Treme — Tanıtım
12 yorum unfortr 06 Ekim 2012 15:48
Caz’ın ve Blues’un anavatına buyurun : Treme!
Müziğin, en büyük felaketlerden sonra dahi insanların kalplerine ve ruhlarına işlediği, sevgisiyle hayata nasıl bağladığına tanık olun. Kendinizi bu harikulade müziğin coşkusuna kaptırıp, bununla birlikte yerle bir olan şehrin kalıntılarından insanların ne büyük azim ve hırsla ayağa kalktığına şahit olun. Yaşadıkları şehrin ruhundan fışkıran müziğin ateşlediği yaşama azimleriyle herkese ders veren bu insanların hayat hikayesine gelin yakından bakın.
11 Nisan 2011 tarihinde Amerikan kablolu kanalı HBO’da yayınlanmaya başlayan Treme‘nin 23 Eylül tarihi itibariyle 3. sezonu başladı.
1. sezonu 10, 2. sezonu 11 bölüm olarak çekilen dizimizin 3. sezonu da 10 bölüm olarak planlanmış. Dizinin, 2013 yazında izleyeceğimiz 4. sezonu son sezonu olacak. Final sezonu, 4 ya da 6 bölüm olarak çekilecek. İlk bölümü 1 saat 20 dakika, diğer bölümleri 60’ar dakika olan Treme, 9 Ekim’de 2. sezonuyla ülkemizde de e2 kanalında yayınlanacak.
Treme‘nin yaratıcıları Eric Overmayers ve David Simon. Bu iki isim, daha önce Life On Street dizisinde beraber çalışmışlar. David Simon, televizyon dünyasının gelmiş geçmiş en başarılı yapımlarından biri olarak kabul edilen The Wire‘ın yaratıcısı. Eric Overmayers da The Wire’ın 4. sezonunda da danışman yapımcı olarak görev almış.
Treme‘nin konusu 2005 yılında New Orleans’ta yaşanan ve şehrin %80’inin sular altında kalmasına sebep olan Katrina Kasırgası‘ndan 3 ay sonra başlıyor. Treme, yerle bir olan şehir, içine girilemeyecek halde döküntü olmuş evler, kayıp olan insanlar, çıkarılmayı bekleyen cesetler ve yaşayacak başka bir yerleri olmadığı için, olsa da gönülden bağlı oldukları bu şehri asla terk etmeyen insanların müzikle iç içe olan hayat hikayesini anlatıyor.
Şehirde yaşanan siyasi çıkar, yaşanan konut yolsuzlukları, karman çorman olan ceza ve adalet sistemi ve Mardi Gras yerlileri ile polisin çatışmalarına tanık olacağımız hikayemizde, yerli halkın kasırgadan sonra dibe vuran turizm sektörünü tekrar ayağa kaldırmak için verdikleri mücadeleyi izliyoruz dizide.
New Orleans‘ın bir diğer kendini meşhur kılan özelliği ise, birbirinden leziz yemeklerin yapıldığı yerel mutfağı. Dizimizin hikayesinin içinde elbetteki bu leziz yemeklerin yapıldığı bir mutfağımız ve buna bağlı restoranımız da var. Hikayemizin başında, kasırganın izlerini halen üzerinde taşıyan restoranımız, girdiği ekonomik zorluk dolayısyla mutfağında, kendisine her daim sadık olmuş müşterilerine yemek yapabilecek kadar yeterli malzeme bulmakta güçlük çekiyor. Kasırganın dağıttığı restoranın çalışanları ise, işlerine düzenli gelemedikleri için işleri eskisi gibi rayına oturtmak onlar için zor.
Müziğin başrolde olduğu, ama bizi New Orleans’ın yerlilerinden biriymiş gibi hissettirip bu güzel dizinin hikayesinin içine alan ve bize insan sevgisi aşılayan bu sımsıcacık karakterleri ile kadroyu tanıyalım…
Yöre halkı gibi sokaklarda ve barlarda trombonunu çalarak geçimini sağlıyor. Ladonna ile bir zamanlar evliymiş. Ondan olan iki çocuğuna karşı kendince sebeplerinden dolayı pek ilgi göstermiyor. İkinci kez evlenmiş, yeni doğmuş bir çocuğu var. Düzenli çaldığı bir mekan olmadığı için sadece bulduğu ekstralardan para kazanmaya çalışıyor. Evini geçindirmekte oldukça zorlanıyor.
Karakteri, çoğumuzun The Wire’dan hatırlayacağı Wendell Pierce canlandırıyor.
Ladonna, New Orleans’ta kafe bar tarzı, babasından kalma bir yerin işletmeciliğini yapıyor. Fırtına yüzünden kaybolan kardeşi Daymo’yu bulmak için çok yoğun bir çaba sarfediyor. Epey yaşlı olan annesiyle kasırganın yıkıcı etkisini yaşamış mahallelerin birinde yaşıyorlar. İkinci kocası ve iki çocuğu ise kasırgadan sonra nispeten daha iyi durumda olan Louisiana eyaletinin merkez şehri olan Baton Rouge’da kalıyorlar. Annesini yalnız bırakmamak ve kardeşini bulabilmek için onlardan ayrı yaşıyor. Ladonna onları sık sık ziyarete gidiyor; Antoine’yi çocuklarını ziyaret etmesi için baskı altında tutuyor.
Karakteri, CSI : Miami‘den hatırlayacağımız Khandi Alexander canlandırıyor.
Şehirde düzenlenen Mardi Gras şenliklerinde ve çeşitli yürüyüşlerde, Kızılderili kostümleriyle düzenledikleri gösterilerde ekibine şeflik yapan kendi toplumunda oldukça saygı gören Albert, kasırgadan sonra kızıyla evine döner. Fakat, yerle bir olmuş evinde yaşamak mümkün değildir. O da mahallede müzik çalışmalarını yaptıkları barı temizleyip, ekibini tekrar toplayıp eski günlerin geri gelmesini ümit etmektedir. Geçimini evlerin tamir ve onarımını yaparak sağlar.
Karakteri yine hepimizin The Wire’dan hatırlayacağımız Clarke Peters canlandırıyor.
Babası Albert gibi o da başarılı bir müzisyen. Kızkardeşinin yaşanmaz derecede kötü durumda olan şehirden uzaklaştıramadığı babasını ikna edebilmek için, New York’taki müzik çalışmalarına ara verip şehire döner. Fakat babasını şehirden koparması mümkün değildir.
Karakteri Rob Brown canlandırıyor.
Babasını çok seven Davina, kasırgadan 3 ay sonra şehre babasıyla birlikte tekrar döner. İlk başlarda, babasının sadece evlerine ve mahallelerine bir göz atmak amacıyla geldiğini zanneden Davina, babasının kalmak istemesine çok üzülür. Bir türlü şehirden uzaklaştıramadığı babasını ikna etmek için kardeşini şehre çağırır.
Karakteri, Edwina Findley canlandırıyor.
Janette, kasırganın zarara uğrattığı restoranının tekrar ayağa kalkabilmesi için büyük çaba sarfetmektedir. Yoğun karışıklıktan dolayı beklediği sigorta paraları ödenmediği için oldukça zor durumdadır. Restoranında hem şeflik, hem ahçılık yapıyor. Gönül ilişkisinde ise, Davis’le inişli çıkışlı bir durumları var.
Karakteri en iyi, Deadwood‘dan hatırlayabileceğimiz güzel oyuncu Kim Dickens canlandırıyor.
Davis, müziğe fanatik derecesinden aşık çılgın bir adam. Yerel bir radyoda DJ olarak çalışıyor. Radyo yönetimiyle de çalınacak şarkılar konusunda anlaşmazlık halindeler; kendi repertuvarını kabul ettirmekte zorlanıyor.
Karakteri, Steve Zahn canlandırıyor.
Antoinette -yaygın adıyla Toni-, bir sivil haklar avukatı. LaDonna’nın kardeşi Daymo’nun kaybolması sonucu, bu durumun gizemini çözmek için yoğun çaba harcar. Fakat felaket sonrası sekteye uğramış eyalet düzeni, karşısında ciddi bir devlet adına muhatap bulamaması, onun için oldukça sinir bozucu bir hal almaya başlar.
Karakteri, en son gene HBO’nun mini dizisi Mildred Pierce‘ta gördüğümüz Melissa Leo canlandırıyor.
Antoinette’nin kocası olan Creighton, yerel üniversitede bir profesör. Kasırgadan sonra geç gelen yardım, devletin aciz durumda kalıp şehrin sorunlarıyla baş edememesi sonucu, şehrin haklarını savunmak için televizyonlara çıkıp devlet aleyhine sert muhalefet yapar. Aynı zamanda yazar olan Creighton, ne tesadüftür ki kasırgadan önce başlayıp yarım kalan 1927 Büyük Missipi Taşkını romanını bitirmek istemektedir.
Karakteri, benim en son Damages‘ın 4.sezonundan hatırladığım usta oyuncu John Goodman canlandırıyor.
Bernette Ailesi’nin küçük kızı Sofia, yatılı okula gitmek istememesine rağmen şehirde başka gidebileceği sağlam bir okul kalmadığı için geçici bir süreliğine bu duruma katlanmak zorunda.
Karakteri, India Ennenga canlandırıyor.
Annie ve Sonny, New Orleans’ın Fransız Mahallesi’nde turistlere sokak müziği yapan müzisyenler. Annie, klasik keman virtüözü, Sonny ise klavye çalan bir müzisyen.
Sonny’i Michiel Huisman, Annie’yi ise Lucia Micarelli canlandırıyor.
Dizinin birinci sezonu çekilirken maalesef sette üzücü bir olay yaşandı. Dizinin yapımcılarından aynı zamanda baş senaristi David Mills, sette geçirdiği baygınlık sonucu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Ölüm sebebi olarak beyin anevrizması olarak açıklanan Mills, daha önce HBO’nun mini dizisi The Corner’i yazıp-yönetmiş; ER, Kingpin, NYPD Blue ve The Wire gibi dizilerin de bazı bölümlerinde senarist olarak yer almıştı.
Dizinin oldukça fazla karakter -buna bağlı olarak da fazlacana alt metin- içeren senaryosu var. Fakat, bu sizi hiç sıkmıyor; senaryo, adeta su gibi akıp gidiyor. Dizinin 60 dakika olan süresinin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Müzikler o kadar harika ve müthişler ki… Özellikle de çalınan enstrümanlardan gelen, kulağınızın pasını silen hoş melodiler, size senaryoyu unutturup, yeter artık sadece müzik çalsın dedirtecek cinsten. Ayrıca hayatım boyunca izlediğim hiçbir dizi bana bu şekil bir insan sevgisi aşılamamıştır. Dizinin çekildiği mekanlar, karakterlerin samimiyetiyle Treme’yi kendi mahallenizmiş gibi görmeye başlıyorsunuz.
* Diziye ismini veren Treme, New Orleans’ta cazın doğduğu mahalle olarak varsayılan ”Claude Treme”den geliyor.
* Dizide bolca ismi geçen Mardi Gras, aslen Fransız katoliklerinin bir tür oruç dönemine girmeden önceki salı günü her şeyin dibine vurdukları “işrete veda” türünden çok katılımlı bir kutlamadır. New Orleans’ın yapısal kökeninin Fransız olması dolayısıyla bu kutlama burada ve tüm Amerika’ya yayılmıştır. Artık amacından sapmış ve bir haftalık süreye yayılmış bu festival zamanında, şehre çok fazla turist akın eder.
* Dizinin Treme Song jenerik şarkısı John Boutte‘ye ait ve sanatçının 2003 albümü Jambalaya’da yer alıyor.
* Treme Song dizinin ilk sezonuyla beraber çıkan soundtrack albümünün açılış şarkısı. Diğer 18 şarkı ise sezon boyunca sanatçı ve oyuncuların seslendirip çaldığı şarkılardan seçilmiş.
* Albüm, 2011 yılında Grammy’e aday gösterildi. Steve Earle‘nin seslendirdiği This City de En İyi Soundtrack Şarkı dalında Grammy’nin adayları arasında bulunuyordu.
* Dizide bir çok efsane müzisyen ve şarkıcı ufak rollerde boy göstermekte. Bu efsane müzisyenlerden ikisi Allen Toussaint ve Elvis Castello. Diğerleri, izlemeyenler için süpriz olsun.
Dizi şekerli bir sakızı çiğnedikten yarım saat sonra aromasu bittikten sonra ağzından tükürüp atacağınız cinste, her bünyeye hitap etmeyen, ekranın karşısına geçip çit çit çekirdek çitleyip şu zamanın bir çok çerezlik dizisi gibi üç beş bölüm arka arkaya izlenip sindirilemeyecek derinlikte bir dizidir. En azından haftada iki bölüm şeklinde keyfini çıkara çıkara izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Herkese iyi seyirler diliyorum…
Treme – Jenerik
Treme – Promo
Steve Earl – This City
yorumlar
uzun zamandır “niye tanıtımı yok” deyip durduğum cesaret edip tanıtım yazamadığım bir diziydi. iyi ki de cesaret edememişim bu kadar kallavisini klavyeye alamazdım. ellerine sağlık…
@sdy1789 Teşekkürler beğenmene sevindim.
Sanırım Treme’in değeri dizi final yaptıktan bir iki sene sonra anlaşılacak herhalde. Diziye başlamaya cesaret edemeyenler için bence bir üç bölüm şans verin, eğer dizi sizi sararsa tekrar tekrar izlemek isteyeceksiniz.
@unfortr Konusu beni sardı sarmasına da, altyazı olmayışı geri adım atmamı sağladı zamanında. Zaten ingilizce izlediğim bir dizi var, fazlası bünyeme ağır gelebilir
@real tortoise 1.sezon altyazısı var,ikinci sezonuda e2 den izleyebilirsin.
@unfortr sağol bilgi için, ama televizyonda sürekli bölüm takip edemiyorum. Bölüm kaçırma stresini pek sevmdiğimden sanırım
http://www.youtube.com/watch?v=m746YC5_fUw
Buralara gecenin bir saati bir şeyler karalamak istedim. Neden mi? Kendimi çok özel ve ayrıcalıklı hissediyorum. Sebebi ise Treme gibi bir diziyi seyrediyor olmamdır. David Simon ve Eric Overmyer şu an yanımda olsa onların ellerinden öperdim. Bu iki ağır abimize ne kadar övgü düzsek azdır.
Bir şehri ve orada yaşayan insanları, bütün kültürleriyle ekrana bu denli gerçekçi ve yalın haliyle yansıtabilen bir tv dizisi sanırım pek gelmemiştir. Homicide: Life On Street, The Corner, The Wire, Generation Kill ve en son olarak Treme. Bu denli özgün yapımlarla bizleri tanıştırdıkları için onlara naçizane buradan teşekkürlerimi sunuyorum. Umarım çok ara vermezler, bir sonraki projelerini büyük bir merak ve hevesle bekliyor olacağım.
Nitekim Treme’de sona geldik. Hüzünlüyüm ama bir o kadar da mutluyum. Son sezonu büyük bir keyifle izlemeye başlamadan evvel, 3.sezonun üzerinden bir defa daha geçtim. 3.sezonu izlerken, araya bu sene başlayan ulusal kanal dizlerinden birini sıkıştırmak istedim. Sıkıştırmaz olaydım, anladım ki Treme’in yanına hiç bir dizi koymamak gerekiyor. Ağızda acı bir tat misali bir durumla karşılaşıyorsunuz.
Ben gene New Orleans sokaklarına dalmak istiyorum, mümkünse oradan hiç çıkarmasınlar beni
The Wire’a gelen yorum sayesinde aklıma geldi Treme maceram. Hakkıyla bir yorum yazacağım buraya diye diye erteleyip sonra gündemimden çıkmış.
Biz The Wire’dan sonra Treme izledik ilkbahar sonlarında. Aşık olduk ailece!
Böyle tatlılar tatlısı, böyle dolu dolu, rengarenk ve insanı duygudan duyguya sürükleyen bi dizi… Bitmesin diye koklaya koklaya izledik ama sanırım anca 1,5-2 aya yayabildik.
Dizi öyle bir dizi ki herhangi bir bölümün ortasında kapat git, kafanda binbir düşünce kalıveriyor. Sonra ortasından dal devam et. Böyle belgesel gibi ama belgesel gibi de değil.
İnsanda New Orleans merakı, hayranlığı yoksa uyandıracak cinsten bir yapım. Halkın hallerine yapacağınız empati korkacağınız gibi yas ya da üzüntüye boğacak cinsten değil. (Benim bu diziden yıllarca uzak duruşum bu yüzdendi mesela. Hata etmişim meğer.) Genelde “olan olmuş, işimize bakalım” modu ile ilerleyen bir halka eşlik ediyoruz.
Leziz bir kültür(ler) havuzu hakkı verilerek önümüze sunulurken yanında da cici cici karakterler…
Müzik ve yemek kültürü açısından hissettikleri de yine kelimelere sığmaz.
Ay ne bileyim diyecek çok şey var aslında da boşverin ben anlatmayayım, varın siz izleyin.
Mighty Cooty Fiyooooo…
Not: Tüm bölümlerin jeneriklerini izleyip neredeyse hepsinde ailece dans ettiğimiz doğrudur.
Not2: O kadar dizi hortlatırlar, bence en güzel ve kolayca hortlatılacak dizilerden biri bu. Koşa koşa izlerim valla yeni sezonlar çekseler.
The Wire sonrası buna bulaşamamıştım edineyim bari
@necdetcem7 İkisi çok alakasız kulvarlarda ama aynı kalitede diyeyim.
@dkamoy: İyi sevindim, farklı kulvarda olduğunu da düşünüyordum zaten.