
İngiliz ekranlarından karşımıza gelen 3 bölümlük mini dizi Black Mirror, akranlarından biraz farklı, kaçırmamanız gereken bir dizi. Her bölümü diğerinden ayrı oyuncular ve apayrı konular içeren dizinin ana teması modern dünyamızın tekno-paranoyası. “O ne demek?” derseniz dizinin yaratıcısı Charlie Brooker‘ın (Dead Set) sözleriyle, işte sizlere temanın en güzel tarifi :
Teknoloji bir ilaçsa -ki bir ilaca benziyor- yan etkileri tam olarak nelerdir? Black Mirror (Kara Ayna) dizisi, (teknolojiden kaynaklı) keyif ile huzursuzluk arasındaki bu alanda kurgulanıyor.Başlıktaki kara aynayı dizideki her duvarda, her masada, herkesin avucunda göreceksiniz : Televizyon, monitör, akıllı telefonların soğuk, parlak ekranı
Gelin, teknoloji çağının üzerimizdeki etkisini güzel bir kurgu ile burnumuza sokan bu dizinin birbirinden bağımsız bölümlerine birlikte bakalım.

Black Mirror, İngiliz Channel 4 kanalında 4 Aralık’ta yayınlanmaya başladı ve 3 haftada sona erdi, zira 3 adet birbirinden bağımsız kısa film gibi bölümü var. Öyle ki her biri farklı yazar, yönetmen ve oyunculara sahip. Üstelik süreleri bile farklı. Üçlemenin ortak paydası ise hayatımızı kolaylaştırması beklenen teknolojinin, bizi nasıl avucuna aldığı ve sosyal yaşantımızı nasıl da alt üst ettiği. Hatta şu makalede konu, “Teknolojik zamazingolara olan bağımlığımızın karanlık tarafı” diye özetlenmiş.
Haydi, bölümlerin künyeleri ve konularına geçelim.
The National Anthem

The National Anthem
The National Anthem (Milli Marş)
Süre : 43 dakika
Yazan: Charlie Brooker
Yöneten : Otto Bathurst
Oyuncular : Rory Kinnear, Lindsay Duncan, Tom Goodman-Hill, Donald Sumpter, Lydia Wilson, Allen Leech, Anna Wilson-Jones
Bu bölüm çok başarılı ve sürükleyici bir politik gerilim hikayesi. Oldukça ilginç bir konusu var.
Bölümün ana kahramanı Michael Callow isimli bir başbakan. İngiltere kraliçesinin kızlarından biri olan Prenses Susannah’nın kaçırılması ile başlıyor tüm macera. Prenses’i kaçıranlar, başbakandan canlı yayında televizyonda öyle bir şey yapmasını istiyorlar ki olmaz olsun. Dizinin 5. dakikasında ne olduğu anlaşılan bu ayrıntıya -ispiyon etmemek adına- burada yer vermeyeceğim. Teknoloji sayesinde tüm dünyaya mal olan bu olayla (twitter, youtube, tv kanalları, Allah ne verdiyse sayesinde ülkece şerefleri iki paralık olmuş durumda) başbakan kişisel ve politik bir çıkmaza sürükleniyor. Hükümetin, halkın, başbakanın ve ailesinin bu durumla başa çıkışını, yaşanan gerilimi izliyorsunuz bir çırpıda.
Gerçekten izlemeye değer, “Ne zaman başladı da bitti?” dedirtecek kadar sürükleyici bir bölüm. Hoş bir kısa film de denebilir.
15 Million Merits

15 Million Merits
15 Million Merits (15 Milyon Meziyet)
Süre : 1 saat
Yazan : Charlie Brooker ve Kanak Huq
Yöneten : Euros Lyn
Oyuncular : Daniel Kaluuya, Jessica Brown-Findlay, Paul Popplewell, Rupert Everett, Julia Davis, Ashley Thomas
Bu bölüm, tam bir geleceğe dair bilim kurgu filmi havasında The Prisoner’a yaraşır ortamlarda başlıyor. (Hatta ilerledikçe “Acaba The Island (Ada) filmini baştan mı izleyeceğim?” diye merak ettirmedi desem yalan olur. Ama hayır, öyle olmadı.) Bilim kurgu seven sevmeyen herkese hitap edebilecek 1 saatlik bir kısa film aslında bu bölüm. Bu bölümde, televizyondaki eğlence programlarına olan açlığımız hicvediliyor.
Konuyu ispiyonsuz şöyle özetleyebilirim :
Sanal yaşam konsolları (X-box, Playstation 3 vb.) tüm hayatımızı sarsa ne olurdu?

15 Million Merits
Biraz ispiyonlayarak konusuna giriş yaparsak…
Gelecekteki bu dünyada, herkes egzersiz bisikletlerine binerek Merit (meziyet) denen bir tür gelir elde ediyor. Ne kadar çok pedal çevirirseniz o kadar çok meritiniz oluyor. (Pedal çeviremeyenlerdenseniz aşağılandığınız başka işler yapıyorsunuz.) Bisiklet pedalı çevirmediğiniz zamanlarda küçücük bir odada yaşıyorsunuz. Tek kıyafetiniz de gri bir eşofmandan ibaret. Odanızın dört bir tarafı ekran. Üstelik, baktığınız ekranlarda çıkan reklamları izlemezseniz meritleriniz azalıyor.Her bireyin kendine ait bir sanal avatarı var. O meritlerle avatarınıza kıyafet alıyor, onu çeşitli imajlara sokuyor, etkinliklere katılıyorsunuz.

15 Million Merits
Sürekli sağda solda bir ekrana bakarak sanal dünyada yaşayan bu insanlığın nereye gittiğini merak etmediniz mi? Peki bu kurgunun bir aşk hikayesi ve “Yetenek Sizsiniz” gibi bir yarışmayla nasıl birleştiğini de mi merak etmediniz? Bence etmelisiniz ve bu 1 saatin de ustaca kotarıldığına, birçok filme taş çıkarttığına tanık olmalısınız.
The Entire History of You

The Entire History of You
The Entire History of You (Senin Tüm Tarihin)
Süre : 48 dakika
Yazan : Jesse Armstrong
Yöneten : Brian Welsh
Oyuncular : Toby Kebbell, Jodie Whittaker, Tom Cullen
Diğer iki bölümden aşağı kalmayan bu bölüm, alternatif gerçeklik içeriğiyle bir bilim kurgu. Ama bu da sosyal bilim kurgu türüne girdiğinden, bilim kurgu seven sevmeyen herkese hitap ediyor. Hatta bir “ilişki dizisi sever” için rahatlıkla tavsiye edilebilecek bir içeriğe sahip.

Konusu gayet yaratıcı; şöyle ki…
Öyle bir dünya düşünün ki insanların beyinlerine bir çip takılıp, tüm yaşadıkları (gördükleri/duydukları) bu çipe kaydedilebiliyor. Bu sayede bütün hatıralarını tekrar izleyebiliyorlar. Hatta yetmiyor, dilerlerse istedikleri insanlarla bir ekrana yansıtarak birlikte izleyebiliyorlar. İleri, geri alabiliyor, belli sahneleri yakınlaştırabiliyorlar (zoom edebiliyorlar). Böyle bir dünyada, genç kahramanımız Liam ile karısının bu teknoloji sayesinde nereden nereye savrulduklarını adım adım izlerken bakalım sizin de duygusal anlamda sarsıldığınız anlar olacak mı.
Üç bölümdeki oyuncuları da (özellikle başroldekiler) fazlasıyla başarılı bulduğumu eklemeden geçmeyeyim ve sizi bu üçleme için hazırlanan ispiyon yemeyeceğiniz tanıtım filmi ile başbaşa bırakayım.
http://www.youtube.com/watch?v=S8I8uZ0TpoU
Aşağıdaki, ispiyon içerdiğini düşündüğüm, bölümlere özel tanıtım filmlerini izleyip izlememek size kalmış.
yorumlar
4×02 bu tam black mirror bölümü olmuş. dizinin çıkma amacına başarılı şekilde hizmet eden rahatsız edici güzel bir bölüm. etkilendim.
4×03 bir yerden sonra atlayarak devam ettim. sıkıcı bir bölümdü. kadın zaten başta sınırı aşmış. ondan sonra naptığı beni pek enterese etmedi. daha empati yapabileceğimiz masum bir karakterin bu teknolojik detaylar yüzünden köşeye sıkışıp saykoya bağlamasını sonra da çabaladıkça daha da dibe çöküşünü izleseydik daha şık olurdu. bu haliyle kötü bir bölümdü. sonu da saçmaydı.
diğer üçlü yarına bugünlük bu kadar. ama sanırım artık black mirror bölümlerini vayy diyerek izleyemicez. artık bölümün ortalarına kadar süren gizem falan da bırakmamışlar. bölümün başında ne neyin nesi belli sadece tahminlerinin gerçekleşmesini bekliyorsun.
4×03 Crocodile
Konusu çok sıradandı maalesef. Ama bir şekilde sürüklemesi sayesinde izletti bu bölüm de. Kış mevsimi atmosferi, bol İngiliz aksanı, buz gibi bir kadın karakter ve o karakteri canlandıran harika bir oyuncu seyrettiğim için de memnunum.
Bir de bu kim bilir kaçıncı bölüm bu şarkının çaldığı (Anyone Who Knows What Love Is). Ben 3 bölüm sayarım da belki arada kaçırdığım da olmuştur. Diziyle özdeşleşti.
Şu ana dek 2>3>1 derim. Beklentilerim maalesef çok düştü, şu üçünden daha iyi bir bölüm göremeyeceğim sanırım. Geçen sezon da böyle olmuştu. Diziye eski ilgim kalmadı. Belki de sorun bendedir.
4×04 ne kadar güzeldi. ağzım açık bitirdim. bayıldım resmen. daha fazlasını söylemek spoiler olur susuyorum. iki karakter de çok tatlıydı. 2-3 bölüm daha onları izleyemeyecek olmak çok kötü.
4×05 hmm okay..
güzel bir final bölümü olabilirmiş biraz daha genelden alsalarmış göndermeleri. olduğu kadarıyla şık olmuş ama. ayrıca 3-4 bölümlük konuyu bir bölüme sıkıştırmışlar resmen.
4×04 Hang the DJ
Vay be dedirtti bu sezon ilk kez. Çok iyi bölümdü.
Şimdilik sıralama yaparsa 4>1>2>3 diye gider. Bir tek 3 ü çok fazla beğenmedim.
Şimdi doğru mu anladım 4. bölümde
4×5 dizinin en kötü bölümüydü. (Eski yayınlanmış bölümlerini de sayıyorum.)
Şu bölümlerin isimleri burada dursun ben rakam yazıldıkça hangisiydi diye epguides’tan bakıyorum her seferinde:
4×1 USS Callister
4×2 Arkangel
4×3 Crocodile
4×4 Hang the DJ
4×5 Metalhead
4×6 Black Museum
Nefret ettiğim bir anlatım tarzı vardı bu bölümde.
Anlamıyorum kardeşim ne anlattığınızı, o zeki kafanıza sıçayım sizin. Biraz daha bilgi ve detay verseniz ölür müsünüz? Sinematografi güzelmiş, sıçayım sinematografinize. Sonunda
tüyü de dikmişsiniz, helal olsun. Sinirlendim yemin ediyorum
Bu kadarcık bir senaryo yazmanın zor olmadığını, senin abarttığını düşünüyorum. Bölümün hastası olmadım ama bu kadarını da izleyiciye bırakan bir yaklaşım için böylesi bir öfkeyi haklı bulmuyorum. Her bir şeyde de amerikan izleyicisi aptallığına bürünmeyelim yahu.
@dkamoy Teşekkür ederim. Yine de şu bahsettiğin detayların bölümün içine birkaç replikle bile olsa yedirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben hikayedeki boşlukları doldurmakla uğraşmak istemiyorum, izlediğim şeyi bütünüyle anlamak istiyorum. Bu kadar yüzeysel hikayeler neticede benim için pek de bir şey ifade etmediğiyle kalıyor. Aptal bir Amerikan izleyicisi mi yoksa ortalama bir dizi seyircisi miyim onu bilmiyorum.
haklı keremaci bu kadar subliminal şifreli mesajlar vermelerine gerekmiyor kendi hayal gücümüzde bölümün hikayesini yazabiliriz yani
belki adamlar da bunu istiyor kendi hayal gücümüzü kullanıp olan bir şeyi biraz daha süsleyin diyolardır belki de yani
iyice kafam karıştı ya

@keremaci Birçok ingiliz dizisi amerikalılar tarafından tutan hale geldikten sonra “aptala anlatır gibi” modeline bürünüp izleyiciye her armutu pişirerek sunuyor, her önemli ayrıntıyı defalarca gündeme getiriyor. İzlediğim birçok amerikan dizisinde “yahu artık bunu da gözümüze sokmayın anladık” diyen biri olarak bir şeylerin benim anlama kabiliyetime ya da hayal gücüme bırakılmasını tercih ediyorum. Hele ki kısa hikayeler/filmler temalı bir yapımda bunun olması kadar doğal bir şey göremiyorum. İsyanım ondan.
CBS polisiyelerini izlerken gerizekalı yerine koyulduğumu düşünüyorum mesela ben.
Ama 5. bölümü dandik bulmuş biri olarak hala hafızamdan silebilsem keşke düşüncemi savunuyorum. Daha düzgün ve siyah-beyaz olmayan bir şekilde anlatsalardı keşke.
4 x 06 güzeldi. İyi bir sezon finali olmuş. İzlerken baya rahatsız oldum ama son kısımlarında biraz rahatladım. Finali de iyiydi.
Önceki sezonlarla çok kıyas yapamayacağım ama tabii Netflix e geçtikten sonra sadece süre artışından dolayı bir ağır akma durumu oluyor bazı bölümlerde, onun dışında yine aynı Black Mirror.
Sıralama yapacak olursam:
4>6>1>2>3>5
5 i hiç sevmedim, 3 de idare ederdi. Gerisi aynı BM bölümleriydi. 4 en sevdiğim oldu, hatta arada izlemeyen birini bulursam ona izletip bende baştan izlemeyi düşünüyorum.
Gelecek sezon olursa o zaman yine görüşürüz
Sezonun en güzel bölümlerini 4 ve 6. bölümü izlemedim hala, burada yorumları gördükçe aslında fena merak ediyorum ama dayanabildiğim kadar biraz daha saklamak istiyorum şu 2 bölümü, sonra yeni sezonun gelmesi çok uzun sürüyor
2,3 ve 5. bölümü bende beğenmedim izlerken sıkılmadım ama beğenmedim. 1. bölüm içlerinde en güzel olanıydı. Diğerlerini de artık ne zaman izlerim bilmiyorum 
4×1 USS Callister: Atlattıktan/atlatabildikten sonra epey ferahladım. Konuyu işledikleri evrenle, işleyiş şekilleriyle o kadar alakam yok ki iyi ya da kötü diye bir yorum yapamıyorum açıkcası. Belki muazzam bir bölümdür ya da işlendiği bu haliyle kötüdür, bilemiyorum. Bildiğim tek şey izlerken ömrümden ömür gittiği.
4×2 Arkangel: Böyle pirüpak bölümleri seviyorum. Çok lafı dolandırmadan vereceği mesajı güzel verdi bence. Anne-kız draması güzeldi.
4×3 Crocodile: İşin içinde crime drama olunca ister istemez sevdim bu bölümü de. Aslında düşününce @ozgun14’un bu bölüm için söylediği kısımlar doğru ama yine de ben sıkılmadım izlerken. Ha, ne kadar amaca hizmet ettiği tartışılır.
4×4 Hang the DJ: Sezonun en iyi bölümlerindendi tabii ki. Yer yer sinirlenerek, sonunu da merak ederek izledim.
4×5 Metalhead: Başta noluyoruz dedim. Ööyle baktım ekrana. Son saniyeye kadar da @keremaci gibi düşündüm.
O yüzden “çöp” olarak bakamıyorum açıkcası bu bölüme. Bu kadar yerden yere vurulacak bir bölüm olmadığını düşünüyorum.
4×6 Black Museum: En sevdiğim bölüm bu oldu. Her birinin kendi başına geldiğini düşününce insanın sinirleri harap oluyor cidden. Bunlar ayrı ayrı bölümler halinde bile işlenebilirmiş hakikaten. Güzel bir kapanış oldu.
Ve bir sıralama yaparsam: 4×6 Black Museum > 4×4 Hang the DJ > 4×2 Arkangel > 4×3 Crocodile > 4×5 Metalhead > (4×1 USS Callister)
4×1 USS Callister ; Çok beğendim , sezonun en beğendiğim bölümü oldu . (şuana kadar) Sonu daha farklı olabilirdi , bu halini de çok sevdim . Dizi bence arada bir bu tarz şeyler denemeli.
4×4 Hang the DJ ; Çoğu kişi gibi göklere çıkarmasam da beğendiğim bir bölüm oldu. Klasik bir Black Mirror bölümüydü , fazlası değilidi , sonu daha vurucu olsaydı daha çok beğenirdim.
4×6 Black Museum; En çok beklentiyle girdiğim bölüm oldu , genel olarak güzeldi , bölüm içindeki olaylar için ayrı ayrı bölümler çekilebilirdi kesinlikle. Rahatsız ediciydi.
Aradaki bölümleri de en yakın zamanda izlemek istiyorum…
Tek tek yorumlamayacağım ama genel olarak beğendim sezonu. Yalnız 5. bölümün (Metalhead) kötü oluşunun (ki bence çok da kötü değildi) fazlaca abartıldığını düşünüyorum. Tamam yardırmadı, belki sönük kaldı da yerden yere vurulacak bir bölüm de değildi yahu, azıcık insaflı olun.
4×06 Black Museum
Sezonun en klas bölümü. Black Mirror izlediğimi ve korkup rahatsız olmam gerektiğini hatırlattı bana. Herkesin de dediği gibi; keşke bölüm içindeki hikayeleri ayrı bölümler olarak izleyebilseydik, kısa kısa geçince tadı damağımda kaldı.
Böyle bir bölüm tasarlayıp sunabilen senaristin ve yapımcının 4×05 Metalhead gibi bir bölümü nasıl içlerine sindirdiklerine daha da hayret ediyorum. Tüm serinin en kepaze bölümü.
Sıralama yapsam şöyle olur:
6> Black Museum
4> Hang the DJ
2> Arkangel
3> Crocodile
1> USS Callister
5> Metalhead
Neyse artık. Bu sezon da bitti. Geneli yavandı ama sezon finaliyle gönlümü çaldı yine. Gelecek sezon görüşürüz.
Ben de bitirdim, güzel bir sezondu. Sosyal medyada ‘Black Mirror ruhu yoktu” diyenler gölge etmesin; gayet de vardı.
Favori iki bölümüm, kesinlikle 4×06 ve 4×04′tü.
4×01
Gayet hoş, değişik ve sıkmayan bir açılış. Ben ilk fragmanını izlediğimde hiç sevmem diyordum; beklediğimden daha iyi çıktı ama maalesef Star Trekvari duruma pek ilgim yok.
4×02
Sezonun anlamlı ve vurucu bölümlerindendi. Anne karakteri biraz daha mantıklı olabilirdi.
4×03
Özellikle finalini ilginç ve güzel buldum. Atmosferi de öne çıkan özelliklerindendi.
4×04
Favori ikinci bölümüm. Müstehcenlik biraz gereksiz kullanılmış sadece. Onun haricinde, giriş-gelişme-sonuç olarak “Her anlamda bir Black Mirror bölümü” dedirtti.
4×05
Sezonun en zayıf bölümü olsa da, gerilimi, temposu ve tarzını beğendiğim bir bölümdü. Final sahnesi çok anlamlıydı ayrıca.
4×06
Salt sezonun değil, tüm bölümler içinde en iyilerdendi. O üç hikayenin vuruculuğu, hepsinin anlam kazanması, ters köşeleri ve eski bölümlere göndermeleriyle sezon finaline çok ama çok yakışan bir bölümdü. Bazı sahnelerine de çok güldüm. Enfes bölümdü velhasıl.
Bu sezonki sıralamam:
6>4>3>2=1>5
Bence en az 3. sezon kadar iyi bir sezondu. Çoğu bölümde BM ruhu kendini fazlasıyla hissettirdi. Özellikle Black Museum ve Hang the DJ harikaydı. Arkangel ve USS Callister de ilginç konularıyla zevkle izlediğim bölümlerden oldu.
Sıralamam: 6 (Black Museum) > 4 (Hang the DJ) > 2 (Arkangel) > 1 (USS Callister) > 3 (Crocodile) > 5 (Metalhead)
bu sefer olmamış cidden
Çok berbat olmuş bu
Neyse bir şey soracaktım aklımdaydı unutmuşum. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bir kaç defa denk geldim. USS Callister adlı bölümü dizi yapacaklar diye bir şey gördüm. Var mı bir fikri olan doğruluk payı ile alakalı.
Bu sefer güldürmedi!…
Yönetmenin fikri desek daha doğru olur. 1. sezonun ikinci ya da üçüncü bölümü için de böyle laflar dönmüştü.
bu ne kaçınnn

@aytackara: Aslında hayata geçirilse güzel olabilir sonuda kapalı bitmedi. Umarım yaparlar isterim ben.
S01E01
Çok beğendim bu bölümü.
Çok güzel bir konu seçmişler ve epey nükteli bir şekilde işlemişler. Ama bunu yaparken de ciddiyetten ödün vermemişler. Bir yandan da cidden düşündürmüşler böyle bir şey gerçekten yaşansa nasıl olurdu diye. Ve uzun zamandır bu kadar kahkaha atmamıştım kesinlikle.
Bölüm için puanım: 9.2
S01E02
Gayet güzel olmuş bu bölüm de. Bilim kurgu dizisi izlediğimizi hissettirdi. 1 saatlik film tadındaydı. Baştan sona başarılı bir şekilde aktı. Sonu da makul bir şekilde bitti. Tek eksiği bu sirkülasyon evreninin nasıl ve ne zaman oluştuğuna cevap vermemesi oldu.
Jessica Brown Findlay: Seviyorum bu kadını ya! Ekranda parıl parıl parlayan bir oyuncu cidden.
Bölümün başrolü Daniel Kaluuya da iyi iş çıkarmış elbette.
Bölüm için puanım: 8.9
4. sezon üzerine:
bir önceki sezona göre oldukça başarılı buldum. önceki sezonun yavan ve yavaşlığı bu sezonda yoktu. bölümler oldukça dinamik ve ekrana kitleyen seyirdeydi. adamın netflix’e geçtikten sonra tükendiği hissine kapılmıştım geçen sezon, fakat bu sezonla geri döndüğünü ispatladı.
ps: black museum‘daki her anlatılan hikaye aslında birer özgün bölüm olsaymış iyiymiş. sezonun en sevdiğim bölümü oldu.
Yine müthiş bir bölüm çıkmış ortaya. Çok güzel konular seçiyorlar ve çok başarılı bir şekilde işliyorlar. Ekrana kilitlenip kalıyor insan izlerken hayran bir şekilde.
Bu seviye kaliteli bir dizi ile karşılaşacağımı ummuyordum kesinlikle başına otururken. Başta Channel 4 olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürler. Umarım Netflix’e geçtikten sonra da aynı kalite çizgisini korumuştur dizi.
Bölüme dönecek olursam; hep hayalini kurduğum şeylerden biridir bu seçtikleri konu. Böyle bir ayrıcalığa sahip olmak isterdim kesinlikle. Ama teknoloji olarak değil elbette. Herkeste olan bir şey değil, sadece bana özgü bir yetenek olmasını isterdim. Hani ‘Bir süper gücünüz olacak ne olsun isterdiniz?’ diye bir klasik soru vardır ya o sorunun 3 cevabı vardır bende:
1- İstediğim vakitlerde insanların düşüncelerini duymak isterdim.
2- Şalvarbank filmindeki misal cebimi elime her attığımda cebimden sınırsız para çıkmasını isterdim.
3- Hafızamda ileri geri yapıp istediğim anıları tekrar izleyebilmek isterdim.
Kadroyla ilgili birkaç şey söyleyecek olursam; Jodie Whittaker oldukça iyi iş çıkarmış. İlk defa bir dizide izleme fırsatı yakaladım kendisini. 2011 ve öncesinde çektiği dizilerden Wired veya Marchlands‘ı denemek isterim ilerde bir ara.
Bölümün başrol oyuncusu Toby Kebbell de gayet iyi iş çıkarmış bu arada. Onun da hakkını vereyim. Bunun yanında Mr Selfridge’den Amy Beth Hayes ve Carters Get Rich’ten Rhashan Stone gibi tanıdık simalar görmek de güzeldi.
Bilim kurgu ile
çok iyi harmanlamışlar cidden. İlk 5 dakika sonrası ‘Bu bölüm ilk 2 bölüm kadar tat vermeyecek gibi.’ diye düşünmeye başlamışken sonraki 10 dakika içerisinde yavaş yavaş açıldı ve son yarım saatte de inanılmaz keyif verdi ana karakterin yolculuğunu izlemek. Makul bir sonla da veda etti tıpkı ilk 2 bölümde olduğu gibi. Ve ilk 2 bölümden birazcık daha fazla sevdirmeyi başardı kendini bana nihayetinde bu bölüm.
Bölüm için puanım: 9.5
@pirate Jodie Whittaker’ı ilk kez izlediysen Broadchurch gibi bir şaheseri kaçırmışsın demektir, saydığın dizilerden önce ona başlamanı tavsiye ederim naçizane.
@kerem Öneri için teşekkürler ama ilgimi çekmiyor nedense o dizi. Tanıtımı açıp konusunu okurken bile sıkılıyorum. Birkaç sene sonra bir şans veririm belki. Bir de dediğim gibi bu bölümün yayın tarihi olan 2011 yılından önce çektiği dizilerde izlemek istiyorum açıkçası.
Ben Marchlands’i sevmiştim, kadını tanıdığım diziydi.
S02E01
İlk 15 dakika pek sarmadı. Sonraki 15 dakika daha izlenir durumdaydı.Son 17 dakika güzeldi. Ama o ilk sezon bölümlerindeki mükemmellik yoktu kesinlikle. İlk sezon bölümlerine oranla bölüm konusu daha alışıldıktı. Hikaye akışı daha az sürükleyiciydi. Ve oyuncu performansları biraz daha aşağıda kaldı. Hayley Atwell iyiydi ama Rory Kinnear kadar, Daniel Kaluuya-Jessica Brown Findlay isilisi kadar ya da Toby Kebbell-Jodie Whittaker ikilisi kadar iyi değildi açıkçası. Her 2 oyuncu da son 17 dakikada gayet iyi bir iş çıkarmamış olsalar da totalde durum böyleydi benim perspektifimden bakıldığında. 2 karakterin hikayedeki yerleri değiştirilerek sunulmuş olsa biraz daha iyi olabilirdi sanki.
Bölüm için puanım: 7.9
Uzun yıllar önce izlediğim Captain America: The First Avenger’dan sonra kendisini ilk defa izlediğimi hesaba katarsak biraz yüzelsel bir yorum olacak ama yine de içimde kalmasın. Tip olarak Sophie Winkleman‘a çok benzetiyorum ben bunu. Gayet tatlı, gayet güzel, gayet seksi, gayet yetenekli, ekrana yakışan bir kız ama Sophie kadar değil kesinlikle. Onla Clea DuVall karışımı biri gibi daha çok.
En kısa zamanda ekranlara dönüş yapar inşallah.
Neyse, Sophie’yi çoooook özledim bu arada.
S02E02
Bu bölümde biraz daha düştü kalite. Tempo problemi vardı, yeterince akıcı değildi. Bölümün en iyi anları 4. ve 9. dakikalar arasındaki ana karakterin ilk şok anları ve son 3.5-4 dakikadaki after credits sahneleri oldu.
Bölümün yardımcı oyuncusu Tuppence Middleton’ın buradaki performansının daha önce aktrisi izlediğim 2 yapım olan Sense8’deki performansından ve Friday Night Dinner’a konuk olduğu bölümdeki performanstan çok aşağıda kaldığını da belirtmem gerek.
Bölüm için puanım: 7.0
S02E03 (Sezon Finali)
Bilim kurgudan çok uzak bir bölümdü. Taşlama bölümü olmuş daha çok siyasetçiler üzerine. Gayet akıcı bir şekilde sunulmuş hikaye. Big School’un gıcık müzikçisi Daniel Rigby, Jamestown’ın valisi Jason Flemyng, Outlander’dan Tobias Menzies ve Chloe Pirrie falan kadro da iyi iş çıkarmış genel olarak. Sonunu daha iyi bağlamalılarmış ama. Ve ana karakter Jamie’ye herhangi bir amaç vermeleri lazımmış. Bölümün son kısımlarında ‘Bu karakter niye vardı?’ dedirtti amaçsızlığıyla.
Neyse, IMDB’de S04E05 ile beraber dizinin en kötü bölümü olarak gösterilmiş ama muhtemelen hak etmiyor bu kadarını. En azından bir önceki bölümden çok daha iyiydi.
Bölüm için puanım: 7.8
S02E04 (Christmas Özel Bölümü)
Hikaye içinde hikayeler. Çok güzel bir bölüm olmuş.
Bölümün içine girmem 6 dakika aldı. 6. dakikadan sonra temposu kıvamında aktı bölüm. 3 küçük hikaye de ilgi çekiciydi. Arka plandaki ana hikayeye de başarılı bir şekilde bağlandılar. Jon Hamm, Janet Montgomery, Rafe Spall, Oona Chaplin ve Natalia Tena gibi tanıdık simaları izlemesi de keyifliydi ayrıca. 2. sezonda kalitesi epey irtifa kaybeden dizi bu bölümde tekrar ilk sezon seviyesine çıkmış oldu.
Bölüm için puanım: 9.0
Bloklama! Berbat ötesi bir teknoloji olurdu kesinlikle.
Hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi milyon tane yeni soruna sebep olurdu.
Günümüz sorunlarından biri olan bir konuya parmak basmışlar bilim kurgu ile abartmak suretiyle. İyi de bir iş çıkmış ortaya cidden. Başta sona güzel bir bölümdü de özellikle
25. dakikadan sonrası daha bir güzeldi.
tercih ederdim bu arada. Kapanış sahnesindeki laf düellosu da hoş olmuş.
Bölüm için puanım: 8.8
Bölümün başrol oyuncusu Bryce Dallas Howard döktürmüş resmen.
Şu ana kadarki en iyi başrol performansı buydu muhtemelen.
Alice Eve de fena iş çıkarmamış yan rolde. Cherry Jones ve Alan Ritchson’ı görmek de güzeldi elbette.
Bu hikayenin devamının olmasını isterdim.
abartı yok, 3×1’deki teknoloji çin’de uygulanıyor diye biliyorum.
http://www.telegraph.co.uk/on-demand/2017/12/15/black-mirror-coming-true-china-rating-affects-home-transport/
S03E02
Güzel başladı, güzel devam etti ama asıl olarak bölümün 2. yarısında başladı diyebilirim. Son 6-7 dakikadaki hamleler ise baya sağlamdı. Tek eksisi ana karakterin biraz geveze oluşuydu.
Bölüm için puanım: 8.1
Şu an bir yerlerde yapılıyordur illaki bu tarz denemeler diye düşünüyorum. O açıdan baktığımda en bilim kurgu olmaktan uzak bölüm buydu sanki amacı bu olmayan S01E01, S02E02 ve S02E03’ü saymazsak.
Bir ahmakla 50 dakika!
Özgün bir bölüm değildi. Daha önce bu türde yapılmış projelerin yandan yemişi gibi bir şey olmuş. Lakin baştan sona ilgiyle izletti kendini, orası ayrı konu. Sonunda anlamsız bir özgünlük vardı ama.
Başrolde The End of the F***ing World’ün tipsizi Alex Lawther, yardımcı rolde Game of Thrones ve Ripper Street’ten tanıdığımız Jerome Flynn vardı. İkisi de fena değildi.
sahnesi güldürdü.
Bölüm için puanım: 7.8
10 üzerinden puan verecek olursam
4×1 USS Callister—-10
4×2 Arkangel—-8
4×3 Crocodile—-6
4×4 Hang the DJ—-8
4×5 Metalhead—-7
4×6 Black Museum—-9