Mad Men || Reklamcılığın Altın Yılları || Tanıtım
57 yorum unfortr 27 Aralık 2013 13:31
Burası Sterling Cooper reklam ajansı. Buraya gelen müşteriler Mad Men erkeklerinin ürettikleri sloganları satın almak için geliyorlar. Şunu da biliyorlar ki kampanyaları hakkında ne karar verilirse verilsin, bunun kendi kararları olmadıklarının farkındalar. Çünkü bu adamlar ürettikleri sloganı, nasıl ve ne şekilde pazarlayacaklarını çok iyi biliyorlar.
Mad Men‘in yaşattığı gerçeklik ile hikayenin geçtiği 1960’lı yıllara yolculuk yapmaya ne dersiniz?
İçindekiler
- Konu
- Mad Men Jeneriğinden Ne Anlam Çıkarıyoruz?
- Mad Men’de Irkçılık
- Mad Men’de Alkol ve Sigara
- Mad Men’de Cinsiyet Ayrımcılığı
- Karakterler
- Mad Men’in Sanatsal Satın Alımcısı: Ellen Freund
- Mad Men ve Moda
- Mad Men ve Kitapları
- Yayın Bilgileri ve Ödülleri
- Fragmanı
KONU
Mad Men‘e konu olan 1960’lı yıllar Amerika’da neden reklamcılığın altın çağıydı? Dilerseniz ilk başta bu soruyu cevaplayalım.
Ülke 2. Dünya Savaşı’ndan daha yeni çıkmıştır. Ülke tarihinde daha önce olmadığı kadar eşi benzeri görülmemiş bir bolluk yaşanmaktadır. Endüstriyel üretime sahip olan ülke, savaşı kazandıktan sonra kitlesel üretime geçmiştir. Aklınızın alabileceğinin ötesinde birçok marka piyasada kıyasıya rekabet içerisine girer. İnsanların satın alma gücünün arttığı, eğitim seviyesi yüksek, sofistike, ne istediğini bilen ve buna para harcayabilecek bir refah toplumu oluşmuştur. Zengin sayısında ciddi bir artışın olduğu ülkede, servetlerine servet katmak isteyenler mallarını satabilmek için bu rekabet dolu piyasada reklamcıların kapısını aşındırırlar. İşte bu yüzden 60’lı yıllara reklamcılığın altın çağı deniyor.
Mad Men’de ayrıntılar dizinin her şeyidir. Reklamcıların anlatıldığı bir dünya olarak konu anlatımına girersek, diziye büyük bir haksızlık etmiş oluruz. Zaten sadece öyle bir şey olsaydı, dizi çok sıkıcı olurdu. Tekdüzeleştirilmiş bir senaryo yok; her bir sahne ve her bir replik kendi bakış açınıza göre farklı anlamlar yükleyebileceğiniz bir bulmaca gibidir. Ayrıntılar dedik, jenerikle devam edelim.
Mad Men Jeneriğinden Ne Anlam Çıkarıyoruz?
Don Draper ofisinde yürürken birden duvardaki tablolar, masa, sandalyeler ve tavanla birlikte gökdelenden aşağı sonsuz bir düşüş yaşar. Son sahnede ise koltuğunda sigarasını büyük bir keyifle tüttürürken görüntüsü ekrana yansır. Bu son görüntüyü yaşadığı düşüşe rağmen kendine olan güvenini tazelemesi olarak yorumlayabiliriz.
Jeneriğin The Simpsons’ta Yapılan Parodisi
Mad Men reklamcılığın altın çağını anlatmasının yanı sıra, 1960’lı yılların alkol ve sigara tüketiminin yaygınlığından tutun da sistemin cinsiyetçi, ırkçı ve homofobik tutumuna kadar birçok ayrıntı işliyor. Aile ve iş hayatının ahlaki olarak dumanlı atmosferinde, çoğu zaman alenen, bazen de açık açık ahlak kurallarının dışına çıkan, sempatikleştirilen karakterlerle dolu bir dünya izliyoruz. Diziyle birlikte yıllar geçtikçe, hem ülkenin sosyo-ekonomik değişimi, hem de karakterlerin olgunlaşan değişimine tanık oluyoruz. Yani hiç bir şey yerinde saymıyor. Olağanca bir hızla her şey değişiyor. Bu da dizinin izlenebilirliğini artırıyor.
Dizi 60’lı yıllar boyunca önemli olan birçok tarihi olayı da es geçmiyor. American Airlines uçağının düşmesi, Kennedy-Nixon başkanlık yarışı, Kennedy suikasti, Vietnam Savaşı, Amerikan tarihin en büyük spor olaylarından olan Muhammed Ali – Sonny Liston boks karşılaşması vereceğimiz örneklerden bazıları.
Madison Avenue bulvarında mutlak bir beyaz üstünlüğü var. Dizide uzun bir müddet siyahi oyuncu görmüyoruz. Hiç konuşmayan temizlik görevlileri ve ağzından taş çatlasa iki cümle çıkmış olan asansör görevlisi gözümüze takılanlar. Bölümler ilerledikçe dünya değişiyor, tabii ki Mad Men de değişiyor ve birkaç siyahi karakterle de böylelikle tanışmış oluyoruz.
Dizide ırkçılık üzerine trajikomik bir sahne;
Siyahiler Madison Bulvarı’nda özgürlük için slogan atarak yürüyorlardır. Gökdelenlerin tepesinden de Sterling Cooper ve diğer reklam ajansları büyük bir merakla onları izlemektedirler. Derken karşı ajansta çalışanlar, yürüyüş yapanların üstüne su dolu torbalar atmaya başlarlar. Herkes pek bir eğlenmiştir. Tabii bu, büyük bir haber olur. Bizim ajans da espri olsun diye “Bizim kapımız herkese açık dileyen gelebilir.” diye bir ilan verirler. Espri gerçeğe dönüşür, ertesi gün bütün siyahiler iş başvurusu için Sterling Cooper’ın kapısında kuyruk oluşturur.
