kucak açmış olması.” diyor Mary’yi canlandıran Dockery.
“Bildiğimiz kadarıyla 5. sezonla ekranlara geri döneceğiz. Ama sonrası hakkında hiçbir fikrimiz yok. Her şey yapımcıların ve Julian‘ın kararına kalmış. Bu yüzden bekleyip göreceğiz sanırım. Ana kadro kaldığı sürece bence yolu açık. Ama daha fazla kayıp vermeye devam ederse, Downton için endişelenmeye başlayabiliriz.”
- Dan Stevens’ın ayrılığının yarattığı boşluk, yeni gelişmelerle kapatılacak.
Michelle Dockery, eşini canlandırdığı ve bu sezon diziye hayatını kaybederek veda eden Matthew Crawley karakteri hakkında konuştu:
“İlk tepkim, ‘Kahretsin, şimdi ne olacak?‘ oldu. Çünkü düşününce, hikaye nereye gidebilirdi ki? Sezonlarca zamanı ikili bir araya gelecek mi, gelmeyecek mi üzerinden kullanmışken, birden sona erdirmiştik. Bu yüzden endişelenmedim değil. Ama sonra düşündüğümde, her ne kadar ölümü üzücü olsa da aynı şekilde Jessica (Sybil) için de geçerli bu, geride bıraktıkları karakterler için yeni bir dönem başlamış olacak. Yepyeni bir sayfa açacaklar hayatlarında. Alacakları yolu izlemek keyifli olacak.”
- Dul Mary ile Dul Tom arasında duygusal bir gelişme olmayacak.
“Onlar gerçekten iki iyi dostlar. Sybil ölmüş olsa da aralarındaki yakınlık değişmedi. Hatta yaşadıkları kader ortaklığı onları da daha da sıkı dostlar haline getirmiş olabilir. Birbirlerini birbirlerinden daha iyi anlayabilecek kimseleri yok çünkü. Bir yandan malikanenin mali ve idari kontrolüyle de ilgilenmeye başladığı için, Mary’yi bol bol Tom’la takılırken görebileceksiniz. Ama romantik açıdan sorarsanız, böyle bir şey olacağını sanmam. En azından umarım olmaz.”
- Daisy için büyüme vakti geldi, tabii çok fazla değil.
Daisy’nin geçirdiği değişimi sorduğumuzda Sophie McShera şöyle yanıtladı:
“Bir ara biri bana Daisy’nin dizi başladığında ve şimdi kaç yaşında olduğunu sordu ama ben cevap veremedim. Beynim durdu. Dizi başladığında 10 yaşında falan olmalı düşününce.”
“Deli dolu yaşaması gereken ergenlik zamanlarında bile çok fazla şey yaşadı Daisy. Tabii bu yine de bu, ergen olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ara ara neden olduğu atarlı tartışmalar, Ivy üzerinden yaşadığı kıskançlık krizleri… Her şeye rağmen güzel bir serüvendi onun için. Severek canlandırdım. Dizi daha uzun süreler devam eder umarım. Nasıl da değiştiğimizin, büyüdüğümüzün, yaşlandığımızın bir göstergesi. Ekran önünde büyümek… Bu herkes için heyecan verici bir deneyim olmalı.”
- Thomas için biraz dramaya kendinizi hazırlayın.
Aktör Rob James-Collier, Thomas Barrow hakkında konuşmak için müsait değildi. Ama yapımcı Neame bu duygusuz, duyarsız hizmetkarın geleceği ile ilgili birkaç bilgi vermeyi ihmal etmedi.
“Downton’da tamamen dışlanmış durumda Thomas. Onun durumunda ve o zamanın koşullarında hayatının kolay olması beklenemezdi zaten. Ama kendisinin de bu süreci kolaylaştırdığı söylenemez. Yine de yeni sezonda onun hikayesini izlerken büyük değişimler göreceksiniz. Thomas her zaman her şeyi kendi kontrolünde tutmayı seven bir karakterdi ve bu değişmedi. Carson’la sık sık ters düşmeye, karşısına çıkmaya devam edecek. Yeni sezonda da Downton sakinlerinin sinirlerini zorlamaya devam edeceğini söyleyebiliriz.”
- Downton 2. Dünya Savaşı’nı görmeyecek.
Downton‘da 1o yılın nasıl da geçtiğine şahit olduk, peki modern hayata doğru bu hızlı ilerleyiş daha nasıl devam edecek?
“Bu sezon 1922 yılından başlayarak devam edecek. Yani dizinin başladığı zamanın, Titanik faciasının 10 yıl sonrasından. Şimdiye kadar yeterli sayıda tarihi olaya tanıklık etti Downton. 2. Dünya Savaşı’nı görebileceğini sanmıyorum. Bu kadar tarihi olay yeter.” diyor Gareth Neame.
yorumlar
5. sezondan bahsetmeleri güzel olmuş ama düşünce varsa açıklama da olsa güzel olur hani. Yıl olarak 2. Dünya Savaşı’nın başlamasına daha 17 yıl var, o kadar ileri gitmemeleri bence de güzel olur.
Bir de o Dan Stevens kısmını’merakla’ bekliyorum! Teşekkürler yazı için…
resımlerı bıle ıcıme kasvet vermeye yettı… demek zorla bır bolum ızlesem suurumu yıtırır felc bıle olurum… hehh hehh ama kendıme de guluyorum emınım kı coook kalıtelı bır dızıdır ama ben bunu seyredecegıme gıder pretty lıttle lıars ızlerım daha bı keyıflı daha zevklı kasvet masvet kalmaz
Ben izliyorum bu diziyi ama bana çok da hitap edemiyor doğrusu. Fazla abartıldığını düşünüyorum. Dönem dizilerini sevmiyorum onunla ilgili muhtemelen. Ellerine sağlık @ozgun14.
Ben gayet bayıla bayıla izliyorum.
En iyi donem dramalarindan biri bence. Ve ingiliz yapimi olmasi da ayri bir guzel. Bayila bayila izledigim bir dizidir benim de, ama herkese uygun bir dizi olmadigi dogru.
Sadece maggie smith yeter izlemeye. Boyle tatli bir kadin ve basarili bir oyuncu. Allah uzun omur versin diyebiliyorum sadece.
Izlemeyen bir sey kacirir mi hayir ama kaliteli bir yapimdan mahrum kalmis olursunuz. Izleyemedigimiz o kadar cok kaliteli yapim var ki, o yuzden bir sey diyemiyorum.
Ama bir pretty little liars la da kiyaslamazdim hani.
Yine de onermeden gecmeyeyim.
Benim kadar dönem dizilerine (tarihi değil) katlanma zorluğu çeken biri var mıdır bu sitede bilmiyorum. The Americans’a bir türlü dönemedim, Vikings’te ilerleyemiyorum. Mad Men’den açıp 1 dakika bile seyretmemişimdir, hatta uyuz bile olurum Emmy dolayısıyla.
Dizi listeme baktım, Downton Abbey’den başka dönem dizisi de yok ve bayılıyorum. Hatta buraya tanıtımını da ben yazdım. Öyle de bir dizi yani. Onçün yeni sezonunu da merakla bekliyorum. Maggie Smith’in karakterini de bayılıyorum ama gerçek hayatta başına bir şey gelirse herhalde sağlam bir travma olur.
@Kutaythejai PLL’yi de şu sitede benim kadar seveni az çıkar da ben bile yapmazdım ya bu karşılaştırmayı! Çok farklı şeyler ikiis de.
Bu arada yukarıda yazdığımdan diziyi sevmiyorum gibi bir anlam çıkmasın, sadece bayılmıyorum ama kendini izletiyor. Maggie Smith bile izlemek için geçerli bir neden zaten.
“Downton Abbey yaaa, Battlestar Galactica’dan bile daha iyiiii xd” demeden önce bu diziye bayıldığımı belirteyim; ki tanıtımında da belirtmişim daha önce En başrolünden en figüranına herkes bu kadar mı dolu dolu oynar yahu? Dizideki ihtişamı, görselliği, en ufak ayrıntılara dahi gösterilen titizliği bir kenara bırakırsak sırf oyunculuklar için bile izlenmesi gerek. Başta Violet’in kullandığı olmak üzere dizinin genel havasına hakim o sarkastik dil de diziye keyif katan en önemli etmenlerden biri. Hiç aklımda yokken hadi bi bakiim diye başına oturup sezon bitirmiştim.
4. sezonu da merakla beklerken 5. sezon haberini de şimdiden almak hoşuma gitti.
Bir arkadaşım 2-3 gündür 3. sezonu izliyordu. Ben de yeni sezon öncesi ona eşlik edeyim diyerek , tekrar izledim onunla 3. sezonu. Taa geçen sene izlediğimden olayları unutmuşum. Sanırım peş peşe izleyince diziyle ilgili görüşlerimde olumlu değişmeler olduğunu söyleyebilirim. Daha önce “bayılmıyorum ama kendini izletiyor” demiştim, şimdi ilk kez izliyormuşum gibi “yok mu devamı” moduna girdim, her an bayılabilirim diziye Sanırım bu diziyi haftalık olarak izlemek yaramıyor bana.
@real tortoise: Ben sezon sezon izliyorum; tadı, harika çıkıyor. Tavsiye ederim.
@dkamoy: Ben de öyle yapacağım bu sezon. Toplu izleyince dizinin kıymetini anladım, keşke zamanım olsa da ilk iki sezona da tekrar bir bakabilsem, neyse geç olsun güç olmasın
bu sezon ben de çoğu hatta neredeyse bütün dizilerimde aynı taktiği kullanacağım gibi.
geçen sene sezon arası verdiklerinde ilk yarıyı, sezon finali yaptıklarında da ikinci yarıyı izlemiştim o da sarmıştı bayaa. tavsiye ederim.
downton abbey cidden özel bir dizi. fikirlerinin değişmesine sevindim realtortoise
İki tarafa da şimdilik sevgilerimi gönderip konuya geçeyim:
** Downton Abbey’in prequelini yapmayı planladıklarını şans eseri Wiki sayfasına bir şeye bakmak için girdiğimde fark ettim. Başta kitap olarak planlanmış ama sonra ITV alıvermiş. Konu da Cora-Lord Grantham’ın flört zamanları.
** Sezonun ilk bölümü izledim ben. Emmy yorgunluğu yüzünden yarıya bölüp yapmak zorunda kaldım ama bitti 66 dakika. O asaleti ne özlemişim öyle ben. Dan Stevens’a da bir kez daha “sevgilerimi” göndereyim. Gerisi şöyle:
O’Brien’ı oynayan oyuncunun gideceğini biliyordum, şaşıramadım. Aslında sağlam bir karakterdi ya o. Bu arada Dan Stevens’ın yanında Michelle Dockery’nin de Hollywood ve sinema kariyeri adı altında geçen sezon sonunda ayrılmayı planladığını gördüm bir sitede. Olmadığına sevindim şu an. Dan yetiyor da artıyor bana zaten…
Bir de ben Edna’yı beklemiyordum. Daha doğrusu unutmuşum ya, sadece tipi vardı. Neyse ki kısaca hatırlattılar. Meğersem de yukarıda 1 bölümlük hizmetçi olarak bahsettiğim biriymiş. Gerisine diyecek bir şeyim yok. Bu yazıda okuduklarımı aklımda tutarak izlediğim bir bölümdü zaten. Seviyorum işte seni Downton Abbey.
ilk 30dk kadar oryantasyon sorunu mu yaşadım ne oldu bilmiyorum ama pek bir zoraki izledim geçmeyecek bu 1.5 saat dedim. neyse ki sonradan kaptırdım da bir baktım sonu gelmiş.
leydi mary’nin haydi bakalım erkekler benim için savaşın kazananı görelim tavrı pek bir antipatik gelse de yarışmacıların ikisine de şimdilik eşit uzaklıkta olduğumdan seçim yapmadığına sevindim.
edith’in mutsuzluğu daim tabii, onu genel listeye almıyorum. çocuk işi ilerde downton’ı bulandırır diye düşünüyorum, ama yardım isteği köylü de gayet iyi niyetli göründü umarım daha fazla üzülmez.
carson ve hughes arasındaki hafif romansı izlemek beni mutlu etti.
daisy için de çok mutlu oldum keşke çocuk ingiltere’de kalsaydı da biraz beraber takılsalardı, daisynin kafa dağıtmaya ihtiyacı var. ona da bir romans gerek bir yerden sonra.
gıcık uşak gıcıklığına devam ediyor tabii. umarım o yeni gelen kadının başına iş açmaz.
anna ve bates için her şey yolunda görünüyor ama bates’in tecavüz olayından beri üzerindeki bulutlar, gülümsemesinin altındaki tanımlayamadığım sıkıntı beni germiyor değil.
mektup olayı ve çözüme kavuşturma planları falan bayaa eğlenceliydi.
maggie’ciğime ise ne desem az. yine zerafetiyle, alttan laf sokuşlarıyla muhteşemdi. bu sezonu son diye bildiğimden sezon sonu twistini ondan yana bekleyip korkarak izledim baya, neyse ki bir şey olmadı sevindim. onu kayetmeye hazır değiliz. bu arada tom’la aralarında ilişki çok hoşuma gidiyor. umrım araları hiç açılmaz. katı kurallarına rağmen onu bağrına bastı, ailesinin bir parçası olarak gördü. tom da her zaman aileye yakışır davrandı. umarım eve getirdiği kızı sorun etmezler de ara bozulmaz.
amerikalı dayıyla takılan leydi olamamış hanım kızımız da ne tatlıydı öyle izle izle doyamadım. kadrolu olsa negzel olur ki
— Daisy’nin “Ha Londra’da patates soymuşum, ha Yorkshire’da. Ne fark eder ki?” demesiyle güzel bir giriş yaptık. Şunca zamandır 92 dakikalık dizi bölümlerine hala alışamadım ama bu Yılbaşı Özel’di, kendimi hazırlamıştım. Çabuk da geçti denilebilir üstelik. Ama asıl havasını son 1 saatlik kısımda bulduğu doğru.
(Gerçi aklıma bir şeyler geldikçe IMDB, Wikipedia, Google diye dolanmaktan bitmesi 92 dakikada olmadı tabii, 100’ün altında kalabilseydim kendime şaşıracaktım.)
Asalet damarıma bu sayede biraz kan gitmiş oldu. Bu beni biraz idare eder. Zamanında zaman sorunu yaşadığım dönem ‘Kitaplarını okudum, zaten birebir de gidiyorlar’ diye bir süreliğine yarısındayken ara verdiğim The White Queen‘e devam edeyim diyorum okulların arasında, bakalım…
Gerisi spoiler:
— Branson’ın o kız konusundaki davranışları biraz hal etmişlik olsa gerek. Kızı sevmedim, sevemedim. Violet Teyzem tavırlarında haklıydı.
— Cora’nın kardeşinin göründüğü kadar aptal olmamasından zevk aldım. Valla bir saf daha çekecek durumda değilim. Downton Abbey ile alakası yok, bugün o modumda değilim. Annesi de iyiydi, Violet ile kapışmaları özellikle.
— Bates’in o haltı yemesi taraftarı değildim, tabir-i caizse kendisi de kaşındı. Başına bir şey gelirse itiraz da etmeyecektim ama Mary’nin eninde sonunda bir şey söylemeyeceğini biliyordum. Hayırlısı olsun bakalım…
— Konu İngiliz Kraliyeti ve Downton Abbey olduğunda ben de monarşist biriyim galiba. Ama Titanic: Blood and Steel’i izlerken de İrlanda konusunda çok farklı şeyler düşünüyordum (Derek Jacobi’nin oyunculuk kabiliyetini inkar edemem.) Kafam karışmadı da değil açıkçası…
— Mary’nin erkekleri arasında seçim yapmayı bir kere daha beceremedim ve yine istemedim. Çok dramatik olacak ama ben de sanırım Matthew yasına devam edeceğim.
Dan Stevens’ı Tomorrow People’daki makinanin seslendirmesi olmaktan daha fazlası bir yerde ve dizide normal izlesem daha güzel olacak.
tesadüfen başlayıp bir solukta bitirdiğim 5. sezonu nu beklediğim bir dizi…aksiyon,cinayet (diğer dizilere kıyasla) olmayıp bu kadar merakla takip edilecek kaç dizi olur…oyunculuk,kostüm her şey çok güzel..belki de dönem dizisi sevdiğim olabilir..