‘Breaking Bad’ Neden Ekranların Şimdiye Kadarki En İyi Dizisi ve Bu Neden Önemli ? — Analiz
20 yorum unfortr 21 Eylül 2013 10:01
Breaking Bad‘in final sezonunun yayınlandığı şu günlerde, “En iyi hangisiydi?” tartışması hız kazandı. Breaking Bad’in karşılaştırıldığı diziler, efsane kategorisine ulaşıp çoktan fenomen olmuş yapımlar olan The Wire ve The Sopranos‘tur. Bu konuda şurada yazılmış olan güzel bir analizi sizlerle paylaşmak istedik.
Okumaya başlamadan evvel: Analiz, Breaking Bad (5×14. bölüm dahil), The Wire, The Sopranos hakkında ağır ispiyonlar içermektedir. Bilginize.
Breaking Bad, son sezonunun 14. bölümü “Ozymandias” olarak isimlendirmiş olup, bölüm ismini ünlü şair Percy Bysshe Shelley‘in aynı isimli şiirinden almıştır. Bölümün 23 dakikalık ilk kısmı, adını televizyon tarihine yazdırmıştır. Fakat, pek çok hayran bunun farkında değildi. Bunun yerine ağlamaya hazır bir şekilde bekliyor, çığlık atıyor, kusacak gibi oluyor, plazma TV’lerine tost makinesini fırlatmak istiyor ya da bazen bunların farklı kombinasyonlarını yapıyorlardı…
Daha ilk reklam arasında, Breaking Bad öteki dizilerin arasından sıyrılıp, şimdiye kadar televizyon ekranlarına gelen en iyi dizi olma iddiasını kanıtlamıştır.
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=F4I8HLM_py8
Vince Gilligan ve arkadaşları, beş yıl boyunca, sanki bir Faberge yumurtası yapar gibi detaylara dikkat ederek, parça parça bir dünya inşa ettiler. Zorlayıcı bir kahraman, derinden kusurlu ama karizmatik bir dahi yarattılar. Walter White‘a son derece yetenekli olduğu bir iş yarattılar ve sık sık onu deli eden bir aile tasarladılar. Daha sonra bu ikisi arasındaki doğruları bulanıklaştırdılar. Bu şekilde Walter White için çoğumuzun ilgisini de çeken bir hayat yarattılar.
Bir diğer taraftan, diğer büyük ve çığır açan televizyon dizileri de benzer şeyler yaptı: Özellikle David Chase’in The Sopranos’u, David Simon’ın The Wire’ı ve David Milch’in Deadwood’u.
Fakat Breaking Bad, bu ikon olmuş dizilerin yapmadığı bir şeyi yaptı: Senarist Vince Gilligan kahramanını harekete geçirdi. Televizyon dünyası her zaman biraz durağan olmuştur. M * A * S * H veya Rockford Dosyaları dizilerinin her bölümünden sonra karakterlerin, bölüm başında başladıkları yere tam olarak geri dönebilmeleri için kozmik bir sıfırlama düğmesi yaratılırdı.
Milenyum sonrası altın çağını yaşayan ilk nesil diziler, vasat bir çok tv geleneği zincirinden kurtulduğu için başarılı olmuşlardır..
Tony Soprano değişmeyen, değişemeyen bir adamdı. Jimmy McNulty, Stringer Bell ve The Wire dizisinin diğer karakterleri değişim için sıkı bir kavga verdiler. Kendilerini ve sistemi değiştirmek için ama David Simon’un mesajı, kurgusal bir Baltimore (Ohio eyaleti) içinde ilaç /polis /mahkeme /hapis /politika sisteminin, trajik bir şekilde, birkaç öfkeli erkek ve kadın tarafından al aşağı edilemeyecek kadar güçlü ve büyük olmasıydı.
Tony Soprano, Kuzey Jersey çevresindeki ayak işleriyle yedi sezon harcadı. Gilligan, Breaking Bad’e böyle sınırlandırmalar olmadan başladı. Walter White ise Jay Gatsby ve Michael Corleone gibi edebiyat ve sinemanın ikonik karakteri için ayrılan yolu takip edip, epik bir yolculuğa başladı.
Gilligan, Yaralı Yüz filmi (Scarface) içerisinde Bay Chips’i biçimlendirmiş biri olarak, kendi büyük Amerikan romanını yazdı. Steroidler üzerine…
Breaking Bad’in ihtişamının bir kısmı kendi vasatlığından kaynaklanıyor. Baba I – II filmlerini (The Godfather Part I and Part II) izlemek 6 buçuk saat sürüyor. Aşağı yukarı bu kadar sürede Muhteşem Gatsby’i (The Great Gatsby) okuyabilirsiniz.
Breaking Bad bittiğinde 62 bölümü tamamlamış olacak. Walt, Jesse ve Skyler ile geçirdiğimiz zaman Gatsby ve Daisy ya da Michael Corleone ve Tom Hagen ile geçirdiğimiz zamanın neredeyse on katı olacak. Walter White’ı biliyoruz, çünkü birkaç iyi karakterin herkes tarafından tanınacağını biliyoruz; zamanla bu bilgi kendiliğinden oluşuyor.
Yine de Tony Soprano ve McNulty ile aynı zamanı harcıyoruz. Breaking Bad bu dizilerden önemli bir açıdan çok farklı ve onları aşıyor. Bu hikaye bir sona doğru giden bir hikaye…
The Sopranos dizisinin sonu, ister sevin ister sevmeyin, aslında tam anlamıyla bir son değildi. Bize Tony Soprano’yu düşündürdüğü gibi dizi hakkında ve hatta diziyi izlemek hakkında da düşündürmek için tasarlanmıştı. The Wire dizisinin son sezonunda, Michael Lee, Omar ve Bubbles’ı ilgilendiren etkili ve hatta yürek burkan anlar olmasına rağmen özünde, önceki 4 sezonun standartlarına erişememiştir. Deadwood’un ise aslında doğru düzgün bir sezon finali bile yoktu.
Tüm temel erdemleri içinde, şimdiye kadarki en iyi dizi için bu diğer adaylar pek de tatmin edici olmadı.
Diğer bir taraftan, Breaking Bad de artık bitiyor.
Geçen hafta Gilligan dizinin 1970’lerdeki polis dizileri gibi bitirilirse nasıl olacağı konusunda bizlere takıldı; hani şu mahkumun kelepçelenmiş olduğu ve gururlu bir polisin güzel eşiyle zafer dolu bir telefon görüşmesi yaptığı sahneyle bitirilen diziler gibi….
Bizi dolambaçlı bir yoldan alan Gilligan, uçurumun kenarından bizi geri çeker ve görkemli, korkunç ve daha önce gelen 60 saat ile birlikte tamamen bir son başlatır. Hank dün gece ölümle burun buruna geldi ve Walt korkunç, yıkıcı öfkesini ortaya çıkardı. (Her zaman yaptığı gibi, harekete geçirdi ve bir acı selinin gelmesi beklendi.) Yürekleri dağlayan anlar alıp verildi.
Todd’un amcası Jack, Walt’un kafasına bir silah doğrultmuşken Hank, Walt’a “Tanıdığım en akıllı adamsın’’. “Ama adamın kararını 10 dakika önce verdiğini de göremeyecek kadar aptalsın“ dedi.
Bu an, The Sopranos dizisindeki Big Pussy’nın öldürülmesinin veya The Wire dizisindeki Stringer Bell’in katledilmesinin yanında gururla durabilecek bir andı. Fakat, bu muhteşem anların yerine Breaking Bad, Hank’ın ölümü üzerine gitti ve tabii ardından gelenlerin…
Looper filmiyle ünlenen Rian Johnson tarafından yönetilen Ozymandias’ın en iyi anları, nüans ile ikinci, üçüncü ve onuncu gösterimler üzerinde takdir edilebilir ustalık öğeleriyle doludur.
Fakat bunlar aracılığıyla bölüm ilk kez, boğazımıza yumruklar dizen bir dizi an sundu. Jesse. Junior. Marie. Skyler. Değer verdiğimiz her bir karakterin hayatı teker teker sistematik olarak parçalandı.
Skyler, tıpkı The Wire’ın ilk sezonundaki klasik “Wallace nerede?” repliği gibi bölüm sonunda telefonda Walt’a “Hank nerede?” diye bağırıyordu. Bu, tamamen kendi başına ürpertici bir andı, fakat bir biat olarak görüldü, Breaking Bad’in hırsıyla konuşan bir bağlılık. Final sezonu küçük ama The Wire ve The Sopranos’u anlatan göndermelerle doluydu.
Bölüm Walt’un Skyler’a Holly’yi vermesiyle bitti. Holly’yi, yanlışlıkla White Ailesi’nin kapısını çalmaya hazır tehlikelerin tam ortasına yerleştirerek.
(Sevgili Vince Gilligan: “Çoçuklar itfaiye kamyonlarına bayılır. Holly, itfaiye binasında biraz daha kalamaz mı? Mesela 21 yaşında olana kadar? ”)
Vince Gilligan’ın son iki saat kalınca geri çekileceği muhtemel ama bana öyle geliyor ki Jack Amca çoktan kararını verdi ve son iki bölümü izlerken gözlerimizi kapatabiliriz.
Peki bunların hepsi neden bu kadar önemli?
Çünkü televizyon en sonunda bahane üretmeyen bir dramaya sahip oldu. Breaking Bad’in kaderinde en az sezon finali/sezon başlangıcındaki heyecanlı çekişmeler kadar güçlü ve görkemli bir son yazılıydı. Final 29 Eylül tarihinde yayına girdikten sonra ve sular durulunca yapılacak konuşmaya kafa karıştırıcı analizler değil, ancak ağızları açıkta bırakan bir hayranlık hakim olacaktır.
Eğer olursa, 5×14. bölüm televizyon dramalarının ciddi bir tür olduğuna dikkat çekecektir.
Televizyon bir senaristin, bir dizinin ne zaman ve nerede biteceği konusunda gerçek bir fikri olmaması yönüyle eşşizdir. Bazen bir dizi kendi zamanının ötesine geçebilir.—bkz. ER. Bazen, bir senarist tam anlamıyla geçici bir erteleme için yalvarabilir. (bkz. David Simon ve The Wire.) Bazen de bir senarist, bölümleri erken bitirmeyi tercih etse bile kazancı iyi olduğu için uzatabilir. (bkz. David Chase ve The Sopranos)
Bu yüzden dizilerin sonu tarihsel olarak alengirlidir. Fakat Vince Gilligan, pek çok diğer senaristin aksine televizyondan önce filmlerde başarılı bir kariyere sahiptir. Giriş, gelişme ve sonucun basit erdemlerini anlamıştır. Breaking Bad düz ekranınıza gelip yayılan bir Rus romanı ya da tiyatroda her gün kısaltıla kısaltıla küçülmüş, böylece üç saat kadar düzenlenebilinen bir oyun yerine, kendi hızında yavaş yavaş çözülen bir epik film gibidir. En iyisini sona saklayarak, Breaking Bad sessizce bu gelişen türün sınırlarını zorluyor.
HD televizyonlarımız bize daha önceden görünmez olan detayları analiz etme özelliği sağlıyor. Örneğin Skyler’ın araba yıkarken ve Waltla konuşurken arkasında gösterilen, üzerinde “Sevgilerimle” yazan tebrik kartının görünür olması gibi (5×13.bölüm). Brock zehirlendikten sonra Walt ve Jesse’nin yüzyüze gelmesini izleme imkanı veriyor.
Bir gösterinin geliştirilmesinde gerçekten büyük rol alan bu teknolojiler, Breaking Bad galasının yüksek yorum puanları artışından kısmen de olsa sorumludur. Kevin Spacey’in çok paylaşılan konuşmasında da değindiği gibi televizyon değişiyor ve türler arasındaki çizgiler giderek bulanıklaşıyor. 5×14. bölüm ve umarım onu takip edecek diğer bölümler, gelecek nesil senaristler için çıtayı yükseltecek ve onlara neyin mümkün olduğunu, hatta daha da iyisinin olacağı konusunda meydan okuyacaktır.
50 yaşında kanserli bir fen bilgisi öğretmeninin metamfetamin üreten bir hayata sahip olmasıyla ilgili bir dizi olarak, Breaking Bad televizyon dünyası için belki de en kötü fikirlerden biriydi; ama Vince Gilligan sizi yakanızdan tutan ve dikkatinizi cezbeden bir anafikir işledi. İnişli çıkışlı 5 sezon boyunca, dizi kendini hiç bırakmadı. Şimdi şok edici, kaçınılmaz ve tamamen hak edilmiş bir sona doğru giderken Breaking Bad başka bir şey olmaya hazır gibi görünüyor.
Gelmiş geçmiş en iyi dizi, belki de en önemlilerinden…
* Walt ve Skyler arasındaki telefon konuşmasında, ilk başta polisin onları dinlediğini bildikleri halde Walt ve Skyler’ın daha sahici olduğu düşünmüştüm. Ama birkaç dizi takipçisi Walt’un polisin hattı dinlediğini bildiği için rol yaptığını ve tüm suçu üzerine alarak Skyler’ı temize çıkarmak istediğini söylediler. Skyler da kendisi açısından buna sadık kalmış. Bu sonuca varana kadar birçok görüş alsam da Walt’a olan nefretim böyle düşünmemi sağlıyor olabilir. Şimdi bunun doğru bir biçimde yorumlandığını düşünüyorum ve demek ki bir şeyleri atlamışım.
Bu konuda yalnız olmadığımı bilmek beni rahatlatıyor. The New Yorker’ın çok akıllı yazarı Emily Nussbaum bu sahne hakkında yazdı ve o da ilk izlediğinde bunu göremediğini kabul etti. İşte bu da onun yazısı…
Bir Not: Breaking Bad editorü ve aynı zamanda internet ortam yayınlayıcısı Kelley Dixon, bu haftanın bölümü yayınlanmadan sadece dakikalar önce ilk Emmy ödülünü kazandı. (Yaratıcı Sanatlar Emmy ödülleri ana törenden bir hafta önce verilir.) Dixon ödülünü, harika bir bölüm olan ‘Her Şeyden Süzülürek Uçma’ isimli 5×08. bölümüyle aldı, ki bu bölümde bir değil iki tane harika Dixonvari montaj var: Hapishane Katilleri ve Kristal Mavi İkna. Breaking Bad yaratıcı ekibinin temel direklerinden biri için haklı ve gecikmiş bir fark ediliş.
yorumlar
@unfortr: Bu kadar uzun bir makaleyi bu kadar kısa sürede çevirdiğin için çok teşekkürler.
“en iyi dizi”, “en güzeli” nevi kişisel yakıştırmalardan hoşlanmıyor olsam da (kimi yapımın başkasına göre üstünlüğü başkadır benim gözümde) bu yazıdaki çoğu tespite katılarak okudum. 3-4 yıldır “en beğendiğin dizi hangisi?” sorusu ne zaman gelse “Breaking Bad” geliyor aklıma ilk, yalan yok.
Breaking Bad, ta ilk sezonundan bu yana benim için izlemeye doyamadığım, dolu dolu bir dizi oldu. Ama herkese tavsiye edemedim genelde. Çünkü dizi, kendini her tür izleyiciye sevdirmek için kasan dizilerden değil. “Anlayana…” yapıyor ve çıkıyor. O anı, olanı (yukarıda da son paragraflarda yazar dile getirmiş kaçırdığı bir iki nüansı) yakalayamadığında da “Peeh, bu ne ki?” diyebilir izleyici. Ona hiç lafım yok.
Ama işte benim için “olmuş” bir dizi Breaking Bad. Tüm zamanların en iyi dizisi gibi iddialı laflar etmem ama tekrar tekrar izleyip, bana bir komedi dizisinden daha fazla kahkaha attıran ve trajedik sahneleri ile gözlerimi doldurabilen, aynı zamanda da merakımı her daim ayakta tutan, defalarca ters köşeye yatıran Breaking Bad bitiyor diye 2 yıldır yas tutanlardanım. (Merhaba ben dkamoy ve bir BB’koliğim.)
Bu dizi dünyası yüzünden bir Moffat, bir de Vince Gilligan zekalarına hayran olduğum, tanışmak, sohbet etmek istediğim iki özel insanlar.
Ellerine sağlık @unfortr.
İlk 3 sezonu peşpeşe izlemiştim. İtiraf edeyim dizinin ilk sezonlarını çok sevsem de öyle pek ayılıp bayılmıyordum. Belki izlediğim dönemle de ilgilidir. Ancak 4. sezondan itibaren çok farklı yerlere geldi benim gözümde dizi. Özellikle final sezonunun son 8 bölümünü izledikçe “ah ah kıymetini bilememişim ben bu dizinin” diyorum. O yüzden uygun bir zamanda baştan alma planım var
bu siteyi takip ettiğim günden beri ilk defa @real tortoise ile birebir aynı fikirdeyim.
ek olarak breaking bad in rakibi the wire gibi bir dizi olamaz, olmamalıda. bir dizinin iyi olması için ne anlattığı yada nasıl anlattığı önemli değildir. izleyiciyi kendine nasıl bağladığıdır önemli olan.
Bu şekil değişik yorumlar, analizler okumak her zaman için hoşuma gitmiştir, değişik fikirler okumak güzel.
Gelelim analize; ödül törenlerinde belirlenen en iyi dizi en iyi oyuncu dahil olmak üzere, hemde böyle çeşitli platformlarda belirlenen enler listesini pek ciddiye alan biri değilim. Burda da Breaking Bad’in karşılaştırıldığı diziler olan The Wire, The Sopranos benim için yerleri çok özel yapımlar. Hepside ayrı ayrı piramitlerin en tepesine ulaşmış yapımlar. Birinin diğerinden benim nazarımda bir üstünlüğü yok.
The Wire’da hiç bir zaman bir karakter öne çıkarılmadı. Mcnulty,Avon Barksdale, Stringer, Omar, Kima dizi boyunca zaman zaman öne çıkan karakterlerden belli başlılarıydı. Daha buraya sığdıramayacağım derinlikte karakter zenğinliği olan dizinin bir başrol oyuncusu yoktu anlayacağınız. Dizinin posterlerinde ön plana çıkarılan McNulty’i bile, beş altı bölüm doğru düzgün göremediğimiz olurdu.
Dolayısıyla dizi bize bir tek kahraman sunmadı. Polisler ve suçlular dünyasından iyisi kötüsü bir çok karakter önümüze koyup, seçin bakalım sizin adamınız kim dedi. Benim ki ise Omar’dı.
Peki The Wire gücünü nerden aldı? Elbetteki sokaklardan, öyle ki Baltimore sokaklarında izledigimiz çoğu figüran gerçekten de bu sokaklarda yaşayan insanlardan seçilmiş. Belli bir süre sonra Baltimore benim kendi mahallem gibi olmuştu. O kadar gerçekçi, izleyiciyi içine alan bir atmosfer yarattılar. Bunda tabiki en büyük katkı, dizinin senaristi olan David Simon’ın eski bir polis muhabiri olması ve sokakları çok iyi tanıması etken faktördü.
Dizi hiçbir zaman izleyiciyi sansasyonel bir sona hazırlamadı, böyle bir beklenti içine sokmadı. Buna rağmen, diziye yaraşır gerçek hayattan bir kesit sunarak güzel bir final yaptılar.
Özellikle The Wire benim için dizi kültürümde çok ayrı bir yeri var.Tıpkı Breaking Bad’in olduğu gibi, o yüzden iki diziyi karşılaştırmak ve içinden bir birinci çıkarmaya benim gönlüm razı olmaz.
Son söz olarak The Wire’in en sevdiğim repliği ile bu yorumu sonlandırıyım.
Omar comin!
Bu arada teşekkürler.
ellerine sağlık…
eline sağlık unfortr. henüz okuyamadım finalden sonra okumayı planlıyorum ama.
son iki bölüm uzatma almış. yayın süresi 75 dakika olacakmış. normalde 60 dakika olduğuna göre elimize bu sefer 1 saate yakın iki bölüm düşer gibi geliyor. tabii reklamlara da abanırlar illa ki. belki sadece reklam alırlar o süreye. bilemedim.
link
@ozgun14 : Ncık o uzatma sadece reklam uzatması. (link) Dizinin çekimleri çoktan bitti yahu, son dakikada nasıl uzatsınlar?
çekimler bitmiştir başından beri öyledir de haber bize yeni ulaşmıştır ne bileyim. hem öyle olmasa bile çoğu dizi daha uzun çekilip sonradan kırpıldığından isteseler uzatabilirler ki. tam tamına 50 dakikalık çekimler yapmıyorlardır eminim.
ben yine diğer bölümlere göre biraz daha uzun olacağını hayal etmek istiyorum
*cep telefonu ile iki arada bir derede yazdim, devril cumleler, typolarin kusuruna bakmayin.
****SPOILER******
Tony Soprano karakteri ve karakterin iç dinamikleri çok hafife alınmış. Karakter Sadece new jersey’deki bir mob boss’un layerlanmayan hikayesi gibi ele alinmis ama bu baya yanlis. Dizilerin en’ini bilmem… ama eger karakter uzerinden konusuyorsak, cok goreceli olmaksizin rahatca soyleyebilirim ki tony soprano karakterinin yaratilmasinda walter white’dan cok daha fazla mesai var bu bariz.
annesi ile ilislisi
babasi ile ilgili hatiralari
amcasi ile olan sorunlu iliskisi
carmela ile iliskisi
psikologu
cocuklari
calisanlari
gordugu ruyalar
panik ataklari ve sonuclari
ve daha yazmadigim bir kamyon sey. karakter ilk cikis noktasinda cok evrilemeyecek, sığ bir italyan amerikan olduğundan kelli, bu bosluğu doldurmak adina biraz ayarsiz abanilmis bir karakterden bahsediyoruz.
bu yuzden dedigim
gibi hangi dizi daha iyi bilmem ama ana karakterler acisindan tony soprano, walter white’a nazaran cok daha boyutlu bir karakterdir. ww mukemmel bir yazim isi olmasina karsin, esasen yukaida yazida TONY S’e atfedilen sıkıntıya daha fazla sahiptir.
Sıkicı taşra(suburb) hayatı ve kanserden çıkış noktası olarak parayi kafaya takmis ve bunun uzerinden ilerlemistir. Bunun otesinde karakterin yegane var olus sebebi “daha fazla kazanmak” ola gelmistir.
*skyler, carmela benzerligine hic girmiyorum
**socially intrupted tony jr. ve walter jr. a da.
ama bence iki dizi arasinda “hangisi daha iyi”
okumasi yapilacaksa (yani zorunluysa) ve bunu dizilerin ana karakterleri ya da dizi finali uzerinden yapacaksak (-ki sopranos’un sonu tartismaya
acik gibi gorülse de nettir ve olmasi gerektiği gibidir), BB’nin sonunu beklemek gerekir…
son olarak yan karakterler uzerinden bir değerlendirmeye gidilecekse de Sopranos’un bir kaç siklet üstün olduğunu vurgulamal isterim.
random
bir yan karakter secip (-ki rol süresi cok daha kisa olaa bile)
christopher moltesanti, jesse pinkman (cok sevsem de) cok daha kuvvetli yazilmis ve basit sebep sonuc ilislileri uzerinden yurumeyen karakterdir.
sinemaya olan ilgisi.
sevgilisi
uyusturucuya olan bagimliligi
yukselme tutkusu
vb.
jesse pinkman karakteri, walter white karakterinin hikaye kavsaklarina hizmet eder nitelikte haddinden fazla tutarsizlik gostermistir (ozellikle ilk 3 sezonda) ve bu tutarizliklar uyusturucu bağımlılığı ile acıklanamayacak kadar derindir.
pinkman, moltesanti benzerligine de girmeyeyim simdi.
notlar: *breaking bad’e bayiliyorum, bence de TV tarihinin en iyi
dizilerinden biri.
**cep telefonu ile iki arada bir derede yazdim, devril cumleler, typolarin kusuruna bakmayin.
***BB’nin bitisi ile birlikte uzun bir sopranos/breaking bad karsilastirmasi yazacagim.
****SPOILER******
Daha önce bahsi geçmedi sanırım, Samuel L. Jackson dizinin en akılda kalıcı sahnelerinden birini canlandırmış.
Şu yazıda uğradıydı bu video 22dakika’ya.
Kesinlikle ilk olarak, “Muhteşem oyunculuklar” demek istiyorum. Ayrıca kendine has, tamamen özgün ve doğal bir konusu olması, durmak bilmeyen heyecan ve akıl oyunları ile bizi bağlaması en önemli konular. Dediğim gibi ilk düşüncem kesinlikle oyunculuklar…
bursbank breaking bad in yeni bölümlerini özledi
“en iyi dizi” çok iddialı ve doğru olmaktan çok uzak bir idda… ben dahil en az 10 çok iyi dizi izleyicisi tanırım ki; ilk sezonun 5. bölümünü geçememişlerdir… (ben 3. başlayışımda bitirdim) kaldı ki; ilerleyen sezonlarında da sıkıcı bölümler, temponun yerlerde süründüğü anlar vardı…
söz konusu dizi olunca “en” sıfatı çok görece ve değişken kalıyor…
söz konusu diziyse ben sadece bir konuda “en” kullanabilirim;
tüm diziler içinde gelmiş geçmiş en heyecanlı sezon prison break’in ilk sezonuydu… uzatmasalardı o diziyi efsaneydi şimdi…
Dizilerin genel sorunu gereksiz ve beceriksiz bir şekilde uzatılmaları zaten.Çoğumuz sevdiğimiz bir dizi düzgün bir finalle son bulduğunda üzülmenin yanında düzgün bir şekilde ilerleyip bittiği için seviniyoruz.Çünkü diziler filmler gibi 2 saatte bitmiyor.İstisnalar dışında kafasında en fazla bir kaç sezon fikirle gelenler, dizi eğer uzarsa ne yapacakları bilemeyebiliyor.İzleyiciyi bir şekilde oyalayıp elindeki malzemeyi sezonlara yayanların bile dizi yeterince uzarsa elinde malzeme bitebiliyor.Bundan sonrası ilham perilerinin bizim senaristlere uğrayıp uğramadığına kalıyor.Yetenekli ve şanslı olanlar belki aynı kaliteyi devam ettirebiliyor.Ama ne yazıkki çoğu dizi bunu yapamıyor.
Mesela senin verdiğin Prison Break örneği kalitesini bozan dizilere verilebilecek en güzel örneklerden.Prison Break diyince aklımıza güzel olan ilk sezonu mu gelmeli yoksa kötü olan son sezon mu.Nedense 4 sezon birden gözümün önüne gelemiyor.Son 2 sezon yapbozun uymayan 2 parçası gibi dışarda kalıyor.
Sayfanın konusu olan diziye bağlarsak bana Breaking Bad denince önüme 5 sezonun hikayesi geliyor.”Bir lisede öğretmen olan yetenekli bir kimyacının uyuşturucu işine girmesi” gibi bir tanım bile bana 5 sezonu hatırlatıyor.Demek ki ortada derli toplu bir hikaye var öncelikle.
Bir diziye gelmiş geçmiş en iyi dizi demek ne kadar doğru bilemem ama Breaking Bad için bunu diyene de karşı diyecek bir sözümde yok açıkçası.
imdbde en çok oylanan 2. dizi olan Breaking Bad şu anda en yüksek puanlı dizi.
Metacritik ortalamaları da baya yüksek.Etrafta bu diziye en iyi dizi diyen bir çok insan bulunmakta.Görürseniz şaşırmayın yani
@meorman
imdb listesi demişken; aynen breaking bad gibi “the wire” a da 3 kere başladım… o da “efsane” ve 10. sırada ama gitmiyor bir türlü… 8. bölüme geldim, bir bölüme sığacak olaylar oldu ancak… sanırım bırakacağım…
tamamen zevk meselesi diyelim…
bu durum bence sadece çoğunluğun hoşlandığından hoşlanmadığımızı gösterir. çoğunluğun sevdiği için en popüler diyebiliriz ama herkesin bir şeyi sevmesi onu en iyi yapmaz bence. popüler yapar. popüler olan herzaman en iyi değildir. o durumda tüm bestsellerlar en iyisi olurdu. “en iyi” dönemden döneme kişiden kişiye değişen bir şeydir. ben bunu kabullendim son zamanlarda. artık kafam rahat o yüzden.
bir de “en” çeşitliliği var….
friends en güldüğüm, en sevdiğim diziydi ama seyrettiğim en iyi diyemem…
suits en keyif aldığım dizi… ama en iyi yapmıyor kendisini gözümde…
en çok heyecanlandıran da farklı…
bu yüzden “en” im yok benim…
Ben hangi diziye ‘en’ desem imdb puanı 6’larda dolanıyor. Hiç bir alakam yok genel izleyici kitlesi ile, üzülüyorum dizilere insanlar imdb puanını düşük görüp başlamıyorda.
@zekikum: aynen sana katlıyorum. o yüzden dizileri kıyaslamaktan çok hoşlanmıyorum. komediler için çok faktör yok ama dramalarda izlemek için birçok faktör var. o dediğin enler bende de hep farklı. komedi de enim olsa da (bu çok fazla komedi izlemediğimden kaynaklı) dramalar içinde benim de enim yok sanırım. daha önce var demişsem de muhtemelen daha yeni izlemiişliğin getirdiği gazladır o