Ripper Street — Tanıtım
61 yorum unfortr 03 Nisan 2013 18:07
Ripper Street‘in konusu, Doğu Londra’nın gecekondu semti Whitechapel‘da ve 1888 yılının ikinci yarısında faaliyet göstermiş bir seri katil olan Karındeşen Jack‘in işlediği cinayetlerden sonra uzun bir süre ortalıkta görünmediği dönemde geçiyor.
Viktorya Dönemi, sene 1889… Bilinen son Karındeşen Jack cinayetinin üzerinden altı ay geçmiştir. Sokak arasında bulunan bir hayat kadını cesedinin bulunmasıyla halk, kurbanlarını genelde hayat kadınları arasından seçen Karındeşen Jack’in tekrar ortaya çıktığını düşünüp tedirginliğe kapılır. Bu olayların ortasında ise dönemin gözüpek, suçlulara aman vermeyen polis teşkilatı H tümeni (Cehennemden Çıkma Polis Teşkilatı olarak da anılıyor) vardır. Bu andan sonra, H Tümeni’nin Whitechapel sokaklarında suçlular ile olan amansız mücadelesine tanık olmaya başlıyoruz.
Tanıtım Başlıkları :
Yayın Bilgileri
Konusu
Karakterler
Ek Bilgiler
Tanıtım Filmi
YAYIN BİLGİLERİ
Türü : Polisiye – Suç
Yaratıcı ve Yazar :Richard Warlow (Waking The Dead – Mistresses)
Bölüm Sayısı : 1. Sezon 8 bölüm – 2. Sezon 8 Bölüm
Yayın tarihi : 1. Sezon 30 Aralık 2012 – 24 Şubat 2013, 2. Sezon 2014
Bölüm Süresi : 58 – 60 Dakika
Yayıncı Kanal : BBC ONE – BBC America
KONUSU
Doğu Londra’nın 67.000 nüfuslu ve genellikle yoksul halkın yaşadığı Whitechapel bölgesi, Karındeşen Jack cinayetleriyle ünlenmiş bir bölgedir. Zamanla, Whitechapel sokaklarında Karındeşen Jack’in cinayetlerini taklit eden katiller de türemiştir. Olumsuz etkilerinden ziyade, bölge halkı bunu kazanç kapısı haline döndürmeyi başarmış. Karındeşen Jack’in evine yapılan turistik gezilerle, bölgeye daha fazla insan gelir olmuş; yani, ekonomi biraz olsun canlanmış.
Her ne kadar hikayenin çıkış noktası Karındeşen Jack ile bağlantılı olsa da dizi bunun üzerinde ilerlemiyor. Her bölümde farklı bir suçlu profiliyle karşılıyoruz. Bunun yanında adli hekim Jackson ile genelev sahibi Susan’ın, ülkeleri Amerika’dan İngiltere’ye kaçmış bir ikili olması ve bu durumu herkesten saklamalarını, dizinin ana konusu olarak nitelendirebiliriz.
Ripper Street konu ve anlatım bakımından BBC Amerika’nın sonbaharda yayınlanan dizisi Copper ile benzerlikler taşıyor. Dizide bahsi geçen Whitechapel bölgesi, Copper’da hikayenin geçtiği Newyork’un Five Point mahallesiyle benzerlikler taşıyor. Copper’da işlenen ana konu dizinin geneline daha fazla yayılmıştır. Fakat Ripper Street’e ana konu biraz daha ağır işleniyor. Aslında bu ağırlığın altında biraz da gizem yatıyor.
Dizide, hikayesinin geçtiği 19. yüzyıl İngiltere’sinde yaşamış ünlü yazar Charles Dickens‘ın romanlarında sık sık değindiği hastalıklı İngiltere portresi burada da çiziliyor. Dönemin yaşam şartlarının zorluğu, sınıflar arasındaki uçurum gibi yoksulluğu vurgulayan toplumsal sorunlarla hikayede sıkça karşılaşıyoruz.
KARAKTERLER
Edmund Reid
Dedektif Reid, yakın zamanda ölen kızının üzüntüsünü henüz üzerinden atamamıştır. Karşılaştığı davalarda elde ettiği kanıtlarla suçluları yakalamada oldukça başarılı olan Reid, ortadan kaybolan Karındeşen Jack’in tekrar ortaya çıkmasından çekinir ve öldüğünü ummaktadır.
Reid’i Little Dorrit ve Spooks‘taki rolleriyle hatırlayabileceğimiz Matthew Macfadyen canlandırıyor.
Edmund Reid dizide yer alan bir karakter olmasının ötesinde, gerçek hayatta da yaşamış bir kişiliktir. Tarihte parlak bir dedektiflik kariyeri edinmiş ve zamanla Londra Polis Teşkilatı’nın başına kadar yükselmiş biridir. Yazar Charles Gibson’ın yazdığı ”Dedektif Deir” romanlarına da dayanak oluşturmuştur.
Bennet Drake
Eski bir ordu mensubu olan Drake, Reid’in sağ koludur ve ona oldukça sadıktır. Birçok polisin aksine, bölgedeki yoksul halktan kendini ahlaki olarak üstün görmez. Tipik polis imajından ziyade, halka daha yakın olmasından kaynaklanan durumun getirdiği avantajla, suç unsurlarının arasında polis kimliğini rahatça gizleyebiliyor.
Drake rolünde Game Of Thrones‘taki Bronn rolüyle tanınırlığı artmış olan Jerome Flynn‘ı izliyoruz.
Homer Jackson
Jackson, adli hekimlik uzmanı ve cerrahlık da yapmış eski bir Pinkerton’lıdır (Bir ABD ulusal güvenlik ve dedektiflik şirketi). Bu Amerikan hekimin, geçmişinde karanlık birtakım durumlar var ama şimdilik işini iyi yapışıyla ön plana çıkıyor.
Jackson içki, kumar ve hayat kadınlarıyla fazlaca haşır neşir olan günlerini geride bırakmış ve sokaklarda avare halde dolaşan bir adamdır. Aranan bir adam olduğu için, gizliliğini tehlikeye atmak istemese de Reid’in zoruyla, polis teşkilatında adli hekim görevine getirilir. Bu andan itibaren cesetlerde inceleme ve otopsi yaparak, ipuçları takip ederek Reid ve ekibine yardım etmeye başlar.
Adam Rothenberg‘i son dönemde konuk oyuncu olarak yer aldığı Person of Interest ve Elemantary‘den hatırlayanlarınız olacaktır.
Long Susan
Susan, Amerika’dan Jackson’la Londra’ya kaçmış biri. Burada gizlenmek için kendine yeni bir hayat kurar. Toplumun ileri gelen erkeklerine hizmet veren bir genelev işletmektedir.
Çoğu zaman asabi tavırlar sergileyen gaddar bir kişilik olan karakteri, White Heat, Blackout‘tan hatırlayabileceğimiz MyAnna Buring canlandırıyor.
ve
Rose Erskine
Rose, Susan’ın genelevinin en güzel ve gözde kızı. Oyuncu olmak gibi büyük hayalleri var. Rose’un hayranlarının başında sert imajlı polisimiz Drake geliyor.
Rose’u canlandıran Charlene McKenna, hali hazırda uzun soluklu İrlanda draması Raw‘da rol alıyor. Merlin ve Misfits‘ten de konuk oyunculuklarıyla hatırlayabiliriz.
Emily Reid
Edmund Reid’in karısı olan Emily, kızının ölümünden sonra bunalıma girmiştir. Kendini, kilise adına yapılan hayır işlerine adar. Yaşadığı bu trajik olay öncesinde kiliseyle pek arası olmayan Emily’i, kocası bu girdiği ruhani ve depresif durumdan çıkarmak için çabamaktadır.
Emily’i canlandıran Amanda Hale, Ripper Street’e gelinceye kadar bir kaç konuk oyunculuk dışında önemli bir projede yer almamış.
Fred Best
Gazeteci olan Best, Karındeşen Jack Cinayetleri hakkında yaptığı haberler ile bu işin fazlasıyla kaymağını yemiş. Bu seri katilin ortadan kaybolması Best’in, sansasyonel haber yakalamak için Reid ve ekibinin soruşturduğu cinayet davalarıyla, daha fazla ilgilenir hale gelmesine neden olmuş. Best’in haber için sürekli enselerinde oluşu, onları az biraz kızdırıyor.
Fred’i Luther‘den tanıyabileceğimiz David Dawson canlandırıyor.
Dick Hobbs
H Tümeni’nin en çaylak üyesi. Atılgan ama çok da heyecanlı. Bu yüzden, verilen her işi eline yüzüne bulaştırma riski taşıyor.
Hobbs’u, ilk oyunculuk deneyimiyle Jonathan Barnwell canlandırıyor.
Madoc Faulkner
Çoğumuzun Game Of Thrones‘tan tanıdığımız Iain Glen dizinin bir bölümünde konuk oyuncu olarak yer alıyor. Canlandırdığı karakterin ayrıntısına girmeyelim ki ispiyon olmasın.
Carmichael
Misfits‘ten Rudy Wade rolüyle hatırlayabileceğimiz Joseph Gilgun da dizide bir bölüm konuk oyuncu olarak yer alıyor. Rudy ile pek alakası olmayan bu karakteri de anlatmayalım, izleyin ve görün.
EK BİLGİLER
— Dizinin çekimleri İrlanda Dublin’de yapıldı.
— Çekim mekanı olarak geniş bir alana yayılmış olan Dublin’deki eski bir ordu tesisi kullanıldı.
— 1. sezon çekimleri 300 kişilik bir ekip tarafından 19 haftada tamamlandı.
— Richard Warlow, yine tıpkı Ripper Street gibi hikayesi aynı dönemlerde geçen HBO‘nun efsane dizisi Deadwood‘un, dönemin karmaşık dilini kullanış biçiminden etkilendiğini ve bundan ilham aldığını belirtmiştir.
— Richard Warlow, 2. sezonun senaryosuna başladığını açıklayıp, hikayenin, bazı kısımlarının 20. yüzyılın başlarında Doğu Londra’da Çinli nüfusun yoğunlaştığı, Chinatown bölgesinde geçeceğini belirtmiştir.
SON SÖZ
Oyunculukları, senaryosu, kostümleri ve dekoruyla sizi o dönemin karanlık atmosferinin içine alan dizi, her yönüyle oldukça kaliteli bir yapım. Dönem dizisi sosuna batırılmış polisiyelerden hoşlanıyorsanız bu dizi tam size göre.
İzlemek isteyenlere iyi seyirler…
TANITIM FİLMİ
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=YnhV5K9F39g?feature=player_detailpage&w=640&h=360]
yorumlar
Merhaba ben şom.
Daha bitirmedim 3. sezonu, açamıyom ispiyon içini.
3.bölüme geldiysen açabilirsin
@unfortr: Tam da 3 bölüm izlediydim.
Bölüm sürelerinin uzadığı dikkatimi çekmemişti.
Bana batmadı neyse ki o ispiyon içindeki mevzu.
Beni en rahatsız eden şey herhalde Susan’ın tipinin kayması oldu. Zamane kaşları ve saçları hiç gitmemiş kadına.
@dkamoy: Hay yaşa O saçlar benimde gözüme batmıştı.
Besleme gibi olmuş resmen. Yazık etmişler…
25 Aralık’taki yorumumda erken konuşmuşum. (3×04’ü izleyince höh dedim.)
Bazen hakikaten başka şey dileseymişim dedirtiyor hayat insana.
Demin Da Vinci’nin son sezonu ile ömrümü tüketirken, güzelim Laura Haddock‘ı bu sezon ne şekillere soktular diye söyleniyordum. Sonunda sıkıldım, dur bi tane Ripper Street patlatayım da havamı bulayım dedim.
…veeeee 3×06’nın ilk dakikasında görünen konuk sanatçı kim oldu dersiniz? :)))
Biraz fazla uysa da kodum sezonu olmuş ama yine de severek izledim. Zaten benim için dizinin en ağır topu olan Matthew Macfadyen’ı izlemeye doyamayacağım bir gerçek. Döneme uydurdukları polisiyesini de seviyorum. Daha ne olsun?
Finali de dizi finali gibi yapmışlar aslında. Şimdi 4. sezonda daha fazla uymasa da koymak zorunda kalacaklar.
Bu arada Amazon bunu hafta hafta veriyormuş ayol farkında diildim. Ben 4. sezon zart diye önüme düşecek hayaliyle 3’ü gazlamıştım.
3. sezonu bitirmeyen açmasın, dedeler:
Bizim Dedektif Reid’i kızını saklı tutan adamı öldürmekten aramıyorlar mıydı? Arada yok kızı bulundu, adamın kendisi vuruldu filan aksiyonlarının arasında o konuyu nasıl hasır altı ettiklerini kaçırdım. Bilen beri gelsin.
Bi de gitti güzelim karakter (gazeteci) yaa… O birbirinden eğlenceli kıyafetleri ve tavırları ile ne kadar eğlendiriyordu oysa ki beni. Böhüüü… Ama en azından kral bi şekilde gitti diye avunuyorum.
Bu arada ben o gazeteciyi uzaktan şuna benzetiyordum.
@unfortr : Aaa evet hakkaten doğru dedin, benziyorlar. Gelmemişti aklıma. Karakterleri bambaşka diye yakıştıramamışımdır. :))
Anneciğimmm!! 4.sezon ilk bölümü 130 dakika, şaka falan değil yahu yerli dizileri de geçti bunlar. Benden pas yarın bakarım artık kısmetse.
Abovvv çift bölüm filan da diil.
Bölümün uzunluğundan dolayı biraz korkarak oturdum başına ama hiç beklediğim gibi olmadı. Su gibi aktı gitti geçti.
Yani neydi o şimdi hiç anlamadım. Ulan kadını astınız, vay be ne güzel hamle yaptılar dedik. Ondan sonra seyirciyi aptal yerine koyup tekrar diriittiniz. O aletin kadını kurtarmasıda hiç gerçekçi değildi.
Birde bu karakolun yeni halini ben hiç beğenmedim. Eski salaş hali daha güzeldi. Ne o öyle ortalığı omoylo ıkamışlar sanki. bembeyaz olmuş.
Sıkılmadan izledim ben de gerçekten. Öyle “vay be film gibi olmuş” dedirtmedi ama hani ikide birde kaç dakika kalmış da dedirtmedi. Merakla takip ettim sonuna kadar. Sürükleyici bi bölüm yapmışlar.
Onun dışında daha bölümün başından beri Susan’ı kurtarma planları yaptığı bariz olan Jackson’ın ne yapacağını az çok tahmin ettim sonlara doğru. Özellikle de kadının boynu kapalı kıyafeti görünce “ha tamam boynuna bişi koydurdu” diye emin oldum. Ama benim kafamda çok daha dramatik bi alternatif vardı: Ya Susan o içliği giymeyip “civanım, ben ölmeyi hakediyorum” diyen mektup bırakacaktı ya da o kıyafette bir bozukluk olacaktı. Bizim adam bunun dirisini götürüyorum sanıp, ölüsünü uzaklara götürüp, sonra ceset kolları arasında böğüre böğüre ağlayacaktı. Ama olmadı, vazgeçemediler kadından. (amazon’a geçmeseydi görürdüm sizi).
Ben bu arada dizinin genel renkleriyle oynandığını düşünüyorum. Hani Hannibal’daki gibi kontrastı bi başka kullanmışlar renklerde. O durum özel olarak hoşuma gitti açıkçası.
BBC, 4. sezonun ilk bölümünü çift bölüm saymış herhalde. Sezonu 7 bölüm kabul etmiş baksanıza.
5. sezon diyeceklerine 4. sezon mu demişler acaba?
Doğru demişler. Amazon 4.sezonu yayınlayalı çok oldu ama Bbc daha yeni yayınlıyor.
Şaşırtıcı. Genelde ilk olarak İngiltere’de sonra ABD’de yayınlanır ama bunlar değişik bir taktik uygulamış.
Şaşırtıcı olan bir şey yok. Dizi ilk 2 sezonun sonunda bbc’den iptali görünce Amazon devraldı. Yani dizi artık Amazon’un dizisi.
Anladım, teşekkürler.
S01E01
Ben başlangıç diye buna derim işte!
Sherlock Holmes (film) kafası ve atmosferinden izler taşıyan film tadında bir bölümdü kesinlikle. Başına otururken bu kadar keyif almayı beklemiyordum.
Bölüm için puanım: 8.9
Game Of Thrones’ta hak ettiği süreleri alamayan Jerome Flynn’i doya doya izleyebilmek niyetiyle başladım diziye ve pek de beklentim yoktu açıkçası. Dener, hemen sıkılır ve bırakırım muhtemelen diye düşünüyordum. Öyle de oluyordu aslında neredeyse. İlk 10 dakika güzel başladı, sonraki 10-13 dakikada sıkıldım. Bu sıkıntı bir 10 dakika daha sürseydi bırakırdım muhtemelen ama; 23. dakikadan itibaren acayip sürükleyici bir hal aldı hikaye ve pür dikkat izledim beğeniyle.
Seri halinde çekilen fotoğraflara hareket kazandırılması yolu ile elde edilen ilk filmlere değinen bölüm konusu oldukça ilginç ve dikkate değerdi. Konu seçimi benden tam not aldı kesinlikle. Dizi bundan sonra da doğru konu seçimleri ve doğru alt metinlerle yola devam etmiş ise ne mutlu bana.
Film konusuna dönecek olursam;
1989 yılı ile açıyoruz diziyi. Merak edip hemen googleladım da film denemeleri ilk kez 1987 yılında başlamış ve 1988 yılı içerisinde ilk kez tanıtımı yapılmış. Ve haliyle 1989 yılında herkesçe bilinen, yaygın kullanımda olan bir icat değil kesinlikle. Bölümün bu yaygın olarak bilinmeyen icada karşı meraklı, sorgulayıcı ve çözümleyici yaklaşımını izlemek de ayrı bir keyif verdi bu sebeple.
Oyuncu kadrosu da tatmin edici kalitede ve işlerini iyi yaptıkları aşikar. Game Of Thrones’tan Jerome Flynn ve Clive Russell, The Last Kingdom’dan David Dawson, The White Queen’den Amanda Hale ve daha önce sadece 1-2 filmde veya dizi bölümünde rast gelmiş olsam da çabucak kanımın kaynadığı Adam Rothenberg, MyAnna Buring, Charlene McKenna, Matthew Macfadyen dörtlüsü. İyi ekip kurmuşlar kesinlikle.
Ha bir de BBC çıkışlı bir dizi olmasına rağmen gerekli seviyede kısmi çıplaklığa sırtını dönmemiş olmasına da sevindim dizi adına. Böyle bir bölümde tam teşekküllü ulusal kanal sansürü uygulamak eğreti dururdu çünkü.
İnşallah bundan sonraki bölümleri de sevmeye devam edebilirim. İzlemeye devam!
S01E02
İlk bölüm kadar olmasa da güzeldi yine de. Bölüm ana cinayet hikayesi, yeterince ilgi çekici olmasa da Joseph Gilgun faktörü ve yan hikayelerin ilgi çekici olması ile işi dengelemeyi başardılar.
Bölüm için puanım: 8.0
Bu iki bölümde en fazla parlayan karakter Homer Jackson oldu kesinlikle. Hangover’ı Sherlock Holmes ile birleştirdiği sahne gayet şıktı.
S01E03
Hiç sarmadı bu bölüm, sıkıldım. Doğru konu seçimi ve azıcık da olsa tempo şart.
Bölüm için puanım: 6.6
S01E04
Beğendim bu bölümü. Bölüm hikayesi yeterince ilgi çekici ilerledi ve güzel bir şekilde de çözüldü. Bölümün konuk oyuncusu Emma Rigby de gayet iyi iş çıkardı.
Bölüm için puanım: 8.0
Bu arada Jerome Flynn’i 3 başrol oyuncusundan biri sanıyordum bu diziye başlamadan önce. Ama adamı sürekli arka plana atıyorlar, doğru düzgün replik de yazmıyorlar. Burada da mağdur garibim.
S01E05
Daha geçen bölüm Jerome Flynn’in başrol diye konulup yardımcı role itildiğinden dem vurmuştum. Bu bölüm haykırışımı duyarcasına direksiyona Jerome Flynn’i geçirmişler ve güzel de bir bölüm çıkmış ortaya. İzlemesi keyifli bir psikolojik yolculuk oldu. Umarım ilerleyen bölümlerde önceki bölümlerdeki kadar geri plana atmazlar başarılı aktörü.
Bölüm için puanım: 8.0
Konuk oyuncu olarak Iain Glen’i izlemek de güzeldi.
S01E06
Bitmek bilmeyen, sıkıcılıkta dünya markası bir bölümdü. Şu ana kadarki en kötü bölümdü kesinlikle.
Bölüm için puanım: 5.0 (Edmund ve Deborah’nın izlenirliği olan 1-2 sahnesi de olmasaydı 3.0 bile verirdim valla!)
S01E07
Jackson ve Susan’ın gizemli hikayesini sezon finalinde bağlarlar diye düşünüyordum; ama bu bölümü tercih etmişler. Umduğum kadar kayda değer bir hikayeleri yokmuş. Bölüm içinde bazