True Detective || Bir Efsanenin Doğuşu
332 yorum merbabu 19 Mart 2014 13:11
Bir HBO efsanesi daha adını, tarihe altın harflerle yazdırdı. Efsane diyorum, çünkü seyirlik olmasının dışında felsefesiyle insanı can damarından vuran, karakterleriyle ‘yok artık’ dedirten, muhteşem kurgusuyla insanı alıp götüren ve müzikleriyle adeta cana can katan bir dizi True Detective…
Yola çıktığım düşünce aslında karakterler üzerinde yoğunlaşmaktı, ancak bu güzide diziyi başlı başına ele almayacak olmak haksızlık olurdu, deyip övgüleri bir kenara bırakalım ve sizi dizinin gerçekleriyle baş başa bırakayım…
True Detective Cary Fukunaga’nın yönetmen koltuğunda olduğu, Nik Pizzolato’nun senaristliğini yaptığı, başrollerinde 2014 En İyi Erkek Aktör Oscar ödüllü Matthew McConaughey ve Woody Harrelson’un olduğu, içinde yoğun felsefe barındıran polisiye- dram türünde bir dedektif dizisi…
Jenerik müziğinden itibaren sizi alıp götürüyor bir dizi adeta True Detective. Jenerik müziğini aşağıdaki Türkçe çevirisiyle tekrar izlemek isteyenleri buraya alalım…
Tozlu bir ovadan, kızın silik gölgesi yükselir
Zehirli katran ruhu, çalılıklarda gizlenir
Kavurucu güneşe döner yavaşça belini
Tenine dokunduğum an, parmaklarıma kan hücum eder
Güneşin son ışıkları kayaları ısıtırken, çıngıraklı yılanlar yavaş yavaş çıkarken
Dağ kedileri kemiklerini çekip götürmek için gelecek
Ve bu sessiz kumun üzerinde, benimle birlikte yükseleceksin
Yıldızlar gözlerim, rüzgar ellerim olacak…
(Çeviri şahsıma ait değildir. Altyazıyı Divxplanet için çevirenlerden çıkma.)
Bu arada dizideki müzikler için enfes şekilde derlenmiş şu yazıya alalım sizi…
Bu arada bilmeyenler için; 8 bölümlük ilk sezonunu bitirdiğimiz dizinin devamında farklı bir konu ve farklı oyuncuların olacağını belirteyim. True Detective “antoloji” türünün bir örneği. (Antolojiye örnek olarak Black Mirror‘ı gösterebiliriz.)
Gelelim dizinin konusuna…
True Detective, çift zamanlı bir kurguya sahip. Yani olaylar hem 17 sene öncesine ait hem de günümüze. (Aslında 17 yıl öncesine dönüşler ‘flashback’ olarak da yorumlanabilir fakat ben çift zamanlı kurgu demeyi daha yerinde buldum.) Hikayenin pek çoğu 1995’te satanist bir ayin ile öldürüldüğü düşünülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden gidiyor. Louisiana (ABD) eyaletinde Cinayet Masası’nda görev yapan kahramanlarımız Rustin Cohle (McConaughey) ve Martin Hart (Harrelson)’ın hikayesi de tam da bu cinayet ile başlıyor…
Bu uyumsuz ama beraber çalışmak zorunda olan ikili, soruşturma derinleştikçe kendilerini olayların içinde buluyorlar ve doğal olarak da işler çığırından çıkıyor… Hikayenin günümüzde geçen kısmında ise; Rust ve Martin’i 1995’te vahşice öldürülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden sorgulayan polisler görüyoruz. Artık dedektiflik ile işleri kalmamış, farklı birer hayat sürüyorlar…
Karakterlere göz atmak gerekirse…
Rustin (Rust) Cohle | Matthew McConaughey
Yıllardır dizilerde, filmlerde karakterlere dayatılmaya çalışılan ‘marjinal olma’ düşüncesinin her seferinde başarıya ulaştığını söyleyemeyiz. Ancak bu seferki ‘olmuş’. Rustin Cohle, insanlarla iletişimi neredeyse sıfır düzeyde olan dedektifimiz. Hatta asosyalliğin dibine vurmuş… Toplumun değer yargılarının aksine insanların duymak isteyeceklerini değil, kendi düşündüklerini söylüyor ve en büyük dışlanma sebebi de bu bence.
Geçmişte kızını kaybetmiş, ailesi parçalanmış; bunların sonrasında kendini işine adamaya çalışırken alkolizmin dibine gömülmüş, değişik saplantıları olan ve sık sık sanrılar gören bir karakter. Materyalist bir anlayışa sahip olduğunu düşündüğüm ancak ara ara agnostisizme de göz kırpan düşünceleriyle beni benden alan bir yapısı var Rust’ın. (Bu arada 8 bölümü geride bıraktığımız düşünüldüğünde Rust ile ilgili çok fazla bilgiye sahip olamıyoruz. Bilinenler de üstü kapalı olarak, belli belirsiz geçiliyor.) Ayrıca gece gündüz uyumayıp, sürekli oradan oraya koşuşturuyor. Karanlık, normal olmayan bir portre çiziyor. Ancak tüm bu anlatılanlar, diziyi izleme sebebi bile sayılabilir.
[Dizinin bir saatlik her bölümünü bu karakter yüzünden bir buçuk saatte izledim desem yeridir. Söylediklerini geri alıp, tekrar tekrar izleyesi geliyor insanın; arada sıkılsam da.]
Martin Hart | Woody Harrelson
Karısını sevdiğini söyleyip her daim onu aldatmaktan çekinmeyen, hatta bunu evliliğinin bir parçasıymış gibi içselleştirmiş klasik bir aile babası figürü ile karşı karşıyayız. Bunun yanında geçmişte başarılar kazanmış bir dedektif olmasına rağmen, ‘Aman ben memurum, salla başını al maaşını.’ kafasında olan bir karakter Martin. Rust karakterinin aksine toplumsal çizgileri aşmayan, bize benzer ahlaki sınırları olan, her bir naneyi yiyip ‘muhafazakarlık’ anlayışını savunan bir portre çiziyor. Tüm bunların yanında suçlulara daima kafa tutuyor.
Maggie Hart | Michelle Monaghan
Kocası Dedektif Martin ile Maggie’nin aile içi ilişkilerine bolca şahit oluyoruz dizide. Maggie, kocasını seven ancak yaptıklarına boyun eğmeyen bir karakter.
Dedektif Maynard Gilbough | Micheal Potts
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Dedektif Thomas Papania | Torry Kittles
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Esin Kaynakları
Dizinin esin kaynakları da bol konuşulan bir konu. Wikipedia maddesinin de yardımıyla bunlardan bahsetmeden geçmeyelim:
Her ne kadar dedektif kurgusuyla yola çıkmış olsa da True Detective doğa üstü ögelerini ve temalarını da bünyesine almayı başarabilen bir dizi.
- Robert W. Chambers’ın 1895 yılında yayınlanan doğa üstü ve korku hikayeleri kitabı The King in Yellow‘a göndermeler ve kitaptan bazı alıntılar içeriyor.
- Günümüz kült korku edebiyatı yazarlarından Thomas Ligotti‘nin bazı diyalogları da dizideki alıntılar arasında.
- Dizinin yazarı Nic Pizzolatto’nun bu alıntı ve esinlenmelerini onayladığını The Wall Street gazetesine verdiği bir röportajda, şurada bulabilirsiniz.
- Röportajın bulunduğu bu makalede Pizzolatto, modern korku yazarları Karl Edward Wagner, Laird Barron, John Langan, Simon Strantzas ile A Season in Carcosa isimli antolojiyi övüyor.
- Pizzolatto aynı zamanda Jim Crawford’ın Confessions of an Antinatalist, Ray Brassier’in Nihil Unbound, Eugene Thacker’ın In The Dust of This Planet ve David Benatar’ın Better Never to Have Been kitaplarındaki nihilistik felsefelerden etkilendiğinden de bahsediyor.
- Wall Street gazetesi muhabiri Michael Calia da bu etkilenmelerle ilgili yorum ve analizleri io9’da bir web sitesinde paylaşıyor.
- The King in Yellow, dizinin sayesinde Şubat 2014’te amazon.com’da çok satanlar listesinde ilk 10’a girdi.
- Dizinin tema ve felsefesinin çizgi roman yazarları Alan Moore ile Grant Morrison‘dan etkilendiğine dair bir tartışma da süregelmekte.
- Dizinin son sahnesinin Alan Moore’un yazarı olduğu Top Ten isimli çizgi romanın 8. fasikülünden esinlendiği yorumları da mevcut.
Son Söz
Dizi, benzerlerinin aksine ağır ilerleyen bir yapıya sahip. Aksiyon yerine bol felsefik konuşmalar, acaba gerçek mi yoksa o da mı sanrıydı denilen ayrıntılara sahip. İzlerken kendinizi filmin akışına bırakmanızı değil, sorgulamanızı ister gibi bir havası var… İlk başladığınızda ‘Bu ne yahu böyle?’ dedirten bir kurgusu var. Ancak, tüm bunları görmemezlikten gelmenizi sağlayacak Rust karakterine o eşsiz karakteri vermiş Matthew McConaughey’in oyunculuğu da var.
Eğer hala ‘Acaba başlasam mı? Bir ara başlarım işte…’ düşüncesindeyseniz kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Zira rastlantı sonucu bir araya gelmemiş olan bu karakterler, özellikle içinden bir kitap çıkacağına inandığım Rust karakteri, düşündüren diyaloglar, senaryodaki aksiyonu –aksiyonsuz bir şekilde- anlatma başarısı, tadına doyulası eşsiz müzikler, makyajlar ve oyunculuklar adeta görsel şölen havasında! Kaçınılmaz olanın karşısında durmayın! İzleyin gitsin…
yorumlar
2. sezon her şeyi ile çok iyi bir sezondu. 3. sezon bunun üstüne çıkar diye bekliyordum. 4. bölümü zorla izledikten sonra kalan bölümleri de sonunda nasıl bir saçmalık çıkacak diye sabırla izledim desem yeridir. Sıkıcı bunaltıcı boş ve anlamsız bir sezon oldu benim için. Tam bir hayal kırıklığıydı. 1. sezona benzeteceğiz diye saçma sapan bir sezon yapmışlar.
Yeni izleyecek olanlar varsa tüm bölümler ellerinin altında olduğu için şanslılar. Her bölüm sonunda benim gibi küfür ederek haftayı beklemeyecekler.
Diziyle ilgili 1 tane güzel bir şey vardı o da Tom Purcell karakterini canlandıran harika oyuncu Scoot McNairy idi. Kendisi oynadığı her rolün hakkını veren çok iyi bir oyuncu olduğunu bu dizide de kanıtladı.
Yeni bir sezon gelir mi bilmem ama gelecek sezon/sezonlar 2. sezonun seviyesinde bir sezon olmayacağı için. Bence burada bıraksınlar diziyi, yeter!
EK= Hayatımdan 8 saat çaldığını yazmamışım. Aklıma geldi sinirim bozuldu, yazayım dedim!
3 x 08 (Final) üzerine:
77 dakika olmasına gerek yokmuş ama finali beğendim. Sezon içinde genel olarak bi ara düşse de diğer TD sezonlarından aşağı kalır bir tarafı olmadığını düşünüyorum. Ben ilk iki sezonu bu sezondan daha başarılı buluyorum ama bu sezonda beni hayal kırıklığına uğratmadı. Ali Bey güzel oynamış, bol bol adaylıklarda göreceğiz kendisini. Onun yanında Stephen Dorff da güzel rol çalmış, onu da görürsem sevineceğim. Bundan sonra takip edeceğim bir oyuncu olacak.
Devamı gelirse sevinirim, izlerim.
3. Sezon
Ben sezonu beğendim. Sezon devam ederken şüphelerim olmuştu ama güzel toparladıklarını düşünüyorum.
Aslında bize davadan çok bu dava etrafında şekillenen hayatları anlattılar. Finalinin de böyle olmasının nedeni bu. Dizi ekstradan bir 20 dakika kullanıp parça parça anlattığı bu hayatlardaki son parçalarıda anlatıp çemberi tamamlamış.
Dizinin çekimler olsun anlatım tarzı olsun genel olarak kendi tarzı var. Ancak sezonların yine de kendi farklarını ortaya koyduğunu düşünüyorum. Zaten 2. sezonun bazıları tarafından beğenilmemesinin nedeni 1. sezondan farklı olmasıydı.
3. sezon da ilk bakışta 1. sezona benzese de sezona genel olarak baktığımızda birbirlerine göründüklerinden daha az benzediklerini görebiliriz. Dizi de benim sezonlarca izlemek istediğim bir antoloji dizi olduğuna göre bu benim için iyi haber.
Ha bi de Scoot McNairy‘ye başrolde olduğu bir kablolu dizisi ayarlasınlar lütfeyn.
İspiyon içi cevap @dkamoy: Yok, olmadı.
S03E02
Yine hayal kırıklığı olmasa bari diyerek başladım sezona. İtiraf edeyim beklediğimden daha iyi başladılar sezona. İlk sezonu insanların niye bu kadar sevdiğini anlayıp hikaye anlatımına bu sefer özen göstermişler. 2.sezondaki saçmalıklar yok.
2 bölümü de merakla arka arkaya izledim, hemen bitiririm gibi.
Şu program sunucusuna pek dikkat etmiyordum, yakın çekim yapınca oha dedim, Sarah Gadon’un da kadroda olduğunu unutmuşum. Bu arada Mahershala Ali’yi oynadığı her filmde,dizide beğenmişimdir bugüne kadar. Ama favorim galiba buradaki performansı olacak, acayip hoşuma gitti karaktere getirdiği dinginlik.
Sezon öncesi 3 farklı zamanla birlikte anlatacağız, yaşlandırma işine gireceğiz deselerdi eyvah derdim. Ama iki işi de layıkıyla yapıyorlar. 2015 yılındaki kısımlarda Mahershala Ali’yi izlediğimi unutuyorum bazen. Özellikle zaman atlama kısımlarını karmaşıklaştırmadan becermeleri önemli.
Çok çok iyi bir bölümdü. Bu bölümde yaptıkları hamleyi de sezonun başından beri bekliyordum aslında.
Bu ikiliyi seviyorum ama ekibe Rust lazım, başka türlü adalet sağlanmıyor bu yozlaşmışlık arasında. Purple Hayes büyük ihtimalle ailesini düşündüğü için büyük büyük hamlelerden uzak duruyor.
Scoot McNairy’yi izlemek her zaman zevk ama bu sezon biraz arka planda kalmış. O yüzden sorgu sahnesindeki performansını tebrik etmek lazım
Güzel, sevdiğim bir sezon oldu. True Detective 1.sezonu çoğu kişi tarafından takdir edilen işlerden biridir ama benim için izlediğim en iyi sezonlardan biridir, yeri de her zaman ayrıdır. O yüzden dizinin devam etmesine seviniyorum, güzel bir hikaye sundukları sürece devam etmelerinde sakınca yok.
Sezonu sevmemle birlikte en az sevdiğim bölümün sezon finali olduğunu da belirtmem lazım. Daha önceki bölümlerde çok uzun süren yemek, flört sahneleri vardı. Bu sahneler bazı kişiler için sıkıcı gelebilir ama iyi yazıldığı ve oyunculardan iyi bir performans çıktığı sürece benim için bir sıkıntı yok. Son bölümdeyse sınırı fazla aştılar, gereksiz uzamalar bu sefer göze battı. Bir diğer eleştirim de hikayenin son bölümde aşırı tahmin edilebilir bir hale gelmesiydi. Bölümden şikayetçi olsam da bölümün son sahnesini aşırı beğendim, mantıklı bir hamleydi sezonu o görsel ile bitirmek.
İzlerken Purple Hayes’e de acayip sövdüğümü söylemem lazım.
Hayes, West ve Amelia savcılığın 2 defa davayı zorla kapattırdığından bahsedip durdular. Haksız sayılmazlar savcının nasıl biri olduğunu izledik hepimiz. Ama bu 3 karakterin 80 ve 90’da davanın çözülmesi için ellerinden gelen her şeyi yaptığını da söyleyemem. Purple okuması gereken kitabı 25 yıl sonra okuyarak ipuçlarını birleştirdi. Şu odadaki deliğin sandığımız şey olmadığı ortaya çıktı ama ilk başta Dany’nin bu işten sorumlu olduğunu düşündünüz niye soruşturmaya devam etmiyorsunuz. Yakaladıkları sapığa attıkları dayağı 80’de Dany’ye atsalar belki kızı bulabilirlerdi. Amelia’nın kızın annesi olan pislik ile yaptığı konuşma mesela. Kadının bir şeyler sakladığı, pişmanlık duyduğu belliydi. Kitabına yazmaktansa sen niye gidip Purple ve West’e anlatmıyorsun o konuşmayı, böylece ana hedefleri Lucy haline gelir belki davayı çözebilirlerdi. 3 karaktere de empati göstermekle beraber, en takdir ettiğim dedektifler olmadığını da itiraf etmeliyim
Kadro olarak da güzel bir ekip toplanmış. Mahershal Ali’nin Green Book ile Oscar aldığı gece dizinin ilk bölümünün yayınlanmış olması da ilgiyi artırmıştır, gerçekten iyi oyuncu. Carmen Ejogo’yu tanımıyordum çok ama performansıyla o da dikkatimi çekti. Sarah Gadon ismi ile diziye katkıda bulunmuş sadece, bu kadar yetenekli kadına niye o kadar küçük bir rol verdiniz! Umarım başrollerden ayrılmaz.
Sezonun en sevdiğim ismi ise Stephen Dorff oldu. Bayıldım Roland West performansına. Kendisini bugüne kadar sadece Blade, Somewhere filmleri ile True Detective dizisinde izledim. Kendisini daha fazla izlemek isterim, zaten çoğu kişi kendisini Blade filmindeki Frost karakteri ile hatırladığı için bu sezondaki performansına şaşırmış, kariyeri için iyi bir hamle oldu.
Az önce önüme düştü. Haber geçen ayın gerçi ama burada yokken dursun.
4’e niyetlilermiş ama Nic Pizzolatto olmadan. Yeni yazarlarla görüşüyorlarmış.
Barry Jenkins hazırlayacak gibi. Senaryo Issa Lopez.
“True Detective: Night Country”
Sezon 2 gibi mükemmel olacak mı acaba?
Lütfen olsun!
Benim icin 1 > 3 > 2.
Nic Pizzolatto olmadan bu kadar kaliteli bisey ortaya cikar mi bilemiyorum.
İlk sezon kalitesine biraz olsun yaklaşsınlar bana yeter. Son sezon da fena değildi mesela.
Pizzolatto sonunda aradan çıktığı için bu sefer umutluyum, pek dengeli bir karakter imajı vermiyordu hatta kariyeri çok ilerlerse şaşırırım.
Barry Jenkins değişik bir şeyler getirebilir.
Jodie Foster
++John Hawkes (“Deadwood,” “Winter’s Bone”), Christopher Eccleston (“Doctor Who,” “The Leftovers”), Fiona Shaw (“Killing Eve,” “Harry Potter” franchise), Finn Bennett (“Domina,” “The Nevers”), Anna Lambe (“Three Pines,” “Trickster”)
++Aka Niviâna, Isabella Star Lablanc, Joel D. Montgrand
2024‘e kalmış.
True Detective: Night Country Official Teaser 2
Warner Bros. Discovery her yere lisanslayınca tabii…
“Chernobyl, True Detective ve Game of Thrones; ekim ayı içinde TV+ kütüphanesine eklenecek.”
True Detective: Night Country | Official Trailer
Poster
Poster
4. sezonu Prime Video yayınlayacakmış TR’de.
Sonradan Ek: Bu liste yanlış olabilir.
4×01’i izledim. Ben sevdim bu açılışı. Bunda Jodie Foster’ın payı da çoktur tabii, yoksa bu kadar soğuktan hoşlanmam normalde. Kış insanı değilimdir.
Davanın nereye gittiğine devam ettikçe bakarız.
4×1
Fena bir açılış olmamış, Gizemini cinayetleri yine güzel bir noktadan yakalamış. Karakterlere ilk başta alışamadım inşallah ilerleyen bölümlerde alışırım, Haftalık gelmesi bir tık sıkıntı ama izleyeceğim yapacak bir şey yok.
State Of The Art (A.E.I.O.U.) müziği ile The 100 dizisine gitmedim değil. Hatta baktım tam 6 yıl olmuş ben müziğe not düşeli
S04E01
Yer yer fargo’dan daha çok fargo tadı aldığım bir bölümle açmış sezonu tabiki daha daha gizemli şekilde. Gizemi merak uyandırıcıydı. İlk 5 dakika içinde içten içe beğendim bunu diyerek izledim. Karakterlere ben anında alıştım. Bölümün verdiği tat etkileyici idi keşke 1 bölüm daha olsa imiş. Diğer bölümleri merak ediyorum.
4×01
1 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Yüksek beklentimi fazlasıyla karşıladı. Harika bir başlangıç, anında içine çekti. Ana ve yan karakteri sevdim. Ortam zaten tam benlik.
4×2
Bu bölümden itibaren 1.sezona göz mü kırptı bana mı öyle geliyor. Baya güzel bölümdü. 1.sezonu unutalı yıllar oldu ama bazı sahneler çok tanıdık geldi.
Kırptığı kesin. Sonu bir yere varacak mı muallak.
Şincik
Farklı bir True Detective sezonu olacak gibi gözüküyor, bende ilk iki bölümü çok sevdim. Hatta bu sezon
Soğuk iliklerime kadar işledi valla. Ortam süper.
Bu pek beğenmemiş gibi…
405’i Cuma günü MAX’te yayınlayacaklarmış. TV yayını yine Pazar akşamı olacakmış.
Çünküsü Super Bowl.
21:00 yayınıyla yapacakları için bize göre gecenin körüne, yani yarına kalmış sayın seyirciler.
4. sezon finalini de izledim. 75 dk. Abartıldığı ölçüde kötü olduğunu düşünmesem de ilk bölümlerindeki seviyeyi koruduğunu söyleyemem. Doğa üstüne mi kayacak, burada şimdi ne saçmalık dönüyor karmaşasını daha iyi idare edebilirlerdi.
Issa Lopez’den bir sezon daha gelmesine itiraz etmem. Farklı bir ses o kadar da kötü bikir olmadı dediğim gibi. Nic Pizzolatto da derdine yansın.
4. Sezonu bu final ile yazık etmişler. Genel olarak beğenmiştim ama bu kapanış tüm sezonu gözümde çöp etti
4.Sezon Final Üzerine;
Hani çok güzel bir resim vardı, GOT evreni için görmüştüm ilk daha sonra hemen hemen tüm diziler veya olaylar için kullanıldı, Bir At resmi başı çok güzel çizilmiş ortası kötü sonu ise yani kuyruğuna doğru aşırı şekilde kötü çizilmişti işte 4.sezon’da böyle olmuş.
İyi bir Kurgu ile başlamış, 1.sezona taş atmış sonra olayı acayip şekilde çevirip saçma bir şekilde bağlamış. Resmen izlerken sinir oldum ve bu mu yani dedim.
https://twitter.com/KO_Reis86/status/1759811481560907922?ref_src=twsrc%5Etfw
Haklı.
Ilk 3 bolumu izledim veTrue Detective ile alakasi olmayan bir sezon. Yeni bi dizi yapsaydiniz daha iyi olurdu.
Bu sezonun 6 bölüm olması bana kısa gelse de tadında bittiğini düşünüyorum, zaten çok uzatılacak bir konu yoktu bana kalırsa. Evet, True Detective ilk iki sezondaki gibi keyif vermese de bu sezonu farklı temasıyla beni tatmin etti diyebilirim. Finali hakkında düşündürüp lan farklı bir şey mi olacak diye düşünürken
Jodie Foster zaten sezonun en güzel artısı, yine devamını çekmek isterlerse neden olmasın. Mümkünse kış ve Alaska biraz benden uzak dursun.
Jodie Foster, 5’te yokum demiş. Antoloji kalıyorlar.
4. sezonu genel olarak begensemde sezon finali biraz sonuk kaldi. Beklentilerim daha yuksekti.
Bence gayet güzel bir sezondu, finali de iyi bağlamışlar; kötü veya vasat değildi kesinlikle. Asıl, olayı
Foster ve Kali Reis yakışmışlar. Ara ara sosyal mesajlar kör göze parmaktı ama olsundu.
Alaska atmosferi, sezona harika bir arka plan oluşturmuş. Issa Lopez, şimdilik bu işi kıvırmış görünüyor, güzel bir soluk getirmiş diziye.
5 .sezona netcekler bakalım.
İlk sezonu izledim, Matthew McConaughey varlığı ve oyunculuğu ile diziyi bir üst seviyeye taşımış ki zaten oldukça üst seviye bir dizi. Yazımı, yönetimi, karakter derinliği, yan karakterlerin geniş olması, konuyu ufak dokunuşlarla çeşnilendirmesi ile dört başı mamur bir yapım.
Diğer sezonlara da bakacağım ama sıralı değil, önce 4. sezonu izlemeye karar verdim, sonra 2. sezonu. Duruma bağlı olarak 3. sezonu pas geçebilirim.
olmaksızın sezonu fena kapatmamışlar aslında, sıvamamışlar en azından. Bu arada
havada mı kaldı ne…
2. ve 3. sezonları da izledim.
Farklı diziler olarak değerlendirirsek 4’ü de belli seviyenin üstünde başarılı işler, devam sezon olarak bakarsak ilk sezona yaklaşamamışlar demek doğru olacak gibi.
2. sezon sevdiğim oyunculardan kurulu kadrosu ile bir şekilde aktı, aksiyonu daha fazla tuttukları için sıkmadı ama izlerken isimleri karıştırdığım bunlar neden bahsediyor dediğim anlar oldu; ki bölümleri art arda izledim.
3. sezon pek sevmediğim bir oyuncu olan M. Ali’nin resmen döktürdüğü bir yapım olmuş. Senaryo daha zayıf ve boşluklu, akışı aksak, sonu vurucu değil ama 3 ayrı zamanı anlatarak kurguyla seyirciyi ellerinde tutmak için çaba sarf etmişler. Yine de vasatın üstü.
Sıralama yaparsak 1>2>4>3.
4 sezon doğa üstüne abanmasına rağmen kötü bir sezon olmamış, 2. sezon ile eşit gibi hatta.
4. sezon bok gibi bir sezon olmuş kusura bakmasınlar. kış şartlarında geçen dyatlov tadında dizi ararken çıktı karşıma çıkmasaymış da olurmuş.