True Detective || Bir Efsanenin Doğuşu
332 yorum merbabu 19 Mart 2014 13:11
Bir HBO efsanesi daha adını, tarihe altın harflerle yazdırdı. Efsane diyorum, çünkü seyirlik olmasının dışında felsefesiyle insanı can damarından vuran, karakterleriyle ‘yok artık’ dedirten, muhteşem kurgusuyla insanı alıp götüren ve müzikleriyle adeta cana can katan bir dizi True Detective…
Yola çıktığım düşünce aslında karakterler üzerinde yoğunlaşmaktı, ancak bu güzide diziyi başlı başına ele almayacak olmak haksızlık olurdu, deyip övgüleri bir kenara bırakalım ve sizi dizinin gerçekleriyle baş başa bırakayım…
True Detective Cary Fukunaga’nın yönetmen koltuğunda olduğu, Nik Pizzolato’nun senaristliğini yaptığı, başrollerinde 2014 En İyi Erkek Aktör Oscar ödüllü Matthew McConaughey ve Woody Harrelson’un olduğu, içinde yoğun felsefe barındıran polisiye- dram türünde bir dedektif dizisi…
Jenerik müziğinden itibaren sizi alıp götürüyor bir dizi adeta True Detective. Jenerik müziğini aşağıdaki Türkçe çevirisiyle tekrar izlemek isteyenleri buraya alalım…
Tozlu bir ovadan, kızın silik gölgesi yükselir
Zehirli katran ruhu, çalılıklarda gizlenir
Kavurucu güneşe döner yavaşça belini
Tenine dokunduğum an, parmaklarıma kan hücum eder
Güneşin son ışıkları kayaları ısıtırken, çıngıraklı yılanlar yavaş yavaş çıkarken
Dağ kedileri kemiklerini çekip götürmek için gelecek
Ve bu sessiz kumun üzerinde, benimle birlikte yükseleceksin
Yıldızlar gözlerim, rüzgar ellerim olacak…
(Çeviri şahsıma ait değildir. Altyazıyı Divxplanet için çevirenlerden çıkma.)
Bu arada dizideki müzikler için enfes şekilde derlenmiş şu yazıya alalım sizi…
Bu arada bilmeyenler için; 8 bölümlük ilk sezonunu bitirdiğimiz dizinin devamında farklı bir konu ve farklı oyuncuların olacağını belirteyim. True Detective “antoloji” türünün bir örneği. (Antolojiye örnek olarak Black Mirror‘ı gösterebiliriz.)
Gelelim dizinin konusuna…
True Detective, çift zamanlı bir kurguya sahip. Yani olaylar hem 17 sene öncesine ait hem de günümüze. (Aslında 17 yıl öncesine dönüşler ‘flashback’ olarak da yorumlanabilir fakat ben çift zamanlı kurgu demeyi daha yerinde buldum.) Hikayenin pek çoğu 1995’te satanist bir ayin ile öldürüldüğü düşünülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden gidiyor. Louisiana (ABD) eyaletinde Cinayet Masası’nda görev yapan kahramanlarımız Rustin Cohle (McConaughey) ve Martin Hart (Harrelson)’ın hikayesi de tam da bu cinayet ile başlıyor…
Bu uyumsuz ama beraber çalışmak zorunda olan ikili, soruşturma derinleştikçe kendilerini olayların içinde buluyorlar ve doğal olarak da işler çığırından çıkıyor… Hikayenin günümüzde geçen kısmında ise; Rust ve Martin’i 1995’te vahşice öldürülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden sorgulayan polisler görüyoruz. Artık dedektiflik ile işleri kalmamış, farklı birer hayat sürüyorlar…
Karakterlere göz atmak gerekirse…
Rustin (Rust) Cohle | Matthew McConaughey
Yıllardır dizilerde, filmlerde karakterlere dayatılmaya çalışılan ‘marjinal olma’ düşüncesinin her seferinde başarıya ulaştığını söyleyemeyiz. Ancak bu seferki ‘olmuş’. Rustin Cohle, insanlarla iletişimi neredeyse sıfır düzeyde olan dedektifimiz. Hatta asosyalliğin dibine vurmuş… Toplumun değer yargılarının aksine insanların duymak isteyeceklerini değil, kendi düşündüklerini söylüyor ve en büyük dışlanma sebebi de bu bence.
Geçmişte kızını kaybetmiş, ailesi parçalanmış; bunların sonrasında kendini işine adamaya çalışırken alkolizmin dibine gömülmüş, değişik saplantıları olan ve sık sık sanrılar gören bir karakter. Materyalist bir anlayışa sahip olduğunu düşündüğüm ancak ara ara agnostisizme de göz kırpan düşünceleriyle beni benden alan bir yapısı var Rust’ın. (Bu arada 8 bölümü geride bıraktığımız düşünüldüğünde Rust ile ilgili çok fazla bilgiye sahip olamıyoruz. Bilinenler de üstü kapalı olarak, belli belirsiz geçiliyor.) Ayrıca gece gündüz uyumayıp, sürekli oradan oraya koşuşturuyor. Karanlık, normal olmayan bir portre çiziyor. Ancak tüm bu anlatılanlar, diziyi izleme sebebi bile sayılabilir.
[Dizinin bir saatlik her bölümünü bu karakter yüzünden bir buçuk saatte izledim desem yeridir. Söylediklerini geri alıp, tekrar tekrar izleyesi geliyor insanın; arada sıkılsam da.]
Martin Hart | Woody Harrelson
Karısını sevdiğini söyleyip her daim onu aldatmaktan çekinmeyen, hatta bunu evliliğinin bir parçasıymış gibi içselleştirmiş klasik bir aile babası figürü ile karşı karşıyayız. Bunun yanında geçmişte başarılar kazanmış bir dedektif olmasına rağmen, ‘Aman ben memurum, salla başını al maaşını.’ kafasında olan bir karakter Martin. Rust karakterinin aksine toplumsal çizgileri aşmayan, bize benzer ahlaki sınırları olan, her bir naneyi yiyip ‘muhafazakarlık’ anlayışını savunan bir portre çiziyor. Tüm bunların yanında suçlulara daima kafa tutuyor.
Maggie Hart | Michelle Monaghan
Kocası Dedektif Martin ile Maggie’nin aile içi ilişkilerine bolca şahit oluyoruz dizide. Maggie, kocasını seven ancak yaptıklarına boyun eğmeyen bir karakter.
Dedektif Maynard Gilbough | Micheal Potts
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Dedektif Thomas Papania | Torry Kittles
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Esin Kaynakları
Dizinin esin kaynakları da bol konuşulan bir konu. Wikipedia maddesinin de yardımıyla bunlardan bahsetmeden geçmeyelim:
Her ne kadar dedektif kurgusuyla yola çıkmış olsa da True Detective doğa üstü ögelerini ve temalarını da bünyesine almayı başarabilen bir dizi.
- Robert W. Chambers’ın 1895 yılında yayınlanan doğa üstü ve korku hikayeleri kitabı The King in Yellow‘a göndermeler ve kitaptan bazı alıntılar içeriyor.
- Günümüz kült korku edebiyatı yazarlarından Thomas Ligotti‘nin bazı diyalogları da dizideki alıntılar arasında.
- Dizinin yazarı Nic Pizzolatto’nun bu alıntı ve esinlenmelerini onayladığını The Wall Street gazetesine verdiği bir röportajda, şurada bulabilirsiniz.
- Röportajın bulunduğu bu makalede Pizzolatto, modern korku yazarları Karl Edward Wagner, Laird Barron, John Langan, Simon Strantzas ile A Season in Carcosa isimli antolojiyi övüyor.
- Pizzolatto aynı zamanda Jim Crawford’ın Confessions of an Antinatalist, Ray Brassier’in Nihil Unbound, Eugene Thacker’ın In The Dust of This Planet ve David Benatar’ın Better Never to Have Been kitaplarındaki nihilistik felsefelerden etkilendiğinden de bahsediyor.
- Wall Street gazetesi muhabiri Michael Calia da bu etkilenmelerle ilgili yorum ve analizleri io9’da bir web sitesinde paylaşıyor.
- The King in Yellow, dizinin sayesinde Şubat 2014’te amazon.com’da çok satanlar listesinde ilk 10’a girdi.
- Dizinin tema ve felsefesinin çizgi roman yazarları Alan Moore ile Grant Morrison‘dan etkilendiğine dair bir tartışma da süregelmekte.
- Dizinin son sahnesinin Alan Moore’un yazarı olduğu Top Ten isimli çizgi romanın 8. fasikülünden esinlendiği yorumları da mevcut.
Son Söz
Dizi, benzerlerinin aksine ağır ilerleyen bir yapıya sahip. Aksiyon yerine bol felsefik konuşmalar, acaba gerçek mi yoksa o da mı sanrıydı denilen ayrıntılara sahip. İzlerken kendinizi filmin akışına bırakmanızı değil, sorgulamanızı ister gibi bir havası var… İlk başladığınızda ‘Bu ne yahu böyle?’ dedirten bir kurgusu var. Ancak, tüm bunları görmemezlikten gelmenizi sağlayacak Rust karakterine o eşsiz karakteri vermiş Matthew McConaughey’in oyunculuğu da var.
Eğer hala ‘Acaba başlasam mı? Bir ara başlarım işte…’ düşüncesindeyseniz kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Zira rastlantı sonucu bir araya gelmemiş olan bu karakterler, özellikle içinden bir kitap çıkacağına inandığım Rust karakteri, düşündüren diyaloglar, senaryodaki aksiyonu –aksiyonsuz bir şekilde- anlatma başarısı, tadına doyulası eşsiz müzikler, makyajlar ve oyunculuklar adeta görsel şölen havasında! Kaçınılmaz olanın karşısında durmayın! İzleyin gitsin…
yorumlar
aytackara: Tamam çıkarttım. Valla bana da 60 dakika zor geliyor bu dizi için en fazla 50. Ama artık konuşma olmayan bazı sahneleri geçerek izliyorum öyle olunca kolay oluyor.
evet 58 – 59 dakikaydı tüm bölümler.2 sezonda da 55 dakikanın altına düştüğü olmadı. Aşırı boş sahne olmadığı sürece ekstra dakikaya karşı değilim ben.
Bu arada sezon finali de 90 dakikayla geliyormuş.
Ben o 90 dakikayı en az 2’ye, muhtemelen 3’e böler de izlerim herhalde. Because benimki de can.
Valla bu sezonu da o kadar sevdim ki bölümler değil 1 saat, 3 saat olsa izleyeceğim; o derece kaptırdım. Hatta 2×07’den önce üşenmedim; dizideki detayları ve bağlantıları kafamda oturtmak için ilk 6 bölümü tekrar izledim ve 2. sezonu bir kez daha takdir ettim.
2×07 de enfesti kanımca. Olayların çok fazla kolu olması diziyi zenginleştirmekle kalmıyor; karakterlerin bunlarla mücadelesi, kendilerini tek boyutluluktan kurtarıyor.
Çıta bu kadar yükselmişken umarım final bölümü de bunun hakkını verir.
@darkcrystal nasıl bir bünyen varmış, takdir ettim valla.
@burakturan
Polisiye & kalite sevgisi voltranı oluşturunca samanlık seyran
@darkcrystal Kaliteye laf yok, çok kaliteli ama kaliteyle eş değer derecede ağır.
2×04
son 10 dakika çok sağlamdı, 12 bölümlük
true detective kariyerimin en güzel sahnesiydi.ilk sırada 1×04ün son 5 dakikası vardı bundan önce.
Hbo ya hayranlığım her geçen zaman artıyor.Diğer kanallardan gerçekten çok farklı işlere el atıyorlar büyük cesaretle.Bu dizide onun göstergesi.
Yine de hala katil konusunda sürpriz gelebileceğini düşünüyorum.
2. ve 5. bölümlerle ilgili de
5. bölümde de Ani ve Ray’i masada konuşurken gördüğünde tedirgin olmuştu. İlk sezondaki sürprizden sonra her kişiye dikkat kesilmek gerekiyor
Böyle bitmemeliydi.
Herşeyiyle ilk sezonun tam tersiydi bu sezon.
Bi de
Duygularım çok karışık.
Bitmesi gerektiği gibi bitti, pek de güzel bitti. Sadece 87 dakika biraz fazla geldi bana her zamanki gibi. 1. sezonu izlememeiş olmaktan yine memnun kaldım, sabahtan beri sosyal medyada gördüğüm karşılaştırma ve yermelerden fenalık geldi çünkü.
Frank’in ölümü gayet güzeldi. Ray pisi pisine gitti gibi oldu ama o adamın olacağı oydu. Babalık testinin sonucu bana yetti. Ben asıl Woodrugh’a daha çok takıldım denilebilir; onunki pek bir dokunaklıydı benim açımdan.
İki kadının yan yana olması, belgeler ve bebekli kapanış da yetti zaten.
Hadi geçmiş olsun.
Güzeldi. Korkarak açsam da bölümü dolu dolu izledim hiç sıkılmadım gayet güzel bir final yapmışlar. Fakat
Frank’in ölümü hakkında küçük bir ispiyon yemiştim sanırım ekran resimleri sağolsun ama o sahne çok güzeldi.
En azından iki kadının yaşaması belgeler kapanış güzeldi bana da yetti orası.
@burakturan: Pembe kurdeleli mezarlık ne ?
Sezonu genel olarak değerlendirirsek ben başından memnun kalktım iyi ki izlemişim. Çok sevdiğim üç oyuncuyu Vince Vaughn,Colin Farrell ve Rachel McAdams’ı izleme fırsatı buldum bir daha da bu isimleri bir dizi de zor görürüz gibi geliyor. Gerçi artık dizi dünyasında da bir çok sinema oyuncusunu görmeye başladık devir değişiyor gibi de pek sanmıyorum.
İlk sezonu da yakın zamanda izlemeyi düşünüyorum bunun bana bu sezon izleme açısından faydası oldu mu bilmiyorum ama ben izleseydim de kıyas yapmazdım çünkü bu sezonla o sezonun tek ortak yönü isim. Yani adamlar True Detective’i 1.sezonda final yaptırıp başka bir ismi olan bir dizi yapmış gibi düşünüyorum.
Taylor Kitsch’i de atlamamak lazım. Onu da çok sevdiğim John Carter filminde baş rolmüş saçlar gidince imdb den çıkarttım.
Geçen sezon olduğu gibi yine hüzünlü veda ettim sezona. Arka planda çalan güzel bir müzik,benim boğazımda bir yumru.
Sezonun hiç bir yerinde beni bu kadar etkilemeye yaklamamıştı bile dizi. İkilinin ölümünden sonra babalık testiyle başlayıp akan sahnelerde resmen sezon içimde büyüdü. 8 bölüm geldi boğazıma çöktü. İlk sezonda da tam poliseyi kısmının tatminsizliğini yaşarken yine son sahnede benzer duygular yaşamıştım.
Keşke 2. sezon da bana olduğu gibi herkese benzer duygular yaşatabilseydi. Ama sezon daha ilk dakikadan hikaye bütünlüğünü sağlayıp bitmiş ilk sezonla o kadar sert karşılaştırıldıki olay bağcıyı dövmeye döndü resmen. Sezonu beğenmeyenler şu karşılaştırma işini şu finale kadar bekletebilselerdi bu sezondan daha fazla zevk alırlardı bence. Bu arada ben genel internet için konuşuyorum.
Hiçbir şey anlamadım ben bu sezondan. İzlemiş olmak için izledim gibi oldu. Çok karışıktı, kafam almadı. Şu anda da mal mal duvara bakıyorum sezonu kafamda oturtmak için ama nafile.
O kadar dizi izledim ama hiçbir şey anlamadığım olmamıştı daha önce. Bildiğin hiçbir bok anlamadım ya çok enteresan. Sıfır yani. Yok.
Biraz düşününce ikinci sezonun daha güzel olduğuna karar verdim. Finalini de hiç unutmayacağım. İlk sezondaki sorgu sahneleri çok yormuştu.
Bunları gördükçe bu sezonu izleme isteğim iyice kaçtı o diil TD1’i bir şekilde severseniz bırak 2. sezonu diğer dizilerden de zevk alamıyorsunuz her şeyi TD ile kıyaslamak hastalık oluyor izlemez olaydım
Genel olarak bekledigimden de iyiydi.
Sezonun genelinden memnunum ben. Bence herkes izlemeli. 1. sezonla kiyaslanabilir ama mokunu da cikarmaya gerek yok. Hani oyle yerden yere vurulacak bir sezon degildi tam aksine guzeldi. Hikayesinden tut kalitesine varana kadar iyi bir sezondu. Sadece dizinin “agir” ilerlemesi herkese gore olmayabilir.
Sezon finali için de ne kötü diyebilirim ne de aşırı iyi.Sezon boyunca nasıl bir seviyede gittiyse öyle bitti sezon. Taylor Kitsch haricinde de tüm kadrodan memnun kaldım. Lera Lynn şarkılarını da unutmamak lazım,en güzel sahnelerde hep şarkılarını dinledik.
Sezon finalinde yaşananlar için
Ama Ray’in ölümü pek güzel kotarılamadı. Takip cihazını görünce seçilebilecek en kötü seçeneği seçti,bindi arabaya en ıssız yere götürdü 5 ağır silahlı kişiyi. Sahne daha iyi yapılabilirdi.
Ani ve Jordan takımı pek hoşuma gitmedi,fazlasıyla hazır bir sahne oldu.
Gazeteciye hikaye verildi ama bir işe yarayıp yaramayacağı açıkta bırakıldı.Olması gereken oydu belki de.
Sezon başından beri en iyi karakter derinliğinin sağlandığı Frank’in ölümü gayet güzeldi mesela.
Katil Kim sorusuna gelirsek
Yalnız belirtmeden geçmeyeyim 2 sezonun karşılaştırılmasını ben de sevmiyorum ama 2.sezon ilkinden daha iyi denilince de wtf? diyorum haliyle. İlk sezonla neden kıyaslanmamalı çünkü tamamen farklı tarzda diziler.İlki gizem ve merak içinde bırakan cinayetlere odaklanırken 2.sezon yozlaşmış sisteme,bürokrasiye biraz da aksiyona odaklanıyordu. 3.sezon gelirse yine bambaşka bir sezon izleyebiliriz.
3.bölüm başındaki konuşmada
@burakturan evet o sahne.Merak etmiştim izlerken neyden bahsediyor diye,güzel olmuş bence
Sonunda ilk sezonu izlemeye başladım. Çokta memnun kaldım bayıldım diziye
1 saat olması,ağır olması hiç bana fazla gelmedi dolu dolu geçti. 2.sezonun ilk bölümünden çok daha iyiydi. Dava aşırı ilgimi çekti. Bazı yerlerini de -ağır havasından baygınlaşıyorum- geri sararak izledim ki eksik anlamayayım.
Karakterler de harika. Ikisi de güzel. Yalnız tek Anlamadığım olay
hatta bu ispiyonu açmasan da olur,olaylar geliştikçe anlarsın,sadece ayrıntılara dikkatli bak
O kadar derine inmeseydin iyiydi,evet orası saçma olmuş
Üst üste gidiyorum diye oluyor bunlar da o yakalanmayacak gibi bir şey değil Allah aşkına ömrü hayatımda o yaşında onu yapana rastlamadım.
Quentin Tarantino’nun dizi hakkında görüşleri.
Puahahahaha aslanım Tarantino be :lol:
‘Yakışıklı aktörlerin yakışıklı olmamaya çalışmaları ve dünyanın yükü omuzlarındaymuş gibi etrafta dolandıkları’ kısmına ben de katılıyorum. Dizide ağır hava dozunu biraz kaçırmışlar sanki.
Bu Tarantino’nun kendi dusuncesidir. Kiskanmista olabilir. Hayir bide adam diziyi kotuledi diye sevinenler var? Yemisim Tarantino’yu.
Sitede daha bugün de tekrarlanan nasıl yorum yapılır, nasıl yapılmaz tartışması için nasıl yorum yapılmaza güzel bir örnek olmuş.
Yakışıklı aktör muhabbetine diziyi izlemediği için diycek bişey bulamadığından girmiş sanırım ama dizide kimse çirkin taklidi yapmıyordu yahu. Herkes dizideki tipine uygun oynamış işte. Yine karakterlerin ruh hallerinin neden öyle olduğu,karakterlerinin bütün arka planı dizide mevcut. Bunların fragmandan anlaşılamamış olması normal tabi :roll:
Ben Colin Farrell’ı dizideki haliyle ilk gördüğümde güldüğümü itiraf edeyim o zaman. Harry Potter spin-off filmine katıldığını duyduğumda verdiğim ilk tepki de “Kes o bıyığı da öyle gel.” oldu.
Karakterlerine göre oynamışlar, oyunculuklar yeterliydi de ne bileyim bir olmazlık da vardı. Ama oturdum 8 bölümü izleyip başından kalktım, o başka.
@Ferdi Dinli: O laf bana mı geldi anlamadım ama ben kötülediği için sevinmiş falan değilim. Sinema dünyasının en kaliteli yönetmenlerinden birinin, televizyon dünyasının son 2 senede en çok izlenen dizilerinen birine laf attığını görünce hoşuma gitti sadece. Cesaretinden dolayı güldüm ve tebrik ettim. Sana ne oluyor anlamış değilim.
Quentin Tarantino, Nic Pizzolatto’yu mı kıskanacak? Nic’i donunda sallar, kıskanacak insan mı kalmadı.
Tarantino kıskanmaya tenezzül bile etmez.Şimdi burda son 20 seneye damga vurmuş bir sinema ustasını,üstadını tartışmayalım.
@mertkytrk paylaştığın için de sağol yoksa kim bilir taa ne zaman görürdüm internette.
Ben diziyi fazlasıyla sevsem de yakışıklılık olayına katılıyorum,hatta o kısmı okurken bayağı güldüm
Ama itiraf edeyim Tarantino biraz daha olumlu şeyler söyleseydi bayağı hoşuma giderdi
TD savunucusu olmadığını cümle alem biliyor ama röportajı okuyunca “şov yapmış işte basbayağı popülist” dedim. Şöyle ki:
Röportajı ne kadar doğru aktardıklarını bilmiyorum ama Tarantino ” TD ilk sezonun ilk bölümünü izlemeye çalışıp sıkıntıdan patladım” demiş.
Sonra TV eleştirmenlerinin görüşleri ile ilgili bir soruya yanıt verirken de “Eleştirmenleri okuyan kim? Onlar pilot bölümü izler, yorum yaparlar. Dizilerin pilot bölümleri bok gibi olur” demiş.
E şimdi bu durumda kendiyle çelişmiş olmuyor mu? (Bazı dizilerin deneme (pilot) bölümleri ile ilk bölümleri aynı olmuyor biliyorum ama yani yine de adamın bundan yola çıktığını sanmıyorum.)
Neyse ister istemez dizi tartışmalarına giriliyor zevk meselesi olsada.Tarantinoda bir dizi yapsa da izlesek.Beş filimle sinemayı bıraktı.Yanlış anlaşılmasın filmlerinin hepsinide severim ama benden bu kadar demeside bilemiyorum.Dizi yapma işi film yapmaktan çok daha zor bir olay.Kendisi yapsın bir tane sonra eleştirisin.Her kesin bir tarzı var sonuçta kendisinin olduğu gibi ama çok çabuk pes etti o da başka mesele. Clint Eastwood i Martin Scorsese’ adamlar hala ugraşıyorlar bir şeyler yapmak için yaşlarına bakmadan.Gündem oluşsun diye yapılan geyikler bunlar.Ciddiye alınacak bir tarafı yok
Tarantino da elbet dizi yapar da hiç gereği yok.Sinemada zirveye çıkmış adamın tv dünyasıyla bağlantısı olmasa da olur.Hiç bulaşmasın hatta.Pizzolatto kim Tarantino kim ? İsimlerinin yanyana anılması bile hata.
Daha çekeceği çok film var.Yıla damgasını vuracak Hateful Eight geliyor işte.
Tarantino diziyi övseydi aylarca reklamı yapılırdı,başka bir seviyede çünkü adam.Ne yazık ki yerden yere vurmuş ama
Ya niye gerek olmasın dizi yapmasına.Değişik bir mecra.Bir çok isim yapmış yönetmen yapıyor da o niye yapmasın.Zirve çok iddalı bir laf.Her filminin aynı başarıyı gösterdği ya da ilgi çektiği söylenemz.Aşağıda tarantino filmleri için yapılan eleştirleri görebilirsin.Zirveye çıkmak o kadar kolay bir şey değil
Tarantino, Rezervuar Köpekleri ve Ucuz Roman ‘da “nigger” (zenci) sözcüğü gibi ırkçı hitapları kullanması nedeniyle özellikle Amerikalı siyahi yönetmen Spike Lee ve birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Variety dergisinin yaptığı bir söyleşide Lee şöyle söylemiştir: “Ben bu sözcüğe karşı değilim… ve kullanırım da ama bu sözcük Quentin’in aklını çelmiş. Ne istiyor ki? Kendisinin fahri siyah ilan edilmesini mi?”
Çok sık örnek gösterilen Ucuz Roman ‘daki sahne şöyledir: Tarantino tarafından canlandırılan Jimmie Dimmick karakteri Samuel L. Jackson’un canlandırdığı Jules Winnfield karakterini, evini “ölü zenci ardiyesi” olarak kullandığı için azarlar ve zenci kelimesinin içinde çokça geçtiği bir ağız kalabalığına başlar. Lee, Bamboozled filminde bu konuya doğrudan atıfta bulunur ve filmdeki Thomas Dunwitty karakterine şöyle söyletir: “Lütfen benim Z ile başlayan o sözcüğü kullanmamdan rahatsız olmayın. Benim karım siyahi ve üç melez çocuğum var, dolayısıyla bu sözcüğü kullanma hakkını kendimde görüyorum. Spike’ın ne dediği umurumda bile değil, Tarantino haklı. Zenci sadece bir sözcük.”
Kaynak vikipedi
Tarantino, siyah izleyici kitlesinin, “Siyah sömürü sineması”ndan (Blaxploitation) etkilenen filmlerinden hoşnut olduğunu ifade ederek eleştirilerin bir bölümünden kurtulmaya çalışmıştır. Hakikaten de Jackie Brown esas olarak siyahi izleyici için yapılmış bir filmdir.
Bana göre bu siyahi bir film. Aslında siyahi izleyici kitlesi için yapıldı. Herkes için yapıldı ama “ana” izleyici kitlesi siyah. Bunları düşünüyorsam bunları düşünüyorum, çünkü bunu her zaman siyah bir sinema salonunda izlemeyi düşünüyordum. İzleyicileri düşünmek saçma değil çünkü izleyici benim ve buna da uyuyor çünkü ben siyah sinema salonlarına giderim. Bana göre bu siyahi bir film. [2]
Tarantino başka filmlerin fikirlerini, sahnelerini ve diyaloglarını ödünç almakla da eleştirilmiştir. Örneğin Rezervuar Köpekleri ‘nin genel olay örgüsü Ringo Lam’ın City on Fire filminden seçilip alınmış gibidir. Stanley Kubrick’in The Killing filmi, parçalanmış öykü anlatımını doğrudan etkilemiştir ve renk kod adlı suçlular fikri The Taking of Pelham One Two Three filminden alınmıştır. Rezervuar Köpekleri ‘ndeki ünlü kulak kesme sahnesi Sergio Corbucci’nin 1966 Spagetti Western klasiği Django’da öldürülmeden önce kulağı kesilip yedirilen adamın sahnesiyle benzerlik gösterir.
Ayrıca, “The Good, The Bad & The Ugly filminin final sahnesi” ile “Rezervuar Köpekleri”nin final sahnelerinde ki düello benzeri silahlaşmalar birbilerine çok benzemektedir.
The Killers ‘ın Don Siegel versiyonu Ucuz Roman ‘ı etkilemiştir ve adrenaline enjeksiyon sahnesi Martin Scorsese’nin belgeseli American Boy: A Profile of: Steven Prince ‘te anlatılan bir öyküyle bağlantılıdır. “Evlere pense ve pürmüzle çalışmaya gitmek” ifadesi Don Siegel’ın 1971 yapımı Charley Varrick filmindeki “Onlar nasıl insanlar anlıyor musun, seni çırılçıplak soyup üzerinde pense ve pürmüzle çalışırlar” cümlesinden bir alıntıdır. Ucuz Roman ‘da Samuel Jackson tarafından yanlış olarak nakledilen İncil’den yapılan alıntı, Karate Kiba (1970’lerin Japon aksiyon filmi, başrolünde Sonny Chiba’nın olduğu film The Bodyguard olarak da bilinir) filminde de bulunur.
Kill Bill: Vol.1 1973 Toshiya Fujita filmi Lady Snowblood’dan oldukça fazla etkilenmiştir. Kill Bill: Vol.2’nin sonundaki Süpermen monoloğu, Jules Feiffer’ın 1965 kitabı, The Great Comic Book Heroes ‘tan alınmış gibi gözükmektedir.
Katılmıyorum,zirve tam kullanılması gereken kelime.Hatta bana göre Hollywood’un en yetenekli yönetmenidir kendisi.Zaten en son Django’yla westernle de harikalar yaratabileceğini kanıtladı.Şu an kariyerinde hızla ilerlerken hatta Kill Bill 3 konuşulurken tv dünyasına adım atacağını sanmıyorum. Ki zaman zaman tv dünyasına konuk olduğunu da biliyoruz.
Tabii tüm bunlar bambaşka bir konunun tartışması,farklı görüşlerimiz var
Gerek yok değil tabi ki yapsa çok hoş olur, yapmasını da isterim. Ama Tarantino zaten yaptığı filmlerle kendini kanıtlamış birisi olduğu için dizi işine kendisi girmek istemez bence, bir filmden kazandığı para için beş sezon dizi çekmesi lazım. Ki ayrıca kendini kanıtlamış kişiler diziye giriştikleri zaman, beklenti çok büyük olduğu için fiyasko çıkma ihtimali de büyük risk oluyor. Spielberg’in Terra Novası gibi.
Woody Allen’ın dizi yaptığı yerde her şey olur gayet.
Spielberg’in sadece terranovası değil televizyon için yaptığı çoğu proje battı ya da batıcak zatenKendini yeniliyememenin sancılarını çekiyor.
Spike Lee daha Django’yu izlemeden malum kelime yüzünden linç kampanyası yapmış bir isim.Ne oldu filmde Tarantino siyahilere bir saygısızlık mı yaptı.Aksine onların intikamını olabilecek en kanlı şekilde önümüze çıkardı.Gereksiz eleştiriler bunlar.
Film araklaması konusuna gelince.Bunlar yeni şeyler değil yıllarca iddialar ortaya atıldı.Ama Tarantino sineması gerçekten bilenler Tarantinonun nerdeyse her filminde eski filmlere saygı duruşunda bulunduğunu bilir.
Bahsettiğimiz adam ilk senaryosunu 14 yaşında yazan,hatta 15 yaşında Pulp Fiction’a ilhamı veren kitap için tutuklanan bir adam.Böyle bir tutkuya sahip.
‘ Esin perimin beni sürüklediği her yere giderim.’ Kendisi söylemiştir bunu.Küçük ayrıntıları almış ve bir sinema klasiğine çevirmiştir.Bahsedilen filmleri açıp izleyen Kill Bill’in Reservour Dogs filminin esintilerini bile bulamazsınız,en fazla 30 saniye.O 30 saniye yüzünden Tarantino’ya çamur atmaya yeni başlamadılar 20 yıldır böyle ve hiçbir zaman da başarılı olamadılar.
Yukarıda kıskanma konusundan bahsetmiştik ya hani işte Tarantino’nun tüm sinema hayatı boyunca başına gelen şeydir.Ne kadar lekelemeye çalışsalar da tüm zamanların en iyi yönetmenleri arasına adını altın harflerle kazımıştır.
Eeee biraz fazla konu dışına çıkmışız. Bu yazışmayı Postane’ye kaydırsak mı?