Mad Men’de Alkol ve Sigara
Dizide ilk sezonundan itibaren var olan ana karakterlerden bir tek Bertram Cooper sigara ve alkol kullanmıyor. Neden kullanmadığından da karakter tahlilinde bahsedeceğiz. Bu kısmı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok aslında. Kamuya açık-kapalı, her alanda sigara içiliyor. Sigaranın sağlığa zararları konusunda Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı araştırmanın Reader’s Diegest dergisinde yayınlanması ile sigara üreticileri de zor durumlara düşüyor. Alkol ise hayatının rutinine girmiş, mesai saatleri içinde çay, kahve içer gibi viskiler ve martiniler lıkır lıkır mideye indiriliyor.
Mad Men’de Cinsiyet Ayrımcılığı
Bu konuya Sterling Cooper ofisinde çalışan kadınların Mad Men erkekleri tarafından maruz bırakıldığı durumlardan örnekler vererek başlayalım:
Sekreterler o zamanın en -modern- aletleri arasında yer alan, IBM Selectric daktiloları ve Xerox 914 fotokopi makineleriyle tam bir Stepford Kadınları misali köle gibi çalışırlar. Sadece bununla sınırlı olmayan azapları, Mad Men erkeklerine dadı gibi hizmet etmeleriyle devam eder. Bazen uğradıkları hakaretler ve cinsel tacizler yüzünden, bunalanlar soluğu tuvalette hıçkıra hıçkıra ağlamakta bulurlar. Yapacak bir şey yok; tekrar masalarına dönmek zorundadırlar, yoksa kendinilerini kapının önünde bulurlar.
Cinsiyet ayrımcılığına bir örnek;
Bir ruj markası, Sterling Cooper ajansının kapısını çalar. O zamana kadar tüketicisi sadece kadın olan bir ürün için reklam sloganı üretmemiş Mad Men erkekleri, çareyi ürünleri ofisteki sekreterlere deneterek, onlar arasında bir beyin fırtınası yaratmakta bulurlar. Testin yapıldığı odaya sekreterler girer ve çeşit çeşit ürünü dudaklarında denemeye başlarlar. Ofisin erkekleri de tıpkı bir polis merkezinde, kapalı koyu renkli camlı bir bölmede kendisini göremeyecek olan bir düzine zanlıdan gerçek suçluyu ayırt edecek olan şahit gibidirler. Odanın dizaynı tıpatıp bu şekildedir. Sekreterler rujları denerken, onlar da ellerinde viski bardakları, sigaraları ve koltuklarına yayılarak sekreterleri dikizlerler.
Bu ruj markası testinden sonra Peggy Olson fikirlerini söylerken, ağzından akıl dolu bir slogan çıkar. Metin yazarlarından Freddy Rumsen basit bir sekreter olarak gördüğü Peggy’den böyle bir cümle duymasının şaşkınlığı ile;
”Bir köpeğin piyano çaldığını görmek gibi bir şeydi” diyerek cinsiyet ayrımcılığının dibine vurur.
Dizide yıllar geçtikçe her şey değişiyor dedik ya, kadının da toplumdaki yeri yavaş yavaş değişiyor. Biz de özellikle Peggy Olson’un karakterindeki değişimi izleyerek buna şahit oluyoruz.
KARAKTERLER
Diziye bölümler ilerledikçe birçok karakter dahil ediliyor. Gerek tanıtımı yazarken gerekse karakterleri tanıtırken diziden alacağınız hazzı törpülememek adına oldukça dikkatli davrandık. Bu yüzden ana karakterler harici diziye sonradan dahil olanlara değinmemeyi tercih ettik.
”Senin aşk dediğin şey, kadın çorabı satılabilmesi için benim gibi erkekler tarafından icat edildi.”
Dizide yer alan konuk oyunculardan biri olan Rachel Menken‘e söylediği bu alaycı cümle, aşka ne derece inandığının bir göstergesi değil midir?
Hikayenin ana kahramanı olan Don Draper’ın geçmişi hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Saklaması gereken bir sırrı olduğu için, en başta karısı dahil kimseye açık vermemek üzere özellikle çaba harcamaktadır. Don’un karakterindeki karmaşıklık da bu yüzdendir. Geçmişi unutmak ve hatırlamak arasında sürekli bir gerilim içerisindedir. Geçmişi unutmak en büyük arzusudur, çünkü sadece şu andaki yaşamına odaklanmak istemektedir. Lakin birtakım olaylar, Don’un bugününü ve geleceğini tehdit edecek bir şekilde, sırlarla dolu geçmişi tarafından ele geçirilir.
Güzel bir karısı ve iki çocuğu olan ama buna karşın çapkınlıkta sınır tanımayan serseri ruhlu bir karakterdir. Karısına karşı ihmalkar ve ilgisiz bir tavrı vardır. Parlak zekasının ürünüyle, zor durumlara getirdiği yapıcı çözümler hikayeyi sürükleyen etkenlerdendir.
Sitemizde Don Draper’ın Kadınları adlı ispiyonu bol bir bildiri de mevcuttur.
Betty 18 yaşında modellik yaparken Don Draper ile tanışır ve evlenir. Baskıcı anne imajı ile çocuklarının üzerinde etkili olan bir kadındır. Kocasının hayatında önemli bir parça olmak ister; ama kocası onu evde bir eşya olarak görür. Aslında zeki bir kadındır, ama kocası hakkında ciddi bir şekilde yanılmaktadır. Ev işleri ile geçen sıkıcı hayatı, hapishanede özgürlüğünü bekleyen mahkum misalidir. Yarıda bıraktığı kariyeri, içinde ukte olarak kalmıştır. Geri dönme şansı yakaladığında ise kocası tarafından engellenir. Özgürlüğe kavuşamamasının acısını komşusunun kuşlarına tüfekle ateş ederek çıkartır. Bu da o meşhur sahne;
Peggy, Brooklyn doğumlu, Katolik bir aileden gelen, iş hayatı üzerine bilgi ve tecrübesi henüz gelişmemiş bir sekreter olarak Don Draper’ın yanında işe başlar. Don Draper geçmişiyle ne kadar cebelleşen bir karakter ise Peggy bunun tam zıttıdır. Geçmişinde yaptığı yanlışlar ve hataları bir şekilde görmezden gelip unutur. Geçmişi tamamen gözden çıkarmak olarak algılayamayacağımız bu durumu, geçmişin duygusal olarak anlamını yitirmesi olarak tanımlayabiliriz. 1. sezondan ispiyon içeren örnekler verelim;
Peggy’nin Pete ile yaşadığı ilişkiyi yok saymasını ve kariyerine zarar verecek olan hamileleğin bedenine yaşattığı mevcut durumu unutmasını örnekleyebiliriz. Hırsı ile işine o kadar konsantre olmuştur ki hamile olduğuna onu ikna eden, elini karnına götürüp içindeki bebeği hissetmesini sağlayan doktordur. Hatta doğan çocuğunun dizide varlığı ile yokluğu belli değildir. Çocuğuna annelik yapması demek, kariyerine odaklanamaması anlamına geliyor. Bu yüzden çocuğunun varlığını unutmamıştır ama kendi açısından duygusal anlamını yitirmiştir .
Peggy, Amerikan toplumunda modern iş kadınının doğuşunu simgeler.
Pete Campbell (Vincent Kartheiser)
” Niye iyi bir şeye tek seferde sahip olamıyorum?”
Zengin bir ailenin çocuğu olması, ona Sterling Copper’da iş imkanı sağlamıştır. Kariyer basamaklarını hızlı tırmanmak adına elinden geleni ardına koymayan ihtiraslı bir karakter olarak tanımlayabiliriz. Önemsiz şeylerle uğraşmak, kıskançlık ve tekrar eden öfke krizleri onun sağlıksız hafızasının bir ürünüdür. Çoğunlukla basit, tepkisel içgüdülerle hareket eder. Ruh hali çok değişken, olgun olmayan tavırlarıyla sıkça karşılaşıyoruz. Ufak bir çocuk gibi köşesine çekilip kırılganlaşabiliyor. Kendine olan güvenini tekrar kazanabilmek adına her zaman bulduğu bir yol oluyor.
Ajansın iki ortağından birisidir. Doymak bilmeyen alkol ve sigara tüketicisi, kadınlara çok düşkün bir çapkındır. Hiçbir kadına uzun süre bağlı olmak istemez. Uzun soluklu bağlılık konusunda ise şöyle der;
” Sana kızıma söylediğim şeyin aynısını söyleyeceğim. Evliliğin ilk yılında seviştiğiniz her sefer için kavanoza bir peni koysan, sonraki yıl her sefer için kavanozdan bir peni alsan, elinde ne kalır biliyor musun? Bir kavanoz dolusu peni.”
Roger’ın ajanstaki misyonunu uzlaştırıcılık ve sorun giderici olarak tanımlayabiliriz. Kişisel ilişkilerini kullanarak sorun çıkaran müşterileri yatıştırır. Pete Campbell’ı idare etmesi de ne kadar uzlaştıran bir yapısı olduğuna örnektir.
Joan Holloway (Christina Hendricks)
Sterling Cooper’da sekreterlerden herhangi birinin ofis işlerinin nasıl yürüdüğüne dair sorularının muhatabı ofis müdürü Joan Holloway’dir. Sadece işler değil, özel sorunlarda da tavsiyesine başvurulan bir isimdir. Bir diğer görevi de olağan toplantılarda ajanstaki erkeklere, müşteriler ile olan ilişkilerde yapılacak olan işleri hatırlatmasıdır.
Güzelliği ve tavırlarıyla hem ajanstaki, hem de ekran başındaki çoğu izleyici tarafından tanrıça muamelesi görür. Görüntü her şeyi anlatıyor zaten.
Çoğu zaman diziyi izlerken bu Bert Cooper ne iş yapıyor diye kendimize sormuşuzdur. Bert Cooper sunumlarda yer almaz. Ortak çalışma gruplarına katılmaz. İsmini verdiği ajansın Roger ile ortağı olmasına rağmen büyük resmin içinde yer almaz. Buna karşın kendini yaratıcı bir deha olarak görür. Kendine ait odasında çıplak ayaklarıyla özgürce dolaşır. Üstelik odasına giren kimse, ayakkabılarını çıkarmak zorundadır. Neden diye soracak olursanız, kendisi sağlıklı Japon kültürünü benimsiyor. Bu yüzden alkol ve sigara da kullanmıyor. Çiçekler ve sanat eserleri de hobileri arasındadır.
Sterling Cooper’ın hesap yöneticisidir. Çocukluğu kırsal alan Vermont’da geçmiştir. Pete Campbell ile bir itiş kakış halindedirler. Bu rekabetleri tahmin edebileceğiniz üzere, Pete’in aşırı kıskançlık sendromlarından kaynaklanmaktadır.
Günümüzde olduğu gibi 1960’lı yıllarda da toplumda yaşayan yığınla eşcinsel vardı. Toplum içerisinde oldukça kapalı bir yaşam sürüyorlardı. Günümüze kıyasla, o yıllarda kimin eşcinsel olduğunu anlayabilmek için ipuçlarını takip etmeniz gerekiyordu. Mad Men’deki karakterlerin de Salvotore’den bihaber olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Sistemin homofobik tutumuna yapılan eleştiri de bu karakter üzerinden ele alınıyor. Ajanstaki görevi ise görsel sanatlar departmanındadır.
Sterling Cooper’da metin yazarıdır. Mad Men erkekleri arasında bekarlar kulübündedir. Dünya görüşü olarak açılımcı biridir. Kuşaklar arası değişim konusu bu karakter üzerinden işlenmektedir.
Harold ”Harry” Crane (Rich Sommer)
Harry için Pete’in ajansta en fazla anlaştığı karakter olduğunu söylersek yanılmamış oluruz. Ajansın medya bölümünde yer alır.
Sally (Kiernan Shipka), Bobby (Mason Vale Cotton)
Don Draper’ın iki çocuğundan biri olan Sally, ilerleyen sezonlarda hikayenin içine yerleşip önemli olacak karakterlerdendir. Boby ise sadece görüntü olarak var diyebiliriz.
Pete’in aileden varlıklı güzeller güzeli karısıdır. Kocasına nazaran olgun bir kadındır. Pete gibi bir adamı idare etmek kolay değil; olabildiğince elinden geleni yapıyor diyelim. Tek derdi çoluk çocuğa karışıp, gerçek bir aile olabilmektir.
Mad Men’in Sanatsal Satın Alımcısı Ellen Freund
1960’lı yılları gerçekçi bir dille yansıtmak hiç kolay değil. Dizi, izleyiciyi bu büyülü dünyanın içine çekebilmek için ince eleyip sık dokuyor. Ellen Freund haftanın beş gününü, dizide kullanılan aksesuarları Ebay ve Etsy gibi sitelerde aramakla geçiriyor. Bu aksesuarlara bölüm başı harcanan para 13 ile 15 bin dolar arasında değişiyor. 60’lı yıllara özgü parçalar arasında Peggy Olson‘un koluna taktığı saat, çok nadide bir parçaymış. Betty Draper‘ın antika yüzüğü için ise 40 bin dolar para harcanmış. Ellen Freund yüzük için ‘Sahte olmasındansa, 40 bin dolar para verip gerçeğinin olmasını tercih ederim” demiş. Dizide içilen Lucky Strike sigaraları el yapımı; yine Ecstasy Herbal Cigarettes’in paketleri de elle imal ediliyor. O zamanların eski içki şişelerine yeni etiket bastırmak yerine, eski etiketleri satın almak için açık arttırmalara gidiliyormuş.
Son yıllarda gerek sinema gerekse dizilerden ilham alarak koleksiyonlarını hazırlayan moda evlerini sıkça görür olduk. 2011 yılında en iyi film Oscar’ı alan The Artist ile 1920’li yılların modası geri gelmişti. Keza The Great Gatsby filmindeki kostümlerden etkilenen modacı sayısı hiç az değil. Televizyonda ise Sex and City, Gossip Girl ve Desperate Housewives’ta giyilen kostümler sıkça konuşulurdu. 3 dizinin de başrol oyuncuları moda ikonları haline dönüşmüştü. Mad Men’le ise 1960’lı yılların moda anlayışı yeniden geldi. Birçok tasarımcı dizide yer alan Joan Hollaway, Peggy Olson ve Betty Draper gibi kadın karakterlerin kostümleri ve tarzlarından ilham aldı.
Mad Men ve Kitapları
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki hiç bir dizi yayınlandığı esnada birçok yazara ilham kaynağı olmamıştır. İşte Mad Men’le direkt veya dolaylı olarak alakalı diyebileceğimiz kitaplar:
Mad Men Cookbook
Mad Men’in yansıttığı 60’lı yıllarda New York’ta davetlerde ve barlarda ne yenildiğine ve hangi kokteylerden tadıldığına dair araştırma ve tariflerle dolu bir kitaptır. O dönemin tarihsel ve kültürel damak tadını yansıtan kitap, içinde 70’ten fazla yemek-tatlı-içecek-meze tarifi de barındırır. Kitabın yazarları Judy Gelman ve Peter Zheutlin‘dir.
Mad Men ve Felsefe
Dizi hakkında genel olarak satır aralarında kalan gizli detaylara felsefik yorumlar getiren, üzerine ciddi anlamda kafa patlatılmış bir kitap olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki yazarlar Rod Carveth ve James B. South, dizinin yarattığı atmosfere kendilerini kaptırabilmek amacıyla fazlasıyla viski, martini ve sayısız paket sigara tüketmişler. Kitaptaki karakterler Platon, Aristoteles, Nietzsche gibi filozofların öğretileri ile iç dünyalarına girilip yorumlanıyor. Kitap ilk üç sezon yayınlandıktan sonra yazılmıştır.
The Real Mad Men
Yazar Andrew Cracknell, Mad Men’in başarısından sonra böyle bir araştırma kitabı yazma gereği duymuş. Dizide yansıtılan Madison Bulvarı hikayelerinin tamamen gerçeği yansıtmadığını düşünüp, yaşanan gerçekleri bu kitabına taşımıştır. Reklamcılık piyasasında yükselen isimlerin gerçek hayat hikayelerine değiniyor.
Mad Men: The Illustrated World
Adından anlaşılacağı gibi kitap bizi, 60’lı yılların sofistike ve otantik yaşam tarzına sahip parlak renkli dünyasına götürüyor. Çizim tekniği olarak Mad Men’in giriş jeneriğindeki animasyondan esinlenildiğini söyleyebiliriz.
Mad Men: Unbuttoned A Romp Through America of the 60’s
Gazeteci yazar Natasha Vargas-Cooper‘ın kaleme aldığı kitap, Mad Men’den esinlenmiştir. Kitap dokuz farklı bölüme ayrılır. En uzun olan ilk bölümde çeşitli şirketlerden örnekler verilerek 60’lı yıllardaki reklamlar hakkında görüşler yer alıyor. Sırasıyla moda, çalışan kadınlar ve seks (lezbiyenleri de içerir), sigara-içki-uyuşturucu, dekor, edebiyat ve sinema olarak konu başlıklarını tanımlayabiliriz.
Yayın Bilgileri ve Ödülleri
19 Temmuz 2007 tarihinde AMC‘de yayın hayatına başlayan Mad Men, her sezon izleyici sayısını düzenli bir şekilde arttıran ve koruyan ekrandaki nadir dizilerdendir. Şu ana kadar altı sezon yayınlanan dizi, ikiye bölünecek 7. sezonu ile ekranlara veda edecektir. Dizinin yapımcısı, The Sopranos‘un da yapımcılarından biri olan Matthew Weiner‘dır. Dizinin eşsiz müziklerini David Carbonara hazırlıyor. Özellikle bölüm sonlarında çalınan müziklerle kulağınızın pasını silebilirsiniz.
Mad Men 2008-2011 yılları arasında düzenlenen dört Emmy ödül töreninden de üst üstte “En İyi Drama” seçilerek ayrıldı. Diğer teknik dallarla birlikte 14 Emmy ödülü kazanmış oldu. Aynı şekilde 2008-2011 yılları arasında da dört kere en iyi drama seçilerek Altın Küre‘nin sahibi oldu. John Hamm ise 2008 yılında en iyi erkek oyuncu dalında Altın Küre’nin sahibi oldu.
FRAGMANI
yorumlar
Yazinizi begendim, elinize saglik.
Eklemek istedigim birkac nokta var:
Bertram karakterinin koyu bir Ayn Rand’ci olmasi ve bunun bir kac defa dile getirilmesi de o donem New England is dunyasininin egilimlerini cok guzel sembolize ediyor.
Siyah irkciliginin islendigi bolum beni cok etkilemisti,bu konudaki anlatiminizi cok begendim. Ayrica Yahudi irkciligininin da dizideki bir karakter uzerinden (spoiler olacagindan isim vermiyorum) islenmesi bence epey basariliydi, bunu da eklemeden edemeyecegim
@dino: Bertram ile ilgili o ayrıntıyı bilmiyordum. Ne güzel öğrenmiş oldum
Değinmem gereken daha bir dolu şey olsa da, ispiyon tehlikesi barındırdığı için es geçtim. Ayrıca beğenin için teşekkür ederim.
Bertram ile ilgili bir guzel ayrinti da ofise bir Mark Rothko eseri almasidir. Bunu burnunun bu konularda ne kadar iyi koku aldigina bir ornek sayabiliriz herhalde.
http://acculturated.com/2012/09/25/mark-rothko-the-tragedy-and-the-ecstasy/
Spoiler olmasin diye detay yazmayacagim ancak Muhammed Ali vs. Sonny Liston macinin oldugu bolumde macin seyri ile bolumdeki olaylarin seyri arasinda kurulan baglanti beni cok etkilemisti.
Yazi gayet derli toplu olmus. Tabi konu Mad Men olunca bir yaziya sigdirmak mumkun degil ama takdir edilecek bir caba olmus. Don Draper karakter analizinde kadin duskunlugune katilmiyorum. Daha dogrusu, Draper’in kadinlara yaklasimi mesela Sterling’in capkinligindan cok farkli. Sterling’in kadin duskunlugu daha hedonist bir eksendeyken Draper’inki ego tatmini, kacis psikolojisi vs gibi daha karmasik itici guclere bagli (bence).
Etsy ve eBay’den aksesuar toplama detayini da bilmiyordum, cok hosuma gitti.
Tekrar elinize saglik.
Bi de bir arkadaşım Pete’in sürekli mavi takım giydiğini ve bunun da özel okul çocuğu (Ivy League) olmasından ötürü olduğunu söylemişti. (Doğru mu hatırlıyorum diye gugılladım, şunu buldum). O söyleyene dek farketmemiştim.
Son sezonu 13 Nisan’da başlayacak.
Şu haberi okur okumaz ilk aklıma gelen “Mad Men oyuncularını da okuyacak mıyız böyle yıllar sonra?” oldu.
İçinde bizi ilgilendiren bir Mad-Men var ama çok güzel olmamış mı?
7. sezondan ilk kareler düşmüş.
1 – 2 – 3
7. sezondan diğer iki poz da şurada.
7. sezon karakter pozları da şurada.
7. sezonun ilk fragmanı
http://www.youtube.com/watch?v=oAicOdDEgeA
Ay gene yakıyorlar.
7. sezona bir fragman daha
https://www.youtube.com/watch?v=hdxiKfX7-fs
Vulture Don Draper’ın 6 sezon itibarıyla ‘yatmadığı’ kadınları toparlamış.
Böyle şeylerle uğraşan insanların olması bir harika… (Ciddiyim.)
Bir bölüm izledikten sonra insana, bir bölüm, sonra üstüne bir bölüm daha izleme hissi uyandırıyor bu dizi.
Daha 2. sezondayım, ileride ne olur bilemiyorum ama Boardwalk Empire sonrası, onun yerine bir dizi bulduğuma seviniyorum. Keşke uzun süre önce izlediğim 1. sezona tekrardan başlayıp gelseydim. Neyse, dizi bitince 1. sezona bakarım artık.
Sezon finalinde Draper’ın aile ve iş yaşamındaki gelişmeler çok güzel anlatılmış. Bekleniyordu evliliğin bitmesi. Neyse ki bitti de hem Don hem biz kurtulduk. Yeni firma kurma çalışmaları, gerekli elemanları (Pete,Peggy, Harry) ikna etme çabaları (ben Paul’u seviyordum, o da gelseydi keşke) , Joan Holloway’in yeniden geri dönmesi ve işleri yoluna koyması….
Bu 2 bölüm nasıl geçti anlamadım.
4. sezonda ne tür gelişmeler olacağını çok merak ediyorum.
Gelecekte ne olur bilmiyorum ama ben bu Roger Sterling’e bayılıyorum. Beni dizide güldüren tek adam.
4×07’nin muhteşemliği karşısında insana söyleyecek çok fazla söz bırakmıyor bu dizi. Şapkam olsa şapka çıkarıyorum.
Zayıflık denince aklıma geldi. Bu dizideki Harry Crane karakteri her sezon biraz daha zayıflıyor. 5. sezonun ilk bölümünde biraz daha zayıflamış görünce, “nereye kadar, kaybolacak adam” dedim
OMG! Eveeeet, n’olur olsun!
Evet bence de lütfen.
kırılma noktası oldu. Ulan Don, yıllardır şu Peggy’e yapmadığın hakaret kalmadı. Kızın suratına para atmak ne? Peggy’nin de bir dayanma noktası var. Yıllık 19 bin dolara, en nefret ettiğin adamlardan Ted Chaough’a kaptırdın işte. Kıymetini bilemedin. Yine de Don’a üzülmedim desem yalan olur. Bana bile koydu son konuşmaları, zavallı Don’a nasıl nasıl koymasın.
Pete’in nasıl bir onun bunun çocuğu olduğunu bu bölümde gözümüze iyice soktular. Eskiden de sinir ederdi ama yeni şirkete olan katkıları, emeklerini görünce az biraz sempati kazanmıştı gözüme ama Jaguar’ı alabilmek için Joan’u şu ayı oğlu ayıya peşkeş çekmesi yaptığı en rezalet şeydi.
Don dışındaki ortakların (çocuğunun annesi ulan Roger, nasıl karşı çıkmazsın) hepsinin bu rezalete onay vermesi mide bulandırıcıydı. Joan dizide hayranlık duyduğum kadınların başında geliyor. O nedenle yaptığına hiç kızmadım. Çocuğu için yapması gerekeni yaptı.
https://www.youtube.com/watch?v=2yWzlUGQWWM
Zamanında bu dizinin adaylıklarına, aldığı ödüllere laf edenleri acilen diziyi izlemeye çağırıyorum.
bitemezsiiin.
Dünya’da yapılmış en iyi “iş”ler sıralanacak olsa, Mad Men benim gözümde en iyisi olur. Ancak ben çok duygusal olduğumu kabul ediyorum ancak; Olgu olarak baktığımızda da en iyilerden bir tanesi çok rahat olabileceğini düşünüyorum.
S01E01-02
It’s A Man’s World …
En modern geçinenlerin bile kadınlara 2. sınıf insan muamelesi gösterdiği bir ortam var dizide. 1-2 koldan bir başkaldırı hikayesine evrilir umarım ilerleyen süreçte.
İlk bölüm güzeldi. 2. bölümde düştü biraz ama fena gitmiyor şu an için.
En çok öne çıkan karakter Elisabeth Moss’un karakteri Peggy ilk 2 bölüm itibariyle elbette. Her şeyi yapabilir ama aynı zamanda hiçbir şey yapmazmış gibi bir tip. Utangaç imajlı yaramaz kilise kızı misali. Rosemarie DeWitt, Jon Hamm ve Christina Hendricks de Moss dışında öne çıkmaya çalışan diğer isimler şu an için benim radarımda.
S01E06
Ne etkileyici bir performanstır o öyle ya!
Elbette ara ara çok sarmadığı anlar da oluyor (Özellikle 3-5 erkeğin kendi aralarında toplandığı anlar) ve sürekli sigara tüttürülüyor olması az biraz rahatsız ediyor ama genel olarak baktığımda fena gitmiyor dizi. Rosemarie DeWitt, Maggie Siff, Christina Hendricks, Darby Stanchfield, Alison Brie, Elisabeth Moss, Jon Hamm … Sırf bu saydığım isimlerin ekranda olduğu anlar yetiyor.
S01E08
Sanırım şu ana kadarki en çok sevdiğim bölüm buydu.
Bu dizideki erkeklerin tamamının domuz olduğunu düşünüyorum ve Don dışında hiçbir erkek karaktere de ısınabilmiş değilim zaten ama Pete’den ciddi seviyede rahatsız oluyorum. Bunun da çocukluğuna inelim bence. Küçükken ne yaşamış da böyle olmuş merak ediyorum.
Peggy ile ilgili sondaki malum konu hakkında: Ryan Murphy dizisi olsa anca bu kadar olur.
Profesyonel terbiye dedi ya!
Peyton Listciğim teşrif edebildi sonunda.
Sezonu Melinda McGraw taşıyor tek başına şu ana kadar. Tüm yükü omuzlarına almış durumda ve o yükün birazını üzerinden almaya yeltenen çıkmadı şu ana kadar. Peggy, Don ve Joan formsuz bir süreçten geçiyor şu sıralar.
S02E06
‘Sana konuşma demiştim.’ 1 yıl boyunca kaldırama emi Don!
Tam Sarah Wright konuk olmuş ve … Bu dizi HBO ya da Showtime dizisi olmadığı için sık sık sövdüğüm doğrudur.
S02E07
*Sevdim seni Jane.
*Açılışı yap artık be Betty. Bir boynuz da sen tak şuna!
S02E11
Joy ve ahalisi sağ olsun bu sezonun en çok sevdiğim bölümü bu oldu. Kalsalarmış keşke biraz daha.
Draper olmak var bu hayatta. Her şey altın tepside sunuluyor önüne. En ufak bir çaba harcamasına bile gerek kalmıyor. Bu yüzden sinir oluyorum açıkçası karaktere ama diziyi dizi yapan da Draper işte.
S03E06
Tamam, ofis partilerinde uslu durmak gibi bir huyları yok bunların ama bu kez iyice bokunu çıkardılar.
Sezon hiç iyi gitmiyor bu arada şu ana kadar. İş muhabbetleri önceki 2 sezonda da çok fazla ilgi çekici sayılmazdı ama bu sezon iyice sıkıcılaşmış durumda. Özel hayatların da pek parlak ilerlediği söylenemez. Draperlarda dedenin varlığı da negatif bir unsurdu bu arada çocuk oyuncunun kendini göstermesine fırsat tanımış olsa dahi.
İlk bölüm Draper ve Romano’nun yolculuğu ve Sunny Mabrey’nin konukluğunun da etkisiyle nispeten daha izlenir durumdaydı diğerlerine göre. 3. bölümde Peyton List’i yeniden görmek güzeldi. 6. bölümün de en can alıcı yeri malum sahneydi elbette. Uyuklarken birden uyandıran cinstendi. Abigail Spencer’ı ise daha iyi kullanırlar umarım sezonun geri kalan kısmında.
Sadece Betty ve Pete’in merkezde olduğu 2 kulvarlı bir bölüm çekmişler. İki karakterin hikayesi de güzel aktı. Bu sezonun gerçek manada sevdiğim ilk bölümü oldu. İş güç muhabbetlerinden uzaklaşmak çok iyi geldi.
S03E09
… Bitişler bölümü olmuş. Bu bölüm dizi finali olmuş olsa yadırgamazdım kesinlikle.
S04E03
Don ve Anna arasındaki ilişkiyi izlemeyi seviyorum ben.
İlk 3 bölümün konukları arasında Erin Cummings, Caity Lotz, Cara Buono, Nora Zehetner ve Anna Camp vardı. Bu sezon konuk konusunda iyi iş çıkarıyorlar cidden.
*Sıradaki
bulduk sanki: Megan
*İzlemeyi seviyorum ben bu Sally’yi ya! Gittikçe daha iyi oluyor diyebilirim Kiernan Shipka için. Bu gelişimi devam ederse izlemem dediğim Sabrina’yı denerken bulabilirim kendimi belki de.
*O buna değmez be güzelim! E sen de bunu idrak edemeyecek kadar aptal da değilsin ki!
*
*Roger bi biptir git ya! Hikaye gereği bu sezon sonunda vedalaşmalıymışız aslında bu karakterle ama …
S04E12
Tatlım, senden çok yüksek bir beklentim yok zaten ama yine de bu kadar da düşülmez be ya! Yine de uzun bir aradan sonra görmek güzeldi seni Midge.
S04E13 (Sezon Finali)
Güzel bir bölümle kapatmışlar sezonu. Genel olarak baktığımızda da güzel bir sezon oldu bu arada. Şu ana kadarki en iyi sezondu hatta. Oldukça kötü geçen 3. sezonun üstüne iyi geldi valla.
Cara Buono varlığıyla büyük renk kattı sezona. Jessica Paré’nin de kadroya katılmış olmasından oldukça memnunum. Caity Lotz, Nora Zehetner ve Anna Camp gibi isimleri de tekrar eden rollerle izlemesi keyifliydi sezon içerisinde. Don, Peggy, Pete, Sally, Joan gibi ana karakterlerin de iyi birer sezon geçirdiklerini söyleyebilirim. Betty, çirkef ve şirret halleriyle epey yordu ama bu sezon. İş muhabbetleri için ise önceki sezonlara oranla daha iyi aktığını söylemem mümkün. Umarım kalan 3 sezonda da bu sezonun ayarını tutturabilmişlerdir.
S05E01
Zou Bisou Bisou …
Don niye bu kadar mutlu ve dingin diye soruyorlar bir de.
Altmışlardan yetmişlere geçtik sanki kıyafetlere bakarsak.
S05E03
Hamileliği saklamak için senaryosal bahanelere girmeler … Bal gibi de belli; hamile işte January Jones. Böyle durumlarda ya aktrisi 1 sezonluğuna diziden çıkaracaksın ya da hamile oluşunu karakterini hamile bırakarak senaryoya yedireceksin. Karakter kilo aldı demeler, karın bölgesini çantayla, yastıkla, masayla kapatmalar, sürekli oturduğu yerden çekim yaptırmalar falan sevmiyorum dizilerin kullandığı bizi salak yerine koymaya çalışan bu taktikleri.
Bu arada şimdi şöyle yüzeysel olarak bakındım da babası hala belli değilmiş bunun çocuğunun. Bundan güzel bir film olur aslında. Kimlik ortaya çıksa da çıkmasa da …
S05E11
Sacrifice, breakup, attitude …
Güzel bölüm olmuş. Sezonun adam akıllı ilk güzel bölümüydü hatta.
S05E13 (Sezon Finali)
Ve bir sezon daha biter.
Bir önceki sezonun çok altında kaldı bu sezon ama 3. sezon kadar kötü bir sezon da değildi. Bundan sonraki 2 sezonu da 4. sezon kadar sevebileceğimi zannetmiyorum zaten. Neyse, atlaya atlaya izlediğim çok fazla an oldu bu sezon. 11 ve 12. bölümler sezonun en iyi bölümleriydi. 3 ve 5. bölümler ise en kötüleri. Bu sezonun genel sorunu kendi aralarında takılmaları oldu. Yani çok fazla tanıdık konuk almamışlar bu sezon. İkişer bölümlüğüne Julia Ormond ve Alexis Bledel uğradı sadece ki ikisinin de fanı değilim. 1 bölümde de Mädchen Amick gözüktü azıcık. Kotayı doldurmuşuz 4. sezon sonu itibariyle. 6 ve 7 de kesat geçecek gibi bu açıdan şöyle hızlı hızlı bakındığım kadarıyla.
Megan, biraz cins bir karakter. Yüksek oktavda kavga etmekten haz duyuyor, kendine acımayı seviyor, doğru düzgün hiçbir şeyden uzun bir süre tatmin olmuyor, çoğu zaman kendisi bile tam olarak ne istediğini bilmiyor, şunu hep yapar ya da şunu asla yapmaz gibisinden hiçbir prensibi yok … Birçok eksisi var ama seviyorum karakteri. Ne yaparsa yapsın izletiyor kendini. Bu sezonun en büyük renklerinin başında geliyordu kuşkusuz.
S06E05
S03E12 idi galiba. Şu Kennedy bölümü? Bu bölüm de o tarz bir bölümdü. Amerikalıların muhtemelen büyük tat alarak izlediği ama benim için hiçbir anlam ifade etmeyen bölümler. Haliyle benim için dizinin en kötü 2 bölümüdür söz konusu 3 bölüm.
S06E13 (Sezon Finali)
En az 3. sezon kadar kötü bir sezon oldu. Tıpkı 3. sezonda olduğu gibi iş güç muhabbetleri hiç mi hiç sarmadı. Yüzeysel bir şekilde muhabbetini yaptıkları ‘Arka planda ABD’ muhabbetleri de hiç sarmadı. Karakterlerin özel hayatları bakımından da formda bir karakter yoktu açıkçası. Joan, Pete, Peggy, Roger, Betty … Hiçbirinin ilgi çekici bir hikayesi yoktu bu sezon. En formda olan yine Don oldu ama onun da sinir bozuculuk katsayısı yüksekti bu sezon.
Sezonluk yeni oyuncu kontenjanından Linda Cardellini ve James Wolk vardı bu sezon. James Wolk’un sezona katkısı sıfırdı. Linda Cardellini’yi izlemesi ise o berbat saçına rağmen keyifliydi. Yine de tip olarak dönem dizisi oyuncusu olmak hayrına değil bence bu kadının. Bölümlük konuk oyuncu kontenjanından ise Collette Wolfe, Marley Shelton, Lennon Parham, Danielle Panabaker ve Kathryn Newton falan uğradı birer bölümlüğüne. Collette Wolfe’u biraz daha izlemek isterdim bu beşli arasından.
Bu sezon da atlaya atlaya izlediğim çok fazla an oldu. Bitse de gitsek moduna girdim iyice. Los Angeles işi olsa biraz daha iyi olabilirdi belki ama şu noktada son sezondan da çok umutlu değilim açıkçası.
Tamam mı?
Hangisi daha acınası bilemedim şimdi.
S07E05
*Cidden ne olmuş onun burnuna? Makyaj değil de gerçek gibiydi. Gerçek hayatta ameliyat olmuş cidden ve senaryoya uydurmuşlar belli ki.
*Yani, o partinin öyle sonlanacağı belliydi.
*Caity Lotz’u yeniden görmek güzeldi.
*Bu evliliğin boku uzun süredir çıkmış durumda. 90 dakika bitti, uzatmalar bitti, penaltı atışları bitti ama maça hala devam etmeye çalışıyorlar. Birinin son düdüğü çalması lazım artık.
S07E10
İlk anda tanımakta zorlandım valla. Baya zayıflamış cidden. Yıllar sonra gelen bu sahne gayet güzel olmuş bu arada. Kim düşündüyse çok iyi yapmış.
S07E14 (FİNAL)
Finalden ziyade sezon finali hissi verdi ama neyse. Fena bir bölüm değildi bu arada. Genel olarak da fena bir sezon olmadı zaten. Hem iş güç açısından hem de karakterlerin özel hayatları açısından. 1. sezonu bunun önüne mi yoksa arkasına mı konuşlandıracağımı tam olarak bilmemekle birlikte 4. sezonun ardından 2. sıraya yazabilirim herhalde bu sezonu.
Neve Campbell, Jessy Schram, Rachel DiPillo, Dan Byrd, Jenny Wade, Charlie DePew, Elizabeth Reaser, Paul Johansson, Mimi Rogers, Madison McLaughlin, Nikki Deloach, Sarah Jane Morris, Carter Jenkins, Brett Gelman, Helen Slater … Her köşeden tanıdık sima fırladı bu sezon. Bu bazda en çok yeni konuklu sezon bu oldu galiba. Elizabeth Reaser birkaç bölüm daha kalmalıydı bu arada. Neve Campbell’a da 1-2 sahne daha yazılabilirdi belki. Paul Johansson’u görmeyeli çok uzun zaman olmuştu ve tanımakta zorlandım ilk anda.
Benim için öve öve bitirilemeyecek bir dizi olmadı Mad Men. Çok büyük de bir beklentim yoktu zaten. Yeni sezon başlamadan önce vakit geçirmek ve aradan çıkarmak açısından iyi oldu. Ana karakterlerini sevmesi çok kolay bir dizi değil bu arada Mad Men. Tekrar eden rollerle yer alan oyuncular oluyordu ara ara gelip de kendini bana sevdiren. Megan, Rachel, Jane, Faye ve Midge için en çok sevdiğim 5 karakter oldular diyebilirim herhalde bu kapsamda. Jessica Paré’i bir yetmişler/seksenler dönem dramasında izlemek isterim yeniden.
Robert Morse, 90 yaşında vefat etmiş. Güle güle Bertram Cooper
Jon Hamm, 7×14’te – finalde birlikte rol aldığı Anna Osceola’yla Mad Men esinlenmesi bir düğünle evlenivermiş.