Glee, Pose, Feud, Nip/Tuck, AHS, ACS, 9-1-1 ve Scream Queens dizilerinin yaratıcısı Ryan Murphy’nin Netflix’le ilk işbirliği olan The Politician 27 Eylül’de seyirciyle buluştu. Komedi-Drama türündeki dizinin ilk sezonu 8 bölümden oluşuyor ve 2. sezon onayını başlamadan almıştı.

Dizinin yaratıcıları olarak Ryan Murphy’nin yanında, Glee ve Scream Queens’teki arkadaşları Ian Brennan ve Brad Falchuk‘ı görüyoruz.

Kaliforniya’nın Santa Barbara’sında yaşayan zengin bir ailenin evlatlık oğlu Payton, bir lise son sınıf öğrencisi. 7 yaşından beri, bir gün ABD başkanı olacağını bilmekte. Bu yolculukta aşamalar küçükten büyüğe doğru adım adım olduğundan belediye başkanlığı, eyalet başkanlığı gibi seçimlerden önce, önünde kazanması gereken en az bunlar kadar zorlu bir seçim var: Öğrenci Birliği Başkanlığı…

Dizide politikacı Payton Hobart’ın her sezon farklı bir politik yarışına tanık olacağız. Her ne kadar dizi ilk sezonunda bir özel liseyi mesken tutsa da aslında Ryan Murphy’nin önceki işlerinden aşina olduğumuz o abartılı gerçekliğini kullanıyor ve lise ortamı sadece esprisindeki bir araç. Dizinin esasında yaptığı şey bir gençlik draması vs. değil; günümüz politik iklimine bir taşlama ve siyaset kültürünün saçmalıklarıyla dalga geçmek. Elbette arada gençlerin günümüzdeki sorunlarına ve modern ilişki dramalarına değinmeyi ihmal etmiyor. Hatta başrolünde ödüllü bir Broadway sanatçısı bulundurmasından faydalanıp çok az da olsa müzik içeren sürprizler bile sunuyor.

Payton ultra zengin, klasik Cumhuriyetçi, beyaz Amerikan ailesinin yanında sürekli buraya ait olmadığını hissetmektedir. Annesiyle arası çok iyi olsa da babasıyla soğuk ve mesafeli bir ilişkisi vardır. İkiz ağabeyleri hayatında görüp görebileceği en korkunç insanlardır. Zamanını başkan olmakla ilgili motivasyonlarını besleyerek geçirmektedir. Harvard’a nüfuzlu ailesini ve satın alım gücünü kullanarak değil, hakkıyla girmek için çalışmaktadır. Sürekli kendini geliştirme konusunda azimlidir. İleride başkan olduğunda, geçmişinden karşısına çıkacak en ufak bir açık olmaması için çabalamaktadır. Önümüzdeki okul başkanlığı seçimleri için de oldukça takıntılıdır ve fazlasıyla hesaplı, titiz ve karmaşık bir kampanya sürecine hazırlanmaktadır.

Payton’ın seçimlerdeki rakibi hiç beklemediği biri olur. Çince öğrenmesinde ona yardım eden, okulun yakışıklı ve popüler çocuklarından, üstelik aralarında bir arkadaşlık ilişkisinden fazlasının yaşandığı River… Hayallerini ve onun için önemini bilen River’ın bunu yapmasıyla hayal kırıklığına uğrayan ve şansının ciddi ölçüde azaldığını düşünen Payton, kısa sürede toparlanır ve yarışa aynı kararlılığıyla devam eder. Bakalım değerlerinden ve insanlığından bir şey kaybetmeden zafere ulaşmayı başarabilecek mi?

Payton’a tiyatro asıllı ve Tony ödüllü Ben Platt hayat veriyor. Müzisyen kimliğiyle de işler yapan Platt’ın yine bu yıl “Sing to Me Instead” adlı ilk pop albümü çıkmıştı.

Payton’ın üvey annesi Georgina, biyolojik oğullarını büyütürken yaptığı hataların farkına varmış, bir şeytan daha yetiştirmemek için Payton’ı yetiştirme sürecinde çok daha hassas davranmıştır. Payton da yüzünü karar çıkarmamıştır. Ne kadar zengin olursa olsun o da artık bu sıkıcı hayattan bunalmış biri. Oğlunun her konuda arkasında ama zaman zaman bu gözünü karartan hırsı ve eli kanlı düşmanları konusunda tedirgin olmuyor değil.

Karakteri dizinin yapımcı ve yönetmenlerinden Gwyneth Paltrow canlandırıyor.

Payton’ın en yakın arkadaşları James (Theo Germaine) ve McAfee (Laura Dreyfuss) ile kız arkadaşı Alice (Julia Schlaepfer), seçim kampanyası danışmanları olarak Payton’a yoldaşlık ediyorlar. Oldukça sadık ekibi yeri geldiğinde Payton’dan çok daha odaklı ve titiz çalışıyor. Kampanya, bir lise seçimi için fazlasıyla kirli işlerin döndüğü, sürekli bir yerlerden skandalların patlak verdiği, inişli-çıkışlı bir süreç olduğundan bu koşullarda sürekli tetikte olmaları oldukça önemli.

Payton’ın rakibi River’ı Ryan Murphy’nin bir başka Netflix projesi Hollywood’da yer almaya hazırlanan David Corenswet; River’ın monoton hayatıyla sıkıntıları olan kız arkadaşı Astrid’i ise Gypsy ve Bohemian Rhapsody gibi yapımlarda izlediğimiz Lucy Boynton canlandırıyor.

Dylan McDermott ve January Jones, Astrid’in ebeveynleri olarak ara ara boy göstermekteler.

Politik doğruculuk kaygılarıyla Payton ve ekibi, başkan yardımcılığı görevi için kanser hastası Infinity’yi gözüne kestiriyorlar. Payton bir şekilde ikna etmeyi başarsa da hikayesinin altında görünenden fazlası yatan Infinity ve onunla hastalıklı derecede tuhaf bir ilişkisinin olduğu ninesi Dusty, bu süreçte Payton’ın işlerine yaramaktan çok çeşitli sıkıntılar çıkarıyorlar.

Infinity’yi Zoey Deutch, Dusty’yi ise Ryan Murphy’nin vazgeçilmezlerinden Jessica Lange canlandırıyor.

Infinity’nin tuhaf erkek arkadaşı Ricardo (Benjamin Barrett), kampanyada cinsiyet eşitliği başta olmak üzere bazı davaları savunarak önemli bir konuma sahip olan Skye (Rahne Jones); Payton’ın koleksiyonculuğa takıntılı üvey babası Keaton (Bob Balaban), zorba ve aptal ikiz ağabeyleri Martin ile Luther (Trevor ve Trey Eason), diğer yan karakterlerden bazıları.

Oyuncuların tamamına şuradan bakabilirsiniz.

Ryan Murphy’nin American Crime Story gibi ciddi işlerinden ziyade komedide daha başarılı olduğunu düşünenlerdenim. Hem tam olarak ona yaraşır bir iş gibi durduğundan, hem de FOX/FX’ten ayrılıp Netflix’e geçmesinin ardından gelen ilk dizi olması dolayısıyla The Politician’dan beklentim biraz yüksekti. Kişisel zevklerime fazlasıyla hitap ettiği için ufak tefek olmamışlıklarını rahatça görmezden gelip beklentimi karşılayan bir dizi olduğunu söyleyebiliyorum. Fakat genel izleyicinin ne tepki vereceğini çok kestiremiyorum açıkçası.

Tarz olarak Murphy’nin önceki işlerinden en çok Glee’ye yakın olduğunu söylesem yanlış olmaz sanırım. Sıcak ve iç açıcı renkleri, ortada dönen dramanın, kaos ortamının ve oyunculukların bazen abartılması ve bundan iyi bir komedi çıkarabilmesi; ayrıca yer yer absürdleşmesi, popüler kültüre referanslar içermesi ve LGBTQ karakterleri bakımından zengin oluşu gibi özellikleriyle Glee’yi andırdığını düşünüyor, onu sevenlerin bu diziden de memnun kalacağını tahmin ediyorum.

Sonuç olarak The Politician başarılı bir kara komedi. Sık sık sürpriz gelişmelerin yaşandığı, olayların hızlı geliştiği, sıkılmaya fırsat vermeyen, makul bölüm süreleri sayesinde izleyiciyi yormayan, keyifli bir seyirlik.

Şans tanıyacak olan herkese iyi seyirler…

Fragman

Sufjan Stevens‘ın Chicago parçasının kullanıldığı nefis giriş jeneriği: