Reklamcılığın Sihirli Dünyası: Mad Men | İnceleme
26 yorum Emir Han 18 Aralık 2013 20:35
Tür……………………… | : | Drama | |
Yaratıcı………………. | : | Matthew Weiner | |
Oyuncular…………. | : | Jon Hamm, Elisabeth Moss, Vincent Kartheiser, January Jones, Christina Hendricks, Bryan Batt, Michael Gladis, Aaron Staton, Rich Sommer, John Slattery, Mark Moses | |
Ülke…………………… | : | Amerika Birleşik Devletleri | |
Bölüm sayısı……… | : | 65 | |
Asıl ismi……………… | : | MADISON AVENUE MEN | |
Yapımcı………………. | : | Lionsgate Televizyonu | |
Gösterim süresi…. | : | Yaklaşık 47 dakika | |
Kanal………………….. | : | AMC | |
İlk Yayın Tarihi…… | : | 19 Temmuz 2007 |
Dizinin adı neden MAD MEN ?
Birinci sezon ilk bölümün giriş cümlesi, dizi adının varoluş felsefesini açıklıyor :
“1950’lerin sonunda Madison Bulvarı’nın reklamcılık yöneticilerini tarif etmek için bir kavram üretildi. Bunu onlar üretti. MAD MEN…”
1950’li ve 60’lı yıllar, ABD’de reklamcılığın en ihtişamlı dönemleridir. Sektör tazedir. Bulduğunuz her fikir henüz bakirdir ve tüm erkekler takım elbiselidir. Sigara içmek için merdiven boşluğuna gitmeniz gerekmemektedir. Bütün reklam ajansları, reklam piyasasının kalbi olan ‘Madison Avenue’de toplandığı için burada çalışan ve takım elbise giyen bu insanlara “Madison Avenue Men (Madison Bulvarı Erkekleri)” ya da kısaca “MAD MEN” denilmektedir.
KONUSU :
Mad Men, 1960’lar Amerikası’nda, New York’taki kurgusal Sterling Cooper adlı reklam şirketinde yaşananları, zeka pırıltılarıyla taçlandırılmış senaryosuyla basit ama etkileyici öykülerle, belgesel tadında anlatıyor. Üst düzey reklam şirketi yöneticisi Don Draper (Jon Hamm) odaklı, katmanlı insan analizleri ve oyuncuların çizgi ötesi müthiş performanslarıyla izleyicilerin büyük bir beğeni ve sempatisini topluyor.
60’LARIN AMERİKASINA NOSTALJİK BİR BAKIŞ:
Dizi her ne kadar 1950-60’lar arasında geçen bir öyküye sahip olsa da aslında şimdiki zamanı anlatıyor. Dizinin giriş jeneriği 99 FRANCS filminin giriş sahnesiyle büyük ölçüde benzerlikler içermekte.
İki yapım da reklamcılık teması üzerine kurulmuştur ve ikisinin de çıkış yılı 2007’dir. Hangisi hangisinden alıntılar, öykünmeler, araklamalar yaptığını tam olarak belirlemek yine de zordur.
Kadın ve erkeklerin AŞK ALEMİ’nde, bir ASIL, bir YEDEK olarak çalışmayı kendilerine mesleki hobi olarak gördükleri ve bu İHANET GENLERİ’ni sonraki kuşaklara miras bıraktığı yıllardır o yıllar…
Otel odalarındaki kaçamaklardan sonra kadınların asla bozulmayan saç şekillerine, sabahın köründe fönlü ve makyajlı hallerine hayret etmeden geçemeyeceğiniz, izledikçe alışıp sizlere olağan gelecek pek çok sıra dışı olaya tanık olacaksınız.
Dizinin bir bölümünde Draper Ailesi çayırlık bir alanda piknik yaptıktan sonra çöplerini toplamadan etrafta öylece bırakıp gidiyorlar. Don Draper elindeki bira kutusunu ağaçlara doğru utanmadan, sıkılmadan sallıyor… 60’lı yıllarda Amerika’da insanlarda ‘Çevre temizliği’ kültürü henüz oluşmamış . 1965’lere gelindiğinde John F. Kennedy’den sonraki Amerika Başkanı Lyndon B. Johnson’ın eşi Lady Bird Johnson etrafın ve yolların temiz tutulmasına dair bir temizlik kampanyası başlatmış ve kampanya hızla yayılmıştır. Hatta bununla ilgili “Crying Indian (Ağlayan Kızılderili)” adında, kamuoyunda büyük beğeni kazanan reklam filmi bile yapmışlardır.
Dizi, bizlere 60’lı yıllarda Amerika’daki iş ortamı hakkında da çarpıcı örnekler veriyor. Elinde viskisiyle insanlar rahatça işe gelebiliyorlar. Sigara ve içki yasağı henüz icat edilmemiş. İnsanlar toplantıya girerken ayık, çıkarkan sarhoş olarak çıkabiliyorlar. Bira içmek isteyenler, kutuyu bir delici ile iki tarafı birden delerek açmak zorunda. Çünkü bira kutusu üzerine ‘Açacak’ koyma fikrini Amerikalılar 60’larda henüz keşfedememişlerdir. Şimdi bu lafı itelemeden edemeyeceğim: Sen kalk 1969 yılında Ay’a insan gönderecek teknolojiye sahip ol, ama bira kutusuna -içmek için iki tarafını deldirerek- yağ tenekesi muamelesi yaptır, öyle mi?
Sigaranın zararları konusu henüz tartışma aşamasındadır. Tiryakiler iki arada bir derede kalmışlardır.
Birinci sezonda ilk iki bölüm itibariyle iki küçük çocuk dışındaki herkes sigara içmektedir. Hamile kadınlar, psikologla görüşen kadınlar, toplantı yapan adamlar, yemek yiyen, içki içen, çalışan, sevişen, tuvalete giden herkesin elinde sigara eksik değildir. Bekar bayanların doğum kontrol hapı kullanması toplumun asla kabul etmeyeceği ve ‘Kötü Kız’ damgasını anında basacağı bir durumdur.
Erkeklerde deodorant kullanımı henüz başlamamıştır. Onlara göre ter kokuları, kadınların aklını başından almaktadır. Kadınlar arasında revaçta olan meslek, sekreterliktir. Psikoloğa gidenlere deli muamelesi yapılmamakta, psikoloğa gidiş bir moda olarak taklit edilmektedir. Hasta-doktor mahremiyeti de yoktur. Psikolog, kocasına, kendisine içini döken karısının her sırrını şakkadanak rahatlıkla açabilmektedir.
Dizinin pilot bölümde izlemenizi ısrarla önereceğim sahnelerden ilki, striptiz kulübünde geçen sahnedir. Günümüzde bayanların nedir o öyle SIFIR BEDEN merakı? İnsan kılçığına deri kaplanmış halde gezmeler? Sarışın striptizcimiz hem balık etli, hem de ayva göbeklidir. Bu dans sahnesini izlerken ’Pantolonu gösteren ütüdür ütü.’ benzetmesine gönderme yapıp, ’Bir gram et, bin ayıp örter‘ sözüne şapka çıkartan o ince mesajı, erkek izleyiciler anında kapacak ve gereken takdiri hürmetle sunacaklardır eminim. Çoğumuz elimizde pergelle bile kusursuz çember çizmekte zorlanırken, göğüslerini muhteşem ritmik hareketlerle çevire çevire mükemmel çemberler çizen striptizci ablayı gerçekten çok başarılı buldum. Helal olsun diyorum.
Önereceğim ikinci sahne, sigara reklamı sahnesidir. 1960’ların Amerikası’nda sigaranın sağlığa zararları bilimsel çalışmalar ışığında ispatlanmaya başlanmıştır. Bu durum, sigara üreticileri üzerindeki baskıyı artırmıştır. Sigara üreticileri paketin üzerine SAĞLIĞA ZARARLIDIR ibaresini yazmamak için direnmektedirler. Bu direnişleri, reklam ajanslarına ekmek kapısı olmuştur. Bu konu mükemmel bir senarist işçiliği ve zekasıyla şöyle işlenmektedir:
Reklamcılar ve sigara üreticileri toplantı halindedir. Herkesin elinde sigara, dumanaltı olmuşlar öksürüp durmaktadırlar. Ancak trajikomik olan durum ise şudur: Sigaranın zararlı olmadığını gösteren reklam yapmaya çalışmaktadırlar. Sigara üreticisi, ürününün zararlı olmadığına o kadar inanmaktadır ki dedesinin de sigara içtiğini ama 90’ınına kadar yaşadığını söylemektedir. Öfkeyle toplantıyı terk edecekken baş kahramanımız Don Draper devreye girip, sigarayı nasıl ürettiklerini sorar Lucky Strike’cılara (Lucky Strike: dönemin popüler sigara markalarından biri). Onlar da başlar anlatmaya: ”Malı, Arap Faik’ten alıyoruz. Karabük’te ikinci yükleme yapılıyor, Adana’ya kadar da ben sürüyorum…” Pardon o başka üçkağıtçının repliğiydi sanırım.
Lucky Strike’cılar şöyle der: “Önce kurutuyoruz, sonra kavuruyoruz falan filan ..”
İşte tam o sırada tahtaya Don Draper o sihirli sözcüğü yazar: “It’s toasted” (KAVRULMUŞ)
Lucky Strike’cılar şaşkınlıkla sorar: ” Fakat bütün sigaralar kavrulur? ” Don Draper itiraz eder:
“Hayır, diğerleri zararlıdır. Lucky Strike kavrulmuş…” Böylece işi kapıveriler.
Dizide o yılların Amerikası’nda kadının toplumdaki yeri konusunu gözler önüne seren önemli ipuçları bulunmaktadır. O yıllarda bile durum aynıdır: KADININ ADI YOK… Mad Men, kadın-erkek ilişkileri açısından 60’ların Amerikası’yla günümüz Türkiye’si arasındaki korkunç benzerlikleri idraklerimize servis ediyor. Erkek milleti, karşısında akıllı, mantıklı, zeki bir kadını görmeye alışık değil. Hele bir kadın tarafından eleştirilmeye hiç hazır değil. Don Draper, 1. sezonun ilk bölümde karşısında güçlü bir kadın görünce gerçekten afallıyor.
SENARYO:
The Sopranos‘un yazar ve yapımcılarından Matthew Weiner‘ın imzasını taşır. Matthew Weiner’ın dediğine göre 1960’ların başı bilinçli olarak seçilmiştir. Dizinin tanıtım belgeselinde o yıllar şöyle açıklanmıştır: “Beat Kuşağı‘ndan sonra, Hippi Kuşağı‘ndan önce, yani tam bir geçiş dönemi.”
Dönemin genel kabul görmüş yaşam felsefesini, “Sigara iç, içki iç, yatabildiğin kadar kadınla yat ve ne olursa olsun iyi görün!” olarak açıklamak mümkünmüş. Biz bu felsefeyi ülkemizde ‘Hızlı yaşa, genç öl; cesedin yakışıklı olsun’ efsanevi formülüyle özetliyoruz.
Dizinin sadece ilk bölümünde 70’ten fazla sigara içilmiş, tabii tüketilen viskiler de cabası… Sigara, içki, seks, ayrımcılık, Yahudi düşmanlığı gibi döneme özgü detaylar çekinmeden ekranlara yansıtılmış. Bir kısa bilgiyi de ekipten birinin sözleriyle aktarayım:
“Diziyi izleyince o zamanlar ne kadar ırkçı, ne kadar ayrımcı, ne kadar Yahudi düşmanıymışız diye düşünüyorsunuz. Evet öyleydik. Aslında hala öyleyiz, sadece daha kibarız..!”
Ana karakterin olaylar karşısında verdiği anlık fakat akılcı tepkileri, içinde bulunduğu ve yaşam direncini zorlayan çeşitli olumsuzluklara rağmen sorunları kestirmeden çözen pratik zekası, izleyici üzerinde derin takdir ve beğeni izleri bırakabiliyor. Genelde aynı anda birden fazla olayı sıkmadan ve bunaltmadan işliyor; hepsini harmanlayıp yavaş yavaş sonuca ulaştırırken merak ögesinin çıtasını sürekli yukarılarda tutabiliyor.
KARAKTERLER:
DON DRAPER:
(Jonathan Daniel Hamm. 10 Mart 1971, Missouri doğumlu, ABD’li aktör. 1960’larda geçen Mad Men dizisindeki Donald Draper rolü ile 2008 yılında drama dalında TV dizilerinde En İyi Başrol Erkek Oyuncu dalında Altın Küre Ödülü’nü kazanmıştır.)
Dizimizin baş kahramanı. Çok zeki bir adam. Kötü bir çocukluk dönemi geçirmiş. En büyük zaafı kadınlar. Havada uçan, karada kaçan elinden kurtulmuyor. Güzelim karısını birçok kadınla aldatıyor. Ancak, çocuklarını da çok seviyor. Zamanın en başarılı reklamcılarından. Atak bir insan. Fakat aynı zamanda sırlarla dolu biri.
Don Draper’ı sigara içişi ve karizmatik tavır ve bakışları ile birçok kişi gibi ben de Humphrey Bogart‘a benzetiyorum. Benim temennim ve beklentime göre Don Draper sonunda ya belsoğukluğuna yakalanıp kafayı sıyıracak ya da iş üstündeyken kalp krizinden ölecek. ’Su testisi su yolunda kırılır’ diye boşuna dememişler.
BETTY DRAPER:
(January Kristen Jones. 5 Ocak 1978 doğumlu, Amerikalı aktris. Amerikan Pastası: Düğün filminde canlandırdığı ‘Cadence Flaherty’ karakteri ile bilinir.)
Betty’yi canlandıran January Jones şunları söylüyor: “Karakterimin avukatlığına hiçbir zaman soyunmadım. Betty, duygularıyla ve engellerle baş etmekte zorluk yaşıyor. Biraz çocuksu, aksiliklerini dengelemekte sıkıntısı var. Ama müthiş bir moda anlayışı olduğu kesin. Ben de dizi boyunca Betty’den moda adına çok şey öğrendim; her sezonda ve birlikte olduğu her adamla moda anlayışı da farklılaştı. Her yılın etek boyları ve iç çamaşırı stili hakkında fazlaca bilgi sahibi oldum.
İlk birkaç yıl kabarık etekler giyiyordu, tıpkı Grace Kelly gibi. Son sezona doğru bir politikacı eşi olarak takımlar giymeye başladı, tıpkı Jackie Kennedy gibi. Betty, Don’un yakışıklı, başarılı ve iyi kariyeri olan mükemmel bir adam olduğunu düşünüyordu. Beni Betty’ye benzetip, ‘Mükemmel Buz Kraliçesi’ diyorlar. Betty gibi konuşmuyorum, onun gibi sigara içmiyorum, onun gibi yürümüyorum, onun gibi giyinmiyorum, bunlar kendi hayatıma kolayca dönmeme neden oluyor.”
Don Draper’in nevrotik karısıdır ve ilik gibidir. Dizide en çok saygı duyduğum karakterdi Betty.
Kafası cinliğe fazla çalışmayan iyi insandı kendisi. Modellik yaparken tanıştığı Don’la evlenip, kariyerini bırakmıştı. Zengin ve yakışıklı kocayı bulunca rahata ermiş ve kendini tamamen ailesine adamış Türk kadını tiplemesiydi. İlk sezonlarında tüm gün evde oturup temizlik yapan, saçını ailesi için süpürge eden biriydi. Kocası onu sürekli boynuzlarken gittiği psikiatr göğüslerine baktı diye kızardı. “Satıcıyı eve aldım… Niye aldım? Nasıl alırım?” diye dünyayı kendisine zindan ederdi. Öyle de namuslu, hanım hanımcık, eteğine sağlam bir yengemizdi. Di’li geçmiş zaman kullandığıma bakmayın; hayır, ölmedi ve yaşıyor. Fakat benim için, dizinin ilerleyen sezonlarında hakkın rahmetine kavuştu.
İçimdeki Betty Saygısı’nı kocasını aldattığı an bitirdim. Gerçi Don onunla ilgilenmiyor, sürekli aldatıyordu; ama hiç olmazsa o, kendisini bozmayaydı iyiydi.
(5. sezonunun ilk iki bölümünde ‘Betty Draper’i göremeyişimizin nedeni January Jones’un hamile olmasıdır.)
JOAN HOLLOWAY:
(Christina Rene Hendricks, 3 Mayıs 1975, Knoxville, Tennessee doğumlu ABD’li aktris. 11 Ekim 2009 tarihinde Geoffrey Arend ile evlendi. Esquire erkek dergisi tarafından 2010 yılında “Dünyanın En Seksi Kadını” seçilmiştir. Firefly sevenler kendisini Saffron olarak, Kevin Hill izlemis olanlar Nicolette Raye olarak hatırlayacaklardır.
38 yaşındaki aktrisin şöhreti yakalaması çok da kolay olmamış: “Belki milyonlarca seçmeye katıldım ve milyonlarca ret cevabı aldım. Mad Men’de rol almadan önce, doktor, polis gibi karakterleri canlandıramayacağım düşünülürdü. Joan karakteri bana çok ayrı bir kapı açtı. Joan karakterinden çok şey öğrendim. Onun hayranı olduğum, inanılmaz moda anlayışını bir kenara bırakıyorum. Kötü olaylardan karakterli bir şekilde uzak duruşuna, gururlu tarzına ve dürüstlüğüne bayılıyorum.” diyor.
Joan’nun mesleği ‘Ajans Hizmetleri Direktörü’ (sezon 4), Ofis yöneticisi (sezon 1-2, 4), Ev Hanımı (sezon 3) ve yine Bonwit Teller’de Satış Temsilcisi’dir (sezon 3). 32 yaşındadır, Greg Harris ile evli olup Kevin Harris adında bir oğlu vardır. Çocuğunu, eski sevgilisi Roger Sterling’den peydahlamıştır.
1,72 boyunda olup göğüsleri hariç 69 kilodur. Onları da hesaba katarsak, en az 80 kilo olduğu gelen haberler arasında.
Bu diziyi sanırım sırf onun için izliyor olabilirim. Olağanüstü güzel yüzü, dolgun göğüsleri, aşure kazanı gibi poposu, al yanakları, kiraz dudakları, kızıl saçları, mavi gözleri ve etine dolgun vücudu ile dizinin en bomba yan karakteridir aynı zamanda. Çok zekidir, iş bitiricidir. İstedi mi yapamayacağı şey yoktur. Erkekler için Tanrıça Kibele konumundadır, o derece yani. Evlendi, artık uslandı, çocuklarının anası olacak, hidayete erecek diye beklerken 4. sezonda izleyiciler olarak bizleri resmen ters köşeye yatırmıştır. Bu taş hatun, eğer kocası orduya yazılırsa bence kesin boşanır ve teselliyi Don Draper’in kollarında arar.
PEGGY OLSON :
Elisabeth Singleton Moss. 24 Temmuz 1982 doğumlu, Amerikalı aktris. Kendisini Grey’s Anatomy‘nin 3. sezonunda bir bölümde görmüştük; hatırlamasak da kayıp sayılamazdı. Sonra unuttuk gitti.
Elisabeth Moss, Peggy’i şöyle anlatıyor: Diziye başladığımda 23 yaşımdaydım. Şimdi 30. Bu sırada çok değiştim. Peggy gibi ben de büyüdüm. Peggy’yi oynamaya başladığım sırada, 60’lardaki bir genç kadını canlandırmak değildi hayalim; her zaman diliminde yaşayan bir genç kızı yaşatmak istedim.
Televizyonlar kendi kadın kahramanlarını yarattı; bu çok hoşuma gidiyor. Her geçen gün televizyon dünyasından yetenekli, güzel havalı kadınlar görüyoruz. Bu sanki bir erkek dizisi gibi görünse de içten içe bir kadın dizisi. Kadın karakterlerin çok iyi işlendiği ve rollerinin çok iyi yazıldığı bir dizi. Peggy ilk zamanlar, Brooklyn’den gelen, Katolik, kıyafetlerini kendi dikip giyen, moda anlayışı kısıtlı bir kızdı. Zaman içinde neyse ki karakterim giyinmeyi öğrendi. Şimdi Peggy’nin giyim tarzına bayılıyorum.”
Elisabeth Moss’ ‘Peggy’nin giyim tarzına bayılıyorum’ cümlesiyle Peggy kadar zevksiz olduğunu ilan etmiştir. Bu saatten sonra benim için Peggy Olson=Elisabeth Moss. Al birini vur ötekine. Canlandırdığı karakter gibi bunalım girdaplarında kaybolan Elisabeth Moss, kendisini Hollywood’un ünlü tarikatı Scientology‘nin kurtardığını iddia ediyormuş. Böylece anlıyoruz ki kendisi Scientology tarikatına girmiş bulunmaktadır.
Peggy işe yeni başladığında Don’ın sekreteriydi. Don’un elini tutarak sırnaşmıştı. Don istese o an oracıkta birlikte Nirvana’ya ulaşacaklardı. Kanımca, Don’un tipi değildi, onu beğense fırsatı kaçırmazdı.
Bu Kezban Peggy Olson bence ‘SALAKLIĞIN KİTABI’ nı yeniden yazmış bir embesildir. O kadar beyinsizdir ki kendisinin hamile olduğunu 9 ay boyunca anlamamıştır. Yahu bir kadın hamile olduğunu nasıl anlamaz? Bir kadın aldığı kilolarla gün geçtikçe dombilikleşiyor, üstelik reglisi de kesilmiş ve hala aklına hamile kalmış olabileceği düşüncesi gelmiyor? Bu nasıl enayiliktir çözemedim. Doğurduğu çocuğa da prematüre demeye bin şahit ister. Kereta koç gibi maşallah… Peggy Olson, ’Allah insana çirkin şansı versin!’ dilek ve temennisinin vücut bulmuş halidir. Sezonlar geçtikçe, bölümler ilerledikçe bu çirkin kızın bahtının hızla açılışına şaşırarak tanık olacağız.
PETE CAMPBEL:
(Vincent Paul Kartheiser, 5 Mayıs 1979, Minneapolis, Minnesota doğumlu Amerikalı aktör. Sanat yaşamına 1993 yılında başlamış olup, 2002 yapımı 28 bölümlük dizi Angel’daki Connor, 2011 yapımı In Time filmindeki Philippe Weis en bilindik rolleridir.)
Bu karaktersiz karakterin mallıklarını denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa yaza yaza bitiremezler. Yüzünde sahte maskeyle gezen, insanların çaktırmadan kuyusunu kazan, hırsı aklının çok ötesine geçmiş, işte yükselmek adına yanlış da olsa yapılması gereken neyse hiç utanmadan, sıkılmadan yapabilen karaktersizlik abidesi biridir. Onun gibi insan müsveddeleri hemen her iş yerinde mutlaka vardır; olmaz olsunlar!
Babasının hatırına işe alınmıştır. Köklü bir aileden gelmektedir. Genç, hırslı bir müşteri temsilcisidir. Dizinin ilk bölümünde kısa sürede çirkin Peggy’yi elde eden bu sevimsiz, itici sinir bozucu karakter ilerleyen sezonlarda burnu sürtüle sürtüle sivriliklerinden kurtulup sempatikleşmeye bile başlamıştır. Peggy Olson’dan bir çocuğu olmuştur. 1. sezonun 4. bölümünde Donald Draper’ı tehdit etmiş ancak ağzının payını almıştır. Bükemediğin bileği öpeceksin kuralına uyarak bu olaydan sonra Donald Draper’a karşı daha saygılı davranıp, onu kendisine örnek almaya başlamıştır. Karısı ‘Çocuğumuz yok!’ diye diye Pete’yi canından bezdirmektedir ve sürekli kavga etmektedirler. Konu iş olduğunda ortaya bazen ender de olsa iyi fikirler atabilmektedir.
MÜZİKLER:
Açılış müziği Rjd2‘nin Magnificent City albümünden ‘A Beautiful Mine’dır.
İlk sezonun altıncı bölümünün en sonunda çalan parça, Don Mclean‘in bölüme isim babalığı da yapmış çalışması olan ‘Babylon‘dur. Şarkıyı ilk olarak ‘ The Melodians 1970’te bestelemiştir. Daha da eski yıllara gidecek olursak Tevrat’taki ’Babylon Ağıtı’dır. Parçayı dinlemek için şuraya uğrayabilirsiniz.
Mad Men dizisinde yer alan şarkıların ayrıntılı listesini şurada bulabilirsiniz.
MAD MEN’den İNCİLER :
- ‘En kötü korkularımızın kaynağı, olmasını beklediğimiz şeylerdir.’
- ‘Dünya biz olmadan da dönüyor; üstümüze alınmamıza gerek yok.’
- ‘İnsanlar bize kim olduklarını söyler, ama biz görmezden geliriz. Çünkü onların kim olmalarını istiyorsak o olmalarını isteriz.’
- ‘Darmadağın oluyoruz. Çünkü önce önümüze çıkan her şeyi istiyoruz, sonra da eskiden sahip olduklarımızı arıyoruz.’
- ‘İstediğin bir şeyi elde edememekten daha kötü olan tek şey, onu bir başkasının elde etmesidir.’
- ‘Bir şey yemeden aylarca yaşayan yılanlar var. Sonunda bir şey yakalıyorlar. Ama o kadar aç oluyorlar ki yerken boğuluyorlar.’
Tırıvırı Bilgiler
- Sigarasız Mad Men!
- Obama, Mad Men’in yapımcısına mektup yazmış: ‘3. sezonu izledim, çok iyiydi’ diye. Başkan Obama’nın kendisine resmi ziyarete gelen devlet başkanlarına bile 15-20 dakikalık kısıtlı zaman ayırabildiği, başını kaşıyacak zamanının olmadığı söyleniyordu. Bir bölümü 47 dakika olan bir dizinin 3. sezonunun tamamını izleyecek zamanı nasıl buldu acaba? Yoksa Beyaz Saray’da dizi ve film izleme günleri mi var? Bunların 15 günde bir ‘Altın Günleri de oluyordur Allah bilir.
Dünyada ve Türkiye’de Mad Men
Bu dizi ödülleri bir bir toplarken neden Türkiye’de izleyeni çok yok? Bunu araştırmak aslında sosyologların görevi olmalı. Ülkemizdeki dizilerin bir sezonu en az beş altı ay sürerken, televizyon tarihinin bence en iyi dizilerinden olan Mad Men’in bir sezonu sadece ve sadece 12 bölüm sürüyor. Ülkemizde uzun yıllardan beri devam eden “Bol acılı, çok ağlamaklı drama dizisi” anlayışı kendilerine belletilmiş ülkemin tv izleyicilerine Mad Men boy aynası gibi gelir. Bir tek bölümünü izletip, eleştirileri dinleyin ve anlayın bu alemde sahip olduğumuz izleyici profilinin ne olduğunu.
Elin Amerikalısı’nın döndüğü ve bize tur bindirdiği bu yolda, biz hala ağır aksak yürüme gayretindeyiz. ‘Mad Men mi? Zoraki izledim bir bölümünü, hiç ısınamadım. Çok soğuk… Yavaş… Ağır… Aksiyon yok…‘ diyenlere sormak gerek:
‘Diziye şimdiye kadar dört Altın Küre ve on beş Emmy Ödülü’nün de aralarında olduğu çok sayıda ödülü boşuna mı verdiler?’
Mad Men, Türkiye dahil olmak üzere toplam 18 ülkede izleniyor. İlk sezonu 19 Temmuz 2007 de başlamış, 6. sezonu ise 23 Haziran 2013’te final yapmıştır. 7. sezonuyla ekranlara veda edeceği açıklanan dizinin yapımcısı Matthew Weiner, daha önce The Sopranos dizisinde yaptıkları gibi son sezonun iki parça halinde yayınlanacağını açıklamıştır.
yorumlar
Spoiler etiketlerinin içindekilerini saymazsak bu yazıdan bal gibi harika bir tanıtım olur. Hatta aslında bence bu haliyle de olabilir. Hangi sabırla ne ara yazdın onu hiç bilmiyorum zaten. Eline sağlık. Diziye gelirsek:
Ben bu diziyi hiç izlemedim. Zamanında Emmy-Globe dominasyonu nedeniyle kaptığım antipatiyi bir türlü gideremediğim için elim bile gitmedi. Zaten dönem dizilerini ‘genellikle’ içinde asalet/kraliyet tarzı kavramlar olmadıkça pek izleyemiyorum. Ama bundan özellikle uzak durduğum da doğru. Hatta kendime bir çeşit de sözüm var, izlemeyeceğim. Ama şu da var:
Cnbc-e’nin aylık dergisini uzun süredir takip ediyorum. İzlediğim ama geride olduğum diziler olmadıkça da Mad Men de dahil bütün dizilerin sayfalarını da okurum. Hatta Mad Men için yazan kimse baya kaliteli de yazıyor. İnsanın diziyi sevesi ya da takdir edesi falan geliyor. (Ama yine de izlememe olayında kararlıyım)
Dolayısıyla dizide dönen zibilyon tane şeyin baya bir kısmından haberim da vardır.
(Don Draper’ın büyük sırrını biliyorum mesela. Yazının içindekiler bir yana, spoiler içinde olanların da sanırım 1 tanesi sürpriz oldu, o da dizinin baya başında olmuş zaten.) Cnbc-e için yazan adam Peggy’ye ve Peggy-Don diyaloglarına ve durumlarına çok bayılan birisi. Onunla karşılıklı konuşsanız neler olur merak etmedim değil.
Bu arada, dergide okurken hep merak ediyorum bu Roger ne halta yarıyor diye, 2700 kelimelik incelemede bile neredeyse bahsedilmediğine göre bu adamın sadece soyadı bir şeye yarıyor, kendisi pek lazım değil. Dış görünüş itibarıyla da Pete Campbell karakterini ve hinliklerini seviyorum.
(Sigara deyince de aklıma Cnbc-e geldi yine, acaba bu çiçekleme/sansürleme olayı bu kadar yaygınken nasıl yayınlamıştı/yayınlıyor? Özellikle de ilk sezonu için… Hepsini mozaiklesen -ki zorundasın- ortaya çıkan görüntüden sonra kim niye senden izlesin o dizyi? Adamların işi de zor tabii.)
Ödül konusunda da ufak bir şey söyleyeyim: Senelerce üst üste dizi ödül vereceklerine diziyi izleyenlerin çok sevdiğini bildiğim Jon Hamm’e bir tane Emmy verseler ya da diğer oyuncuları hatırlasalar daha makbule geçermiş
(Bu yazıdan sonra benim yorumumu uzun bulan yoktur herhalde)
Daha 2 gün evvel edindiğim Mad ve Felsefe kitabımı okurken, bu tanıtıma denk gelmem hoş oldu. Hatta kitabı bitirdikten sonra bir tanıtım yazmayı da planlıyordum, sen benden önce davranmışsın. Çok güzel bir tanıtım olmuş, keyifle okudum. Ellerine sağlık @Emir han
Ek: Tanıtım dedim ama inceleymiş bu yahu, bu kadar bilgiyle tanıtım da diyebiliriz aslında.
Bende diziyi edinmeye başladım, son sezonuna girmeden yetişmek istiyorum ama çok zor gözüküyor.
Ellerine sağlık., çok güzel ve eğlenceli bir tanıtım-inceleme yazısı olmuş.
Ellerine sağlık, bayıldım bu yazıya.
Ben 2-3 sene önce 2. sezonun sonlarına gelmiştim. En son da orada kaldım. Sevsem de bayılmıyor oluşum nedeniyle bu zamana kadar da bir daha elim gitmemiş. Ama şimdi tekrar geri dönesim geldi, iştahımı kabarttı bu yazı.
Hakkındaki yazıları yorumları 22dakika’da bile geçse okumazdım ve hiç de ilgimi çekmezdi. Baştan gelen bir antipatim var aytaçkara gibi. Sinir bozucu bir tarzı var mı sürekli ödül olması daha da soğuttuydu beni kendinden.
Normalde kesinlikle izlemeyeceğim dediğim çok dizi olmamıştır, bazı dizileri -fringe gibi- ne kadar uğraşırsam uğraşayım izleyemesem bile belki izlerim umuduyla saklarım. ama bu diziden o kadar bile umutlu değildim.
Ama yazı gerçekten ilgi çekiciydi dönemle ilgili bilgilerle süslenmiş olması da okunurluğunu artırdı. 1-2 paragraf okur bırakırım sanırken bayaa okudum karakter tanıtımları dahil okuyabildim. insanın ön yargılı olarak başladığı bir yazıda bu kadar bile okutabilmek başarıdır.
Eline sağlık. Güzel bir yazı olmuş. Hatta en ilgi çekici ve okunası olan diyebilirim.
Yazının genel görüntüsünü halini tavrını ben de beğendim, en başarılı yazılarınızdan olduğu konusunda da hemfikirim.
Ama gelgelelim, diziyi zamanı gelince -dizi son sezonu ile veda edince- seyretmek; yani en azından bir denemek istediğimden yazının ilk 5-6 paragraflık kısmını okuyabildim, “Dizinin bir bölümünde Draper ailesi” diye başlayan paragrafa kadar yani. Bundan sonrasında ispiyon yiyeceğim sanırım deyip bıraktım; belki ispiyon yoktur ama o korku yetti bana.
Ha bir de ne yazık ki ben de @aytackara gibi, Cnbc’e den zamanında Don Draper’ın sırrını öğrenmiştim, ondan beridir de Mad Men hakkında bir yazı gördüm mü kaçarım, çünkü dediğim gibi tamamen bitince bir denemek, izlemek istiyorum. Teşekkürler @emirhan…
Diziye su sekilde “Üst düzey reklam şirketi yöneticisi Don Draper (Jon Hamm) odaklı, katmanlı insan analizleri ve oyuncuların çizgi ötesi müthiş performanslarıyla izleyicilerin büyük bir beğeni ve sempatisini topluyor.” giris yaptiktan sonra gondermeleri, karakter tanitimlarini son derece eksik ve yuzeysel anlatarak uzulerek soyleyecegim ki, cok yazik etmissiniz. Anlatimlarinizdan anladigim kadariyla sezon takibi acisindan bir parca baslardasiniz ve yine anliyorum ki MadMen’e bakisiniz donem dizisi olmaktan ziyade kadin-erkek iliskilerine odakli.
@alperen4700 Aslında yazıda belli bazı yerlerde spoiler etiketi var. Şu haliyle hiç izlememiş birine göre tasarlanmış durumda. Sen bilirsin tabii ama okunmaz değil bence.
@aytackara: Roger arkasına yaslanmıyor elbette ki, elindeki saatli bomba Pete Campbel’i idare ediş şekli ile değme sitcomlara taş çıkartan sahnelerde Don Draper ile başroldeler. Adamı izlemek başlı başına bir keyif.
Bu incelemede keşke kendisinden bahsedilseymiş. Ben bir tanıtım yazmayı düşünüyorum. Kendisi ve keza yığınla dolu karakterlerden orda bahsederim artık.
Vallahi sevindim unfortr. bu yazıyla ön yargımı kırdım biraz ama tabii bu yazıya bir tanıtım yazısı gözüyle bakamam. şöyle üstüne güzel bir tanıtım iyi gelecek.
Bu aralar ayakkabı kutularımı sık sık kontrol edip banknot bulma hayalperestliği içindeydim.Bu nedenle yazıma değerli yorumlarıyla katkıda bulunma nezaketini gösteren sitemiz üyelerimizin birbirinden anlamlı,akılcı,yapıcı yorum ve eleştirilerine teşekkür etmekte geç kaldım, özür dilerim. Ellerinize yüreğinize sağlık diyorum.Aslında bu çalışma toplam 12 sayfadan oluşuyordu. Kese kese kuşa çevirmeden, okuyucuların ilgisini yitirmeden ve bıktırmadan akıcı bir dil kullanmayı yeğledim. Zaten bir inceleme yada tanıtımda tüm karakterleri okuyucuya sunma durumunda değiliz. Önemli ve belli başlı karakterleri kendi takdir ölçümüzle anlatır geçeriz. Böylece önemli bölümleri ve karakterlerden bir demet hazırlayıp beğenilerinize sundum. Karakter tanıtımlarının son derece eksik ve yüzeysel bulduğunu belirten ‘dino’ rumuzlu yeni üyemizin de sırf bu eleştiriyi yazmak için sayfamıza kaydolması da bana ayrıca anlamlı ve değerli geldi. Kendisine ayrıca teşekkür eder, diğer değerli arkadaşlarımızın büyük emek içeren çalışmalarına da yorumlarıyla katkı yapmasını temenni ederim. Elimde MAD MEN karakterlerinin idrar, kan ve tomogrofi sonuçları bulunsaydı ve ben de Doktor olmuş olsaydım daha derin ve kapsamlı analiz ve incelemeleri yapma olanağım olabilirdi sanırım, üzgünüm detaya fazla giremedim. Bu küçük notumu bir mazeret olarak dikkate almasını saygılarımla rica ederim.
‘dkamoy’un akıl ve incelik dolu yardımlarına da ayrı bir bölüm açmak boynumun borcudur. unfortr’un güzel olacağına emin olduğum çalışmasını da sabırsızlıkla bekliyorum.
@Emir Han :
Editör şapkamla yanıt: Bu yazının redaksiyonunda aytackara’nın da parmağı bol. Teşekkürleri onunla paylaşmak istiyorum.
22 takipçisi şapkamla yanıt: Yazının geneliyle ilgili ise yine olumsuz konuşacağım için yorumlarımı kendime saklıyorum.
merhabalar,
emeğe saygısızlık etmek istemem kesinlikle fakat bu yazınızda sorununuz kan idrar vs. eksikliği değil, düpedüz diziyi anlamamış olmanız maalesef. Özellikle Don ve Peggy karakterleri hakkında yazdıklarınız o kadar yanlış ki diziyi nasıl izlediğinizi merak ettirdi bana.
İnsanoğlunun yaşam serüveninde anahtar sözcük:SAYGI’dır.Ve unutulmamalıdır ki ; Sevgide serbestiyet,saygı’da mecburiyet vardır ve saygı karşılıklı işler.Sizden gelen SAYGI’ya karşılıksız kalmama adına sorularınıza aynı saygı çizgisinde yanıt vermek boynumun borcudur:
“diziyi nasıl izlediğinizi merak ettirdi bana ” sözünüzü içtenlikle yanıtlayıp merakınızı gidereyim:
Yazar şapkamla yanıt:Dizileri izlerken bir tabak çerez ve yanında mutlaka kola içmeyi yeğlerim.Çay ve nescafe de olabilir.Sorun yapmam. Ayrıca ışıkların tamamını kapatıp sinema tadında izlemeyi severim,sessizlik olmazsa olmazımdır.Bazı dizilerde bazı pozisyonları ‘özellikle -Mad Men ‘ dizisinde ikili mücadelelerde -doğru karar verebilmek için tekrar tekrar izliyorum ki kimsenin hakkı kimseye geçmesin..Yani top çizgiyi geçmiş mi geçmemiş mi?..elle oynama var mı?..Yenilen gollerde atanın hüneri kadar kalecinin de hiç mi cazibesi yok,topa erken mi yatmış ona bakarım.Umarım merakınızı gidermişimdir.
22 takipçisi şapkamla yanıt: Bu sitede birbirinden değerli yüzlerce inceleme-tanıtım yazısı var iken sırf benim yazıma eleştiri yapmak için üye olup anında yorum yazmanızı ,sizin gibi davranmış olan ‘Dino’ rümüzlu üye ile ilişkilendirmeli miyim?..Diğer arkadaşların birbirinden güzel yazıları ve sarfedilmiş emekleri varken ve onları takdir etmek gerekirken nasıl bir ruh haliyse anlamadım artık,kalkıp antin kuntin eleştiriler yapmaya kendinizi zorunlu hissediyorsunuz.
‘karakterleri hakkında yazdıklarınız o kadar yanlış ki ‘..sözünüze de bir yanıt olsun:
O benim YORUM’um..Yorumların kendini DOĞRULAMA, ONAYLATMA görev ve sorumluluğu yoktur.Yazarların yazılarına ; Katılma-katılmama-beğenme-beğenmeme hakkımız vardır ama YANLIŞ deme hakkımız yoktur.Yanlış !.. dediğimizde Doğrusu’nu ispat etmekle yükümlü oluruz ki dersimiz MATEMATİK değildir.
Sözgelimi bir büyük ağacı ben bulunduğum yerden,bulunduğum açıdan izler ve görebildiğim kadarını anlatırım.Siz de başka açıdan gördüklerinizi anlatırsınız.İkimiz de aynı şeyi anlatıyoruzdur aslında.Ama FARKLI BAKIŞ AÇISIYLA..Şimdi yorumlarıma YANLIŞ deme hakkınız olabilir mi? Asla!..Benim de aynı şekilde sizin yorumlarınıza YANLIŞ dememe zorunluluğum vardır.Özetleyecek olursam sorun BAKIŞ AÇISI ‘nda saklıdır.
Burada yazanlar karşılığında bir ücret almıyorlar.Gönülden,emek sarfederek bir eser ortaya koyuyorlar.Bekledikleri sadece saygılı ve öğretici,yol gösterici,motive edici beğeni ve eleştirilerdir.Genelde bakacak olursanız yazanlar birbirini beğeniyor,birbirlerine yorum yazıyorlar…Yani biz bize eğlenip vakit geçiriyoruz büyük bir aile gibi.Ama ne yazık ki az da olsa da bu ailede olmaması gereken ,saygı sınırını aşan, eleştiri yorumları okursanız eğer fazla da üstünde durmayın benim yaptığım gibi Hey EGO,versene ordan bir EKO deyip geçin,böylesi daha güzel.
Çünkü ARI DİLİNCE DEĞİL BALINCA verebilmeli,yada iğneyi önce kendisine batırabilmeli insan.Ve bu sitenin Aytaç Kara adında harika bir editörü var ve onun müthiş bir zekası ve bilgi birikimi.Sırf onun yazı ve yorumlarını okumak bile ufkunuz genişletir.
Bir takım maskeler ardına saklanıp yorum yazmaktansa doğrudan gerçek isminizle yazmayı neden tercih etmediğinizi hangi şapkanızla açıklarsınız acaba?.
Yazidan bagimsiz boylesi bir polemige girmek kendi adima cok ergen buldugum bir yaklasim ancak son yorumunuzdan sonra kendimi tutamadim. Hic tanimadiginiz, yaziniza saygi sinirlari icerisinde elestirel yorum yapmis birisine maske ardina gizleniyorsun, egonu tatmin ediyorsun, yazdiklarinin benim icin onemi yok anladin mi, bana komplo kuran dis gucler var seklinde ithamlarda bulunup tavir almak cok dogru bir davranis olmasa gerek, ne dersiniz? Ben 22dakika okuyucusu olarak bir daha yazilarinizi okumam olur biter, ama siz sonraki yazilarinizin ilgiyle okunmasi ve uzerine pozitif yorumlar yapilmasini istiyorsaniz- elestirilerin dogruluk payi olabilecegini de dikkate alarak- bir parca daha ozenli davransaniz daha iyi olur dusuncesindeyim. Ha bu arada adim damlanur, herhangi bir maske ardinda saklanmis degilim. Evet, kullanici olarak yeni olabilirim, ancak bu, 22dakika’yi yaklasik 5 yildir aralikli da olsa takip ettigim gercegini degistirmez (salt okuyucu olarak). Ote yandan, MadMen cok sevdigim bir dizi; dizideki altmetinler ve her bir karakter hakkinda az cok bir bilgim oldugunu dusunuyorum. Bu sebeple de bu dizi hakkinda yazilmis bir tanitim yazisini eger yanlis buldugum bir icerige sahipse elestirme hakkina sahip oldugumu dusunuyorum.
Benim yazım orada öylece duruyor bak bakalım içinde ‘ egonu tatmin ediyorsun, yazdiklarinin benim icin onemi yok anladin mi, bana komplo kuran dis gucler var ‘diye birşey var mı?… Hani bana diyorsun ya ‘diziyi nasıl izledin ?’diye..şimdi ben de sana diyorum:Yazımı nerenle okudun?…))))) Ben ‘entropy ‘ rumuzlu üyenin yorumuna cevap yazıyorum, ‘dino’ rumuzlu üyeden cevap geliyor :)))Demek ki ikiniz aynı kişiymişsiniz değil mi canım?…Maske dediğim budur işte!…
Ne güzel,en azından bunu ortaya çıkarmış olduk.Hobba.. Allah akıl fikir versin diyorum.Yazdıkların sahip olduğun bilgi birikimi ve enttellektüel kişiliğinin aynasıdır.Bu aynadaki görüntün bundan böyle zaman ayırıp sana cevap yazmayı gerekli kılmıyor.Çünkü sen yazılanları hem doğru okuyamıyorsun hem de algılamada sıkıntıların var.Bu durum,’algıda seçicilik’ değil,düpedüz ‘İdrak Yolları iltihabı’ olabilir.Acil şifalar dilerim.
‘GEREKSİZ ELEŞTİRİ,GİZLİ HAYRANLIKTIR’ diyen Cengiz Aytmatova’a selam ve saygılarımı sunarım.
Ben de ikinizden-üçünüzden, yani aslında hepinizden bu durumu mümkünse uzatmamanızı, ama çok içimde kaldı bir şeyler diyorsanız birbirinizi postane mesajı üzerinden yemeye devam etmenizi önersem nasıl olur peki?
Diziyle veya direkt yazıyla ilgili konuşacaksanız seve seve de bu konu böyle gitmeye devam ederse tünelin sonunda ışık görünmüyor da…
benim için bitmiştir:)
Emir Han Bey, ben yaklaşımınızı hiç olgun bulmadım.
Merak ediyorum, sırf yazınıza yorum yapmak için üye olanlar “olumlu” görüşler yazsalardı da bu sözleri sarf edip olayı kişiselleştirecek miydiniz?
Bu sitenin bir sürü “okuyucusu” var. Herkes her yazıya yorum yazmak ve sohbet ortamına katılmak zorunda değil. Ben de çok nadir yazan fakat uzun zamandır takip eden bir insanım. Siteye giriş yapıp yazmaya üşeniyorum ya da vakit bulamıyorum çoğu zaman. Hiç kayıt olmadığım zamanlarda daha da üşeniyordum. Tıpkı buradaki arkadaşlar gibi, beni de “deliğimden” çıkaran, bir yazı/yorum hakkındaki olumsuz düşüncelerimdi.
İlk kez kayıt olup yorum yazan insanlara bu şekilde saldırılması değil, aksine teşvik edilmesi gerekir ki tekrar tekrar gelip yazsınlar. Yoksa bir avuç arkadaş grubu arasında kalır sohbetler, biz de “bunlar demek aralarına kimseyi almak istemiyorlar” diye köşemize çekilip yazılar bitince yorumları okumadan sayfayı kapatmaya devam ederiz.
Yazıyla ilgili yazılan eleştirilere ben de katılıyorum. Bir Mad Men yazısının nasıl olması gerektiğini anlatmama gerek kalmamış zaten sitedeki “Reklamcılığın Altın Yılları” başlıklı yazıda örneği var. Bu yazı ile o yazının kalitesi arasında dağlar kadar fark var.
Bu yazıyı tutan diğer site okurlarına da hayret ettim. Diziyi baştan sona izlememiş olanları anlayabiliyorum ama bence gidip diğer yazıyı okusunlar, ondan sonra “tutmalarını” tekrar değerlendirsinler.
@dfisek: umarım sitenin genel üyeleri için de aynı şeyi düşünmezsiniz. biz yeni üyeleri çok severiz hemen de ısınırız birbirimize, hepimiz bir dönem için yeni üye değil miydik zaten eğer sadece okuyucu olarak takılanların nedenleri buysa üzücü. bizi burada baki yapan burada bulduğumuz samimiyetti. umarım siz de nick ve şifrenizi “bunu hatırla” moduna alır, böylece giriş yapmaya üşenmemiş olursunuz. ve yorumlarınızla fikir çeşitliliğini artırmamıza yardım edersiniz.
düzenleme: konuyla ilgili yorumumu geri alıyorum.
@dfisek Öncelikle Özgün’ün yazdığı yoruma katılıyorum. Yeni üyeler ve yorumlar her zaman değerlidir. Kendi adıma da bir şey diyeceğim:
Ben iki yazıyı da tuttum. İki yazının başına da yazdım, bu diziyi izlemedim ve izlemeyi düşünmüyorum. Ama iki yazıyı da ortada bir zaman, emek harcama ve sabır bulunduğu için takdir de ediyorum. İzlemediğim için içerikle ilgili ahkam kesecek durumda olmasam da şunu da söyleyeyim. Ama @dfisek’e özel değil, genel olarak:
Emir Han da diğerlerine doğru gelmeyen bir üslupla da olsa söylemiş, bu bir inceleme yazısı, @unfortr’ın yazdığıysa bir tanıtım yazısı. İncelemeler “Bence” kipinin daha baskın olduğu yazılar, ki normalde 22 dakika profilinde böyle yazılar çok olmasa da Emir Han bence kipini minimum kullanarak yazdığı için sevdiğim de yazılar.
Ben oturup Game of Thrones incelemesi yazsam çoğu kişinin bulsa ağzına terlikle vuracağı Cercei ile ilgili çoğu kişinin onaylamayacağı dolu şey yazarım. En olmadı “Onu savunmuyorum ama anlıyorum” der geçerim. Bu da o hesap. Misal Peggy’nin sevilip sevilmemesi de kişiye ve yorumuna, onun anlayışına bağlıdır.
(Zamanında eşcinsellikle ilgili bir yazıda bundan daha fazlası oldu. Orada da kimse kimseyi ikna edemedi, dahası eşcinseli heteroya çeviremedi ama en azından karşılıklı bir anlaşma ile orta yol bulundu. Bulunuyor yani, gerçekten…)
İşte adı üstünde inceleme olduğu için Emir de, @dfisek de, diğer 2 arkadaş ve herkes de kendi görüşlerini diledikleri gibi söylebilirler. Anlaşma olmasa zaten yadırganır asıl. Önemli olan karşılıklı suçlama ve hakaret-küfür (bu sonucuyu sakın yapmayın hele) olmadan-kullanılan kelimelere de biraz dikkat ederek görüş alışverişi yapmak. Yazıda bir olay veya bilgi yanlışı varsa zaten bir sorun olamaz.
O nedenle dün gece bir noktadan sonra “Anlaşamıyorsanız postaneden yiyin lütfen birbirinizi” dedim ben. Söylemesi ayıp arkasındayım lafımın Yine çok konuştum.
Merhabalar,
Bu konuda yazacağım (hatta büyük ihtimalle 22dakika’ya yazacağım) son yorum bu. Konu dışılık için editörlerden peşin olarak özür dilerim.
Adım Çetin Meriçli, Damlanur değil. EntropY de tamı tamına 20 yıldır kullandığım online rumuzum. Kim olduğumu merak ediyorsanız ufak bir Google araması ile öğrenebilirsiniz.
İnsanların sizi işlerini güçlerini bırakıp yazdığınız bir yazıya yorum girmek için birden fazla sahte hesap açacak kadar önemseyeceklerini düşünmeniz özgüven açısından takdir edilesi (bir parça özgüven herkese gerekli sonuçta) ancak inanın o kadar önemli değilsiniz, hiçbirimiz değiliz.
Emeğe saygı kısmına gelince, Barış Manço ile 7’den 77’ye programında değiliz. İçeriğinde bu denli büyük yanlışlar barındıran bir yazıyı sırf yazılırken emek harcandı diye beğenmemiz mi gerekiyor? Soru retorik değil. Eğer burada işler böyle yürüyorsa onu da bileyim, değerli vaktimi nereye harcamayacağımı belirlememe yardım eder. Bu sonuçta benim yorumum, matematik değil demişsiniz. Böyle bir yazıyı yazmaya giriştiğinizde bir parça da literatür taraması yapsaydınız bu yazdıklarınızın önemli kısmını yazmazdınız gibi geliyor bana. Eğer Mad Men hakkında yazılan kitapları inceleme yazılarını okuyup diziyi de bahsettiğiniz şekilde detayları kaçırmamaya özen göstererek dikkatlice izlediyseniz ve yine de sonucu bu yazı olduysa diyecek bir şeyim yok açıkçası.
Yazıdaki genel üslubunuzu da çok bayağı buldum ancak o sonuçta sizin kendi seçiminiz, şekilsel bir mesele olduğu için de yorum yapmadım bu konuda. Eğer yazınızda bu denli vahim yanlış tespitler olmasa, sorun sadece üslubunuzun düzeysizliği olsa inanın vakit ayırıp hesap açıp yorum filan yazmazdım (ki tepkilerinizin böyle patolojik olacağını bilsem o yorumu da yazmazdım, yazıyı okumaya harcadığım zamanı kaybettiğime üzülür geçer giderdim).
Yazıyı beğendiğini belirten arkadaşlara da şaşırdım. Alan memnun veren memnun olduktan sonra bana söz söylemek düşmez elbette, zaten çok sınırlı miktarda dizi izliyorum. Ancak politik doğruculuk ya da nezaket sebepli bile olsa yaklaşım bu ise, arada bir değişik fikirler yorumlar duymak için geldiğim 22dakika’ya bir daha gelmem olur biter.
Son olarak sizin yazınızdan az bir zaman sonra yayınlanmış @unfortr’nin Mad Men yazısı daha iyi olabilecekken bence yer yer eksik kalmış olan kısımlarına karşın genel olarak çok daha derli toplu yazılmış bir yazı olmuş. Sözkonusu yazıdaki “Peggy, Amerikan toplumunda modern iş kadınının doğuşunu simgeler.” tespiti ile eserinizdeki “Bu Kezban Peggy Olson bence ‘SALAKLIĞIN KİTABI’ nı yeniden yazmış bir embesildir.” tespiti arasındaki kontrastı okurların takdirine bırakıyor, zararın neresinden dönsem kardır diyip daha da fazla vakit kaybetmemek için burada bitiriyorum.
Esenlikler,
Çetin
Ben de gerçekten ama gerçekten son kez yorum yazacağım bu yazıya. Çünkü cidden sıkılmaya başladım.
Retorik olmadığı bildiğim soruya yine de cevap vereceğim: Bu yazıları inceleme de olsa sadece diziyi izleyenler okumuyor. 2 kere buraya, bir de tanıtıma yazdım. Ben bu lanet olası diziyi izlemiyorum. İçeriğiyle ilgili değerlendirme yapabilecek zerre fikrim yok. İçeriğinde bu denli büyük yanlışlar var dediğiniz yazıya ve diziye dair bir fikrim de yok. Tek sahne izlemediğim diziyi başkaları içeriğinde tepki gösteriyor diye yargıla(ya)mam.ü
Bu nedenle de görünüş itibarıyla da beğendim. Lafımın arkasındayım. İçinin nasılı umurumda da değil.
Oldum olası da “Bir daha yazmam olur biter, bir daha gelmem olur biter” tarzı yorumlardan da nefret ederim. Kişiye özel değil. Ayrıca sonuçta beğenmek de herkesin kendi tekelinde. Yazıyı sadece takdir ettim, yayından önce yazıyı inceleme editörlüğünü de ben yaptım. İnsan 2500 kelimelik bir yazıyıyla ilgilenmeye zaman ayırdığında takdir edesi de geliyor…
Değerli vaktinizi ne ile geçiriryorsunuz/geçirmek istersiniz bilmiyorum ama yine az yukarıda da dediğim gibi burada tek yazı yazan da Emir Han değil sonuçta. Muhakemesini doğru bulmadığınız Emir Han’dan ve yazılarından uzak durabilirsiniz.
Burada böyle bir insan mozaiği varken ve daha yeni gelmişken gitmenizi kendi adıma isitemem de açıkçası… Tek bir yazıdan alınan/verilen tepkiyle yazı yazmayı kesmek, yorumlardan uzaklaşmak/komple 22dakika’ya tepki gösterip de gitmek hoş olmasa gerek. Yine de siz bilirsiniz.
Sevgiler/saygılar/iyi günler/iyi yıllar… (Bu daha nereye gidiyorsa artık)
Bu tartışmada suskunluğumu korudum beni ilgilendiren bir durum yok çünkü diye düşündüm. Ama burada yazılanların can sıktığını affınıza sığınarak söylüyorum. Bu site bir hobi sitesidir ve yazı yazan arkadaşlar da editörler de bu siteye hiçbir karşılık beklemeden katkıda bulunurlar ve evet bu bile tek başına takdir edilesi bir şeydir. Ama bu demek değildir ki burada “Körler sağırlar birbirini ağırlar.” gibi bir durum söz konusu. Yeri geldiğinde herkes dilediğince fikrini beyan eder ve saygı çerçevesinde sert tartışmalara da gireriz. Site sakinleri de editörler de siteye yeni yazı yazanları mümkün olduğunca teşvik ederler, hatta bu konuda ellerinden gelen yardımı da esirgemezler. Bunu gönül rahatlığı ile söylüyorum çünkü sitenin en yeni yazarlarından biri de benim ve bu siteye bu kadar bağlanmamı sağlayan ozgun14 nickli site sakininin ve editörlerden @dkamoy‘un bana her konuda yardımcı olup, bir nevi siteyi kullanma kılavuzluğumu üstlenmeleridir. Bunu size gösteremediysek hata bizim, bu konuda ben kendi adıma özür de diliyorum. Ama bir kişinin yorumundan, tavrından yola çıkarak tüm 22 dakika ahalisini yargılayarak da sizler biraz gereksiz alınganlık gösteriyor ve diğer takipçilere haksızlık ediyorsunuz diye de düşünüyorum nacizane.
Emirhan‘a gelince, öncelikle emirhan neden benim yazılarım yeri geldiğinde bu kadar tepki topluyor ki diye düşünüyorsun gibi geliyor. Bunun sebebi senin yazdığın tür ile alakalı. İnceleme yazıları kişisel görüşlerin de sıklıkla yer aldığı yazılar olduğu için senin görüşlerinle örtüşmeyen kişilerin çıkması oldukça olağan bir durum, o yüzden bunu kabullenirsen ileride bu tarz yorumlarda daha az canın sıkılır. Kimseyi yargılamak bana düşmez, o yüzden affına sığınarak tamamen 3. bir göz olarak şunu da söylüyorum ki arkadaşlara cevap yazarken gereksiz yere fevri ve agresif çıkışların da olabiliyor o sebeple de bu tarz tepkileri üzerine çekiyorsun gibi de geliyor bana.
Okur-yazar olarak şunu da söyleyeyim ki, düzenli yazı yazan bir avuç insan olduğumuz için birbirimizi desteklemeye çalışırız, yani en azından ben çalışıyorum. Ama bu demek değil ki, olan biten hataları, eksiklikleri dile getirmiyoruz. Bu yazıdaki yanlışlar niye dile getirilmemiş derseniz de sebebi ortada, siteyi düzenli takip edenlerden bu diziyi seyretme şansına sahip olan neredeyse yok. Ekstra ben yazının ilk birkaç paragrafı hariç yazıyı okumadım bile sebebi de basit, yakın gelecekte diziyi seyretmek istediğimden ispiyon yeme korkusu ile devam etmedim. Ama okuduğum ilk birkaç paragraftan memnun olduğum için yazıyı tuttum.
Neyse kıssadan hisse, bu tartışmaların büyük ölçüde üsluplardaki sert tavırdan kaynaklandığını düşünüyorum ve herkesten tartışmaların daha fazla uzatılmamasını bir başka takipçi olarak rica ediyorum. Herkese saygılar, sürç-ü lisan ettiysem, ya da birisini kırdıysam tekrar onun da affına sığınarak bitiriyorum…
Beğendiğimiz yazıları mı tutuyoruz, ben ayıp olmasın diye herkesin yazısını tutuyorum. Bu arada benimde yazının doğruluğunu veya yanlışlığını kanıtlayacak bir bilgim yok, çünkü diziyi izlemedim.
”Bende diziyi edinmeye başladım, son sezonuna girmeden yetişmek istiyorum ama çok zor gözüküyor.
Ellerine sağlık., çok güzel ve eğlenceli bir tanıtım-inceleme yazısı olmuş.”
Bir önceki yorumumda söylemişim zaten.
Bu arada üslubun bayalığı ne hiç anlamadım, ben gerçekten Emir Han’ın yazılarında kullandığı üslubu beğeniyorum. Şu yazıyı beğenenler olarak cahil olduk kaldık.