True Detective || Bir Efsanenin Doğuşu
332 yorum merbabu 19 Mart 2014 13:11
Bir HBO efsanesi daha adını, tarihe altın harflerle yazdırdı. Efsane diyorum, çünkü seyirlik olmasının dışında felsefesiyle insanı can damarından vuran, karakterleriyle ‘yok artık’ dedirten, muhteşem kurgusuyla insanı alıp götüren ve müzikleriyle adeta cana can katan bir dizi True Detective…
Yola çıktığım düşünce aslında karakterler üzerinde yoğunlaşmaktı, ancak bu güzide diziyi başlı başına ele almayacak olmak haksızlık olurdu, deyip övgüleri bir kenara bırakalım ve sizi dizinin gerçekleriyle baş başa bırakayım…
True Detective Cary Fukunaga’nın yönetmen koltuğunda olduğu, Nik Pizzolato’nun senaristliğini yaptığı, başrollerinde 2014 En İyi Erkek Aktör Oscar ödüllü Matthew McConaughey ve Woody Harrelson’un olduğu, içinde yoğun felsefe barındıran polisiye- dram türünde bir dedektif dizisi…
Jenerik müziğinden itibaren sizi alıp götürüyor bir dizi adeta True Detective. Jenerik müziğini aşağıdaki Türkçe çevirisiyle tekrar izlemek isteyenleri buraya alalım…
Tozlu bir ovadan, kızın silik gölgesi yükselir
Zehirli katran ruhu, çalılıklarda gizlenir
Kavurucu güneşe döner yavaşça belini
Tenine dokunduğum an, parmaklarıma kan hücum eder
Güneşin son ışıkları kayaları ısıtırken, çıngıraklı yılanlar yavaş yavaş çıkarken
Dağ kedileri kemiklerini çekip götürmek için gelecek
Ve bu sessiz kumun üzerinde, benimle birlikte yükseleceksin
Yıldızlar gözlerim, rüzgar ellerim olacak…
(Çeviri şahsıma ait değildir. Altyazıyı Divxplanet için çevirenlerden çıkma.)
Bu arada dizideki müzikler için enfes şekilde derlenmiş şu yazıya alalım sizi…
Bu arada bilmeyenler için; 8 bölümlük ilk sezonunu bitirdiğimiz dizinin devamında farklı bir konu ve farklı oyuncuların olacağını belirteyim. True Detective “antoloji” türünün bir örneği. (Antolojiye örnek olarak Black Mirror‘ı gösterebiliriz.)
Gelelim dizinin konusuna…
True Detective, çift zamanlı bir kurguya sahip. Yani olaylar hem 17 sene öncesine ait hem de günümüze. (Aslında 17 yıl öncesine dönüşler ‘flashback’ olarak da yorumlanabilir fakat ben çift zamanlı kurgu demeyi daha yerinde buldum.) Hikayenin pek çoğu 1995’te satanist bir ayin ile öldürüldüğü düşünülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden gidiyor. Louisiana (ABD) eyaletinde Cinayet Masası’nda görev yapan kahramanlarımız Rustin Cohle (McConaughey) ve Martin Hart (Harrelson)’ın hikayesi de tam da bu cinayet ile başlıyor…
Bu uyumsuz ama beraber çalışmak zorunda olan ikili, soruşturma derinleştikçe kendilerini olayların içinde buluyorlar ve doğal olarak da işler çığırından çıkıyor… Hikayenin günümüzde geçen kısmında ise; Rust ve Martin’i 1995’te vahşice öldürülen Dora Lange’in cinayeti üzerinden sorgulayan polisler görüyoruz. Artık dedektiflik ile işleri kalmamış, farklı birer hayat sürüyorlar…
Karakterlere göz atmak gerekirse…
Rustin (Rust) Cohle | Matthew McConaughey
Yıllardır dizilerde, filmlerde karakterlere dayatılmaya çalışılan ‘marjinal olma’ düşüncesinin her seferinde başarıya ulaştığını söyleyemeyiz. Ancak bu seferki ‘olmuş’. Rustin Cohle, insanlarla iletişimi neredeyse sıfır düzeyde olan dedektifimiz. Hatta asosyalliğin dibine vurmuş… Toplumun değer yargılarının aksine insanların duymak isteyeceklerini değil, kendi düşündüklerini söylüyor ve en büyük dışlanma sebebi de bu bence.
Geçmişte kızını kaybetmiş, ailesi parçalanmış; bunların sonrasında kendini işine adamaya çalışırken alkolizmin dibine gömülmüş, değişik saplantıları olan ve sık sık sanrılar gören bir karakter. Materyalist bir anlayışa sahip olduğunu düşündüğüm ancak ara ara agnostisizme de göz kırpan düşünceleriyle beni benden alan bir yapısı var Rust’ın. (Bu arada 8 bölümü geride bıraktığımız düşünüldüğünde Rust ile ilgili çok fazla bilgiye sahip olamıyoruz. Bilinenler de üstü kapalı olarak, belli belirsiz geçiliyor.) Ayrıca gece gündüz uyumayıp, sürekli oradan oraya koşuşturuyor. Karanlık, normal olmayan bir portre çiziyor. Ancak tüm bu anlatılanlar, diziyi izleme sebebi bile sayılabilir.
[Dizinin bir saatlik her bölümünü bu karakter yüzünden bir buçuk saatte izledim desem yeridir. Söylediklerini geri alıp, tekrar tekrar izleyesi geliyor insanın; arada sıkılsam da.]
Martin Hart | Woody Harrelson
Karısını sevdiğini söyleyip her daim onu aldatmaktan çekinmeyen, hatta bunu evliliğinin bir parçasıymış gibi içselleştirmiş klasik bir aile babası figürü ile karşı karşıyayız. Bunun yanında geçmişte başarılar kazanmış bir dedektif olmasına rağmen, ‘Aman ben memurum, salla başını al maaşını.’ kafasında olan bir karakter Martin. Rust karakterinin aksine toplumsal çizgileri aşmayan, bize benzer ahlaki sınırları olan, her bir naneyi yiyip ‘muhafazakarlık’ anlayışını savunan bir portre çiziyor. Tüm bunların yanında suçlulara daima kafa tutuyor.
Maggie Hart | Michelle Monaghan
Kocası Dedektif Martin ile Maggie’nin aile içi ilişkilerine bolca şahit oluyoruz dizide. Maggie, kocasını seven ancak yaptıklarına boyun eğmeyen bir karakter.
Dedektif Maynard Gilbough | Micheal Potts
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Dedektif Thomas Papania | Torry Kittles
Günümüzde Rust, Martin ve Maggie’yi sorgulayan dedektiflerden biri.
Esin Kaynakları
Dizinin esin kaynakları da bol konuşulan bir konu. Wikipedia maddesinin de yardımıyla bunlardan bahsetmeden geçmeyelim:
Her ne kadar dedektif kurgusuyla yola çıkmış olsa da True Detective doğa üstü ögelerini ve temalarını da bünyesine almayı başarabilen bir dizi.
- Robert W. Chambers’ın 1895 yılında yayınlanan doğa üstü ve korku hikayeleri kitabı The King in Yellow‘a göndermeler ve kitaptan bazı alıntılar içeriyor.
- Günümüz kült korku edebiyatı yazarlarından Thomas Ligotti‘nin bazı diyalogları da dizideki alıntılar arasında.
- Dizinin yazarı Nic Pizzolatto’nun bu alıntı ve esinlenmelerini onayladığını The Wall Street gazetesine verdiği bir röportajda, şurada bulabilirsiniz.
- Röportajın bulunduğu bu makalede Pizzolatto, modern korku yazarları Karl Edward Wagner, Laird Barron, John Langan, Simon Strantzas ile A Season in Carcosa isimli antolojiyi övüyor.
- Pizzolatto aynı zamanda Jim Crawford’ın Confessions of an Antinatalist, Ray Brassier’in Nihil Unbound, Eugene Thacker’ın In The Dust of This Planet ve David Benatar’ın Better Never to Have Been kitaplarındaki nihilistik felsefelerden etkilendiğinden de bahsediyor.
- Wall Street gazetesi muhabiri Michael Calia da bu etkilenmelerle ilgili yorum ve analizleri io9’da bir web sitesinde paylaşıyor.
- The King in Yellow, dizinin sayesinde Şubat 2014’te amazon.com’da çok satanlar listesinde ilk 10’a girdi.
- Dizinin tema ve felsefesinin çizgi roman yazarları Alan Moore ile Grant Morrison‘dan etkilendiğine dair bir tartışma da süregelmekte.
- Dizinin son sahnesinin Alan Moore’un yazarı olduğu Top Ten isimli çizgi romanın 8. fasikülünden esinlendiği yorumları da mevcut.
Son Söz
Dizi, benzerlerinin aksine ağır ilerleyen bir yapıya sahip. Aksiyon yerine bol felsefik konuşmalar, acaba gerçek mi yoksa o da mı sanrıydı denilen ayrıntılara sahip. İzlerken kendinizi filmin akışına bırakmanızı değil, sorgulamanızı ister gibi bir havası var… İlk başladığınızda ‘Bu ne yahu böyle?’ dedirten bir kurgusu var. Ancak, tüm bunları görmemezlikten gelmenizi sağlayacak Rust karakterine o eşsiz karakteri vermiş Matthew McConaughey’in oyunculuğu da var.
Eğer hala ‘Acaba başlasam mı? Bir ara başlarım işte…’ düşüncesindeyseniz kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Zira rastlantı sonucu bir araya gelmemiş olan bu karakterler, özellikle içinden bir kitap çıkacağına inandığım Rust karakteri, düşündüren diyaloglar, senaryodaki aksiyonu –aksiyonsuz bir şekilde- anlatma başarısı, tadına doyulası eşsiz müzikler, makyajlar ve oyunculuklar adeta görsel şölen havasında! Kaçınılmaz olanın karşısında durmayın! İzleyin gitsin…
yorumlar
Ellerinize sağlık @merbabu, gayet okunası bir tanıtım olmuş.
Dizinin çok kaliteli olduğuna ben de katılıyorum. Ancak ilk izlemeye başladığım zamanlarda ağır bir şeyler izleme havamda değildim, bu kadar övgünün üzerine dizinin hakkını vermiyor muyum acaba falan deyip daha sonra izlerim demiştim. (Bu arada bu yazdığım dizinin kötü olduğu gibi bir sonuç çıkarmasın, değil çünkü) O yüzden bir arkadaşımla oturup daha dün ilk bölümden tekrar izlemeye başladık. Şimdilik görüşlerimde olumlu gelişmeler var diyebilirim, yine de en sağlıklısı sezon bittikten sonra yorum yapmam olacak sanırım.
Site ahalisi bugünlerde beni şaşırtıyor Sessiz ve derinden ilerleyenler var önce rpdi nin reign’i çok sevdiği için onun yazdıgını sandıgım unfortr yazısı şimdi unfortr den beklediğim bir tanıtım
tabiki eline sağlık
diziyi izlemedim daha ama niyetim var gerçi ben agır ilerleyen seyleri izleyemiyorum bakalım nasıl olcak
İlk bölümün karşısından gayet tatmin olmuş bir şekilde kalktım. Hatta sonrasında da “birkaç bölüm sonra ben bunun atmosferine kaptırıp iyice bayılırım” diye düşündüm. Bayılma kısmı bir türlü gerçekleşmedi fakat severek bitirdim sezonu. Ağır havasından rahatsız olmayanlar, sırf 2 başrolün performansı için bile seyredebilir bu diziyi.
Bu arada umarım Emmy ve Golden Globe’un mini dizi dallarında aday gösterilir True Detective. Böylece devamlı dramaların erkek oyuncuları da yarışabilir. Yoksa diğerlerinin hiç şansları olduğunu düşünmüyorum.
Uzuun bir aradan sonra buraya dönmek bana bir hayli iyi geldi desem yalan olmaz…
#real tortoise # itiraf etmek gerekirse, ilk izlemeye başladığımda ben de ağır gidişattan pek memnun değildim. Ama şimdi ayrıntılar için tekrar izlemeye değer görüyorum.
#towanda# sessiz ve derinden ilerleyenlerden biriyim sanırım.
Bence başlamalısın. Kaçınılmaz olanın karşısında durma!
#hsparks# Ben başlarda değil de sonradan kendini kaptıranlardanım sanırım. Ama sonunda da hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Tahmin edilebilir olmamalıydı sanki..
Unutmadan söylemeliyim ki tanıtımın hazırlanmasında #dkamoy#un emeği çoktur. “el şükraan”
Eline sağlık @merbabu, keyifle okudum. ‘Acaba başlasam mı? demedim ama Bir ara başlarım işte…’ demiştim. Yazı bu başlama süresini oldukça kısalttı, teşekkürler; ve yaklaşık 2.5 senelik ayrılıktan sonraki dönüşüne (sanırım dönüştür bu) sevindiğimi söylemeliyim, hoşgeldin.
@merbabu: Bu tanıtım bana çok büyük sürpriz oldu açıkçası. Daha geçen hafta aklımdan geçen böyle eski ve ortalıkta olmayan bir yazarın karabatak gibi çıkıp bi çırpıda bu tanıtımı önümüze koyacağı hiç aklıma gelmemişti.
Hatta onayda görünce unfortr yazdı sandım, emin olamadım. rpdi “unfortr’ye haber vermemiz lazım” diyene kadar da emin olamamıştım, yoksa ona mesaj atacaktım “sen yazmadın, sistemde bi hata yok di mi?” diye. O derece…
Ellerine sağlık sevgili sessiz ve derinden. Benim öyle büyük bir emeğim yok, abartma yahu. Esinlenmeler bölümünü ekledim o kadar. Umarım bu uğrayışın kalıcı olmuştur ve eski yazarlarımızı dönmeleri için gaza getirir.
Dizi ile ilgili daha önce başka bir yazının altında yazdıklarımı buraya yapıştırayım.
True Detective hk. çarmıha gerileceğimi bile bile ispiyonsuz düşünceler paylaşacağım:
Güzel final yaptığına katılmakla birlikte ben bu dizide çoğunluğun aksine aradığımı bulamadım.
Final bölümünü sıkılmadan izledim ve epey sevdim diyebilirim. Beklentimin üstünde bir final yaptı.
Ama dizinin o ağııır havası, ilk birkaç bölümdeki karmaşık kurgu, yorucu aksan, her ana karakterden (inanmamı güçleştirecek yoğunlukta) felsefe dolu konuşmalar fışkırması ile bu dizi beni kendine kaptıramadı bir türlü. 8 bölüm olmasa ve bu kadar yeri göğü inletmese 2. bölümde bırakırdım, o derece. Ha ama yok pardon bırakamazdım. Çünkü Matthew McConaughey’in oyunculuğu gerçekten acayipti (“süperdi”, “lezizdi” demek yetmedi). Onun yüzü suyu hatrına yine bitirirdim ilk sezonu.
Velhasıl “ağır dizi havamda değilim” dediğiniz bir zamanda ya da iki ana karakterden birini canlandıran adamların herhangi birini sevmiyorsanız aman diyim uzak durun. Yardır yardır polisiye de aramayın. Killing’i sevdiyseniz, bu da onun biraz daha felsefiği işte (ki ben killing’i ölüp bitmesem de bundan daha çok sevmiştim).
Son söz’de diziyle ilgili düşüncelerimi(burda ya da kendi çevremde cümleye dökerken anlatmaya çalıştığım) benden iyi anlattığınız için elinize sağlık, tanıtımda çok güzel gerçekten
İlk başta bu ne yahu dedirtip bölümün sonunda bağlayıp hemen 2. bölümü izletti bana dizi ve de artık 2. bölümün sonunda da hayran bıraktı, ağırlığından rahatsız olup izlemek istemeyen olacaktır; her ne kadar bence bu ağırlık gerçekçiliği arttırsa da. Ama herkes bir şans vermeli mutlaka.
Ayrıca Dallas Buyers Club’ı daha izlemesem de tv’de böyle oynayan Oscar’ı kesin haketmiştir diyebilirim şimdiden.
Jessica Chastain & Anne Hathaway mi olsa yoksa
Güzelmiş.
Geyik için buraya geçelim millet
#abidin77#güzel sözler için teşekkür ediyorum öncelikle. Koşullar elverirse ben de ‘dönüş’ umudu taşıyorum açıkçası… Yazının işe yarayacak olması sevincimi daha da artırdı açıkçası…
#dkamoy# Bana da sürpriz oldu doğrusunu söylemek gerekirse. O kadar aradan sonra bu şekilde karşılanacağımı tahmin etmemiştim Sizin dokunuşlarınızı azımsamak doğru olmaz kesinlikle…
Bu kadar şeyden sonra “i am back” diyeyim bari…
True Detective‘ e gelirsem…
Tanıtımın altına ispiyon girmek çok doğru olmaz, o yüzden yüzeysel alacağım… Güzel final yaptığını düşünmüyorum açıkçası görsel açıdan lafım yok ancak benim için “yahu ben bunu tahmin etmiştim” sonuyla bitti. Ayrıca katilin biraz daha ‘janjanlı’ olmasını bekledim sanırım.Diğer görüşlere kısmen de olsa katılıyorum. Bahsettiğiniz motive unsuru olmasaydı ben de çok çok bayılmazdım. Sonu konusunda daha çok bahsetmek isterdim aslında doluyum çok…
anne hathaway mi :S sevenleri kızmasın ama okadının olayı nedir hiç anlamadım güzel bile değil ama Jessica chastain’i çok severim <3 oyüzden olumlu oy verdim genelde çokiyi ikililer seçmişler :d
Julianne Moore güzel olur sanki ama eşleştirme olmamış Sandra Bullock’u dedektif rolüne oturtturamadım pek. Anne Hathaway cıx olmaz…
( bu değil, ben farklı bişi istiyorum, bu da değil, bunları herkes yapıyor, bunlar çok sıradan, beni anlamıyorsunuz, daha farklı, çağ atlatacak bir şey, insanlar mutlu olsun, bunların hiç biri değil )
b i link resim ispiyon
O seçenek ile yazdıklarını saklayabilirsin. isteyen açar okur.
Bak ben alta yapıyorum bi tane
Oncelikle eline saglik ve hos geri geldin. Benim dahil oldugum zamanlarda sen ayrilmissin sanirim.
Dizi zaman darligimdan ve oyunculara da ozel bir sempatim olmamasindan dolayi salladigim bir diziydi acikcasi. Ama ikinci sezona iddiali ve benim de sevdigim bir isim/iki isim getirirlerse neden sans vermeyeyim de demiyor degilim. Polisiye severim ozellikle de sezona yayilan konulu olanlarini. Bu dizi hakkinda da fazla agir elestirilerini bildigim icin beklentimi dusurerek sevme ihtimalim de yuksek. Bakalim 2. Sezon oyunculari kimler olacak. Umarim bunca verilen ismin altinda kalmazlar. Anne hattaway olursa baliklama dalabilirim.
Hadi bıraktım karizmasını yara izi yara izi dediniz “ulan ne yara iziymiş arkadaş katilimizdeki yara izi gözükmüyor bile.” Ayrıca ben bu abiyi ilk çim biçerken gördüğümde aha budur kesin dediydim, yalan yok…
Onu da geçtim katili çiftlik evinde Rust’ın gördüğündeki o sahne neydi öyle ya, “yakalasana beni” oyunu oynamacalar filan. Çok saçmaydı bence…
Katilin yanındaki ne idüğü belirsiz ablayı sevdim gerçi…
merhabalar, bu siteye ilk kez yorum yaptığımı belirterek gireyim olaya. dizinin sinematografisi gerçekten mükemmel. hatta bu yılın bazı oscar adayı filmlerini kıskandırabilir. yapımcılara artık sinemacıların bile giderek terk etmeye başladığı zahmetli analog film çekimleri için teşekkür etmek lazım.
bana yadsınamaz şekilde The X-Files’ı da hatırlattı. yapımın görsel özeni ve felsefi derinliği ortak unsurlar olarak hemen göze çarpıyor. ama özellikle dedektiflerin birbirlerine aşırı ters karakterleri, inanç- bilim çatışması, kötülüğün doğasına yönelik rahatsız edici arayışlar iki yapımı birbirine daha da yakınlaştırmış. mulder ve scully arasındaki efsanevi cinsel kimya bile sanki burada homo-erotik olarak yeniden canlanmış, bana bu biraz da senaristlerin hinliği gibi geldi, kimse farketti mi bilmem..
seyrettım dızıyı ama soyle wowwwoow dıyemedım acaba anlamadım mı dıye kendımı sorguluyorum.. yanı cok suprızı olmayan ama ıyı oyunculuk ve karakter betımlemesı olan bır dızı oldugu kesın.. ben ornegın bır kıllıng gıbı bır sey bekledım her bolum sonrası nolacak yaaa cok meraktayım derım dıye.. ama bunda yoktu sankı uzun surelı bır fılm seyretmısım hıssı verdı bana
Dizi ilk 3 bölümüyle herhalde bir başyapıt olabileceğini ortaya koydu. Bu 3 bölümde özellikle Rust Cohle karakteri aracılığıyla inanılmaz etkileyici, insana ve varoluşa son derece karanlık, nihilist bir bakış getiriliyor. İnsanın anlam arayışlarını basit, komik, anlamsız buluyor Cohle; dini küçümsüyor. Kendimizi anlam arayarak kandırmaya çalıştığımızı söylüyor. Ve bütün bunlar şu bir iki basit cümledeki gibi değil, muhteşem bir oyunculukla ve metinle yapılıyor. İnsanın yaşamı anlamlı kılmak için uydurduğu, yücelttiği şeylerden birinin doğaya tapınır gibi insan/çocuk öldürmek olduğu gibi bir noktaya götürülüyoruz ve bunu sapkınların, hasta insanların yaptığı gibi bir düşünceyle değil, bir bütün olarak insanlığın zaten böyle olduğu iddiasıyla bakmaya çağrılıyoruz dizideki cinayetlere… elbette bu söylediklerim dizinin geri kalanı bu tarzı sürdürseydi böyle olacaktı. Onun yerine dizi tehlikeli sulardan aile kavramının, normalliğin yüceltildiği bir noktaya geri çekiliyor. dizide 2 ayrı bölüm olduğunu düşünebiliriz. İlk üç bölümde son derece yaratıcı bir metinle karşı karşıyayız. Oyunculuklar bile daha farklı. 4. bölümden itibaren hikâye rengini ve sivriliğini kaybederek daha muhafazakâr bir yola giriyor. Dizinin hikâyesini kurduğu yer ve yol bittiği yerden kesinlikle daha farklı. Bunun böyle olmasının bir sebebi yapımcıların senaristin uyarılması olabilir. Cinayetin varoluşu anlamlı kılmak için yapılan bir tür ayin olabileceği düşüncesinin yerine medeniyetten uzak, sapık, ensest ilişkiler yaşayan hasta insanların hastalıklı davranışları olduğunu söylemek, senaryoyu düşününce yalan söylemekten başka birşey değil. Marty’nin hastanede yaşadığı şeyi de burada düşünmemiz gerek: Marty’nin 2 erkekle arabada “basılan” kızı dizinin sonunda cicili bicili giysileriyle babasının yanına geliyor. Marty’den boşanan annesi de orada. Böylece aile yeniden kuruluyor, aileye iman tazeleniyor; Cohle da yeniden imanı keşfediyor: ışık var ve karanlığı yeniyor “galiba”.
Dizi, ilk üç bölümünün yanı sıra Conaughey’nin oyunculuğu, 4. bölümün son on dakikasındaki baskın sahneleri için de izlenmeyi hak ediyor.
2015 kışının 5. günün şafağında doğuya bakın
Diyorlar ki ikinci sezon başrolü için dişi bir oyuncu bakınılıyormuş ve hatta Jessica Chastain ile görüşüldüğü dedikodusu var.
19 Mart’ta yazmıştım
Jessica Chastain & Anne Hathaway mi olsa yoksa
Güzelmiş.
ben ozaman da jessica chastain çok sevdiğimi sölemiştim. bu habere kalp kalp kalp derim.
Ay hadi inşallah.
Yaptık bir heyecan ama
oyunculuk ve çekimler çok iyiydi eyvellah, lakin gereksiz dialoglar, temponun bazen yerlere düşmesi ve gerilim dozunda azlık da beni sıktı… neredeyse 3 bölümde bitebilirmiş…
not: belki de en yüksek beklentim ve hevesim bu dizideydi de ondan pek hoşnut kalmadım…
2. sezonda üç başrol olacakmış.
David Schwimmer dizinin 2. sezonuna katılmış.
Anaa 3 basrolden biri olacaksa ben bu diziye baslarim valla bayaa ozledim kendisini. Ama oyle ahim sahim da bir oyuncu degil onca one surulen isimden sonra sasirdim. Muhtemelen basrol olmayacak.
Zaten kadın odaklı olacaktı bu yıl. O yüzden sanmıyorum. Major recurring dedikleri şeyden olsa gerek kendisi.
O zaman sezon bitimi bi tekrar ugrarim buraya
Bu David Schwimmer haberi niye hiçbir büyük haber sitesinde çıkmadı anlamadım.
Bilmem kaç başrol oyuncusu olacak deyip deyip durdular ama galiba en sonunda 1 erkek başrol oyuncusu ve yardımcı kadın, erkek oyuncular olacakmış.