Daha önce 22dakika podcast‘lerinden birinde de ele alınmış olan United States of Tara (Tara Birleşik Devletleri) öyle politikayla, devletle vs. ile ilgili bir dizi değil. “çoklu kişilik bozukluğu” (yeni adıyla “Kimlik Çözülmesi Bozukluğu”) denen psikolojik hastalığa sahip Tara isimli bir ev hanımının ve ailesinin hayatını ele alan bir dizi.
18 Ocak 2009’dan bu yana yayınlanmakta ve 12 bölümlük ilk sezonu bu hafta sona erecek.
Juno filminin Oscar ödüllü yazarı Diablo Cody‘nin yaratıcısı olduğu dizinin yapımcılarından biri Steven Spielberg.
Dizide, Tara Gregson isimli evli ve 2 çocuklu bir evhanımının bölünmüş/çoklu kişilik bozukluğu var. Hastalığı için aldığı ilaçlar, diğer kişiliklerinin kendi kontrolü dışında ortaya çıkmasını engellerken, onun da hissiz ve uyuşuk olmasına neden olarak “kendi” olabilmesini önlüyor. Bu yüzden kahramanımız, ilaç almak yerine bu durumu ilaçsız kontrol ederek sorunun köküne inmeye, bu sırada hortlayıp duran diğer karakterlerin hayatına verdiği zararları da idare etmeye çalışmakta.

Tara ve diğer karakterleri

(soldan sağa) Buck, Tara, Alice, T

Tara’nın kendisi dışındaki karakterlerinin biri 16 yaşında kabına sığmaz, bir ergen kız olan T;
diğeri 50’lerin Amerikan ev kadınlarından titiz ve düzenli Alice (tutucu bir Bree Van de Kamp tiplemesi diyebiliriz).
Diğer karakter ise eski bir Vietnam Gazisi olan Buck isimli itici, paspal, maço bir erkek.
Bu 3 karakter en beklenmedik anlarda ve Tara’nın kontrolü dışında ortaya çıktığı için başta Tara olmak üzere tüm aile (ve hatta Tara’nın kızkardeşi Charmaine de) trajikomik durumlara maruz kalıyor. Ancak herkes birbirinden anlayışlı ve olgun. Bu kadar olgunluk, izleyenler için abartının tadının kaçması hissini doğurmuyor diyemem. Ama biliyoruz ki dizi, “Psikolojik bozuklukları olan insanlara anlayışla yaklaşırsak hayatımızın karşılıklı olarak ne kadar kolaylaşabileceği” mesajını inceden inceden veriyor.
Dizi, bir durum komedisi (sitkom) olarak tanımlansa da alıştığımız sitkomlar gibi küçük bir çevrede ve/ya kahkahalar eşiliğinde geçenlerden değil. Komedi unsurunun çok yaygın olmadığı bölüm başına 22 dakikalık bir dram-komedi dizisi. Genelde çekimleri iç karartıcı ve ağır tempoda. Breaking Bad kadar “müziksiz ve belgesel tadında” ilerleyerek izlenmeyi zorlaştırmıyor, ama yine de çoğu popüler dizideki gibi güzel karakterler, harika kıyafetler, modern görünüme öncelik vermiyor.
Tara ve diğer kişilikleri rolünde Toni Collette‘i izliyoruz. Kendisi bana göre, zor olan bu rolün altında biraz eziliyor. İnsanı diziden koparacak aşamaya gelmese de alt kişilikleri canlandırırken harika bir oyunculuk sergilemediğini düşünüyorum. Her ne kadar kendisini bana beğendirememiş olsa da Colette, Hollywood’un en bilinen ve en fazla kazanan Avustralya’lı aktis ünvanına sahip. Şimdiye kadar 6. His filmi ile Oscar’larda, Muriel’s Wedding‘deki rolüyle Golden Globe’da aday gösterilmiş. Bunlardan başka da birçok ödülü ve ödül adaylığı var. 11 yaşındayken yaptığı apandisit sancısı rolü ile (testlerde hiçbir şey çıkmamasına rağmen) doktorları kandırıp apandisitini aldırmış. :)
Eşi Max’in -biraz daha böyle devam ederse- “en iyi kocalar” başlıklı yarışmada Medium‘daki Joe DuBois karakterinin tahtını sallayacağını düşünmeye başladım. Max’i, John Corbett canlandırıyor (Northern Exposure‘dan ve Sex and the City‘deki Aidan rolüyle hatırlarsınız).
Yapımcılar, Tara ve alt karakterlerine bizi alıştırdıktan sonra sezon ortalarına doğru Tara’nın çocuklarının -15 yaşında bir kız (Brie Larson) ve 14 yaşında bir erkek (Keir Gilchrist)- ve kızkardeşinin (Rosemarie DeWitt) de mükemmel olmayan yaşamlarına daha derinlemesine girmeye başlıyor. Dizi bu noktada (özellikle erkek çocukta) beni epey yakaladı diyebilirim.
Konu ilginizi çektiyse, vizyondaki(!) alışıldık dizilerden sıkıldıysanız ilk bölüme bir şans tanıyın derim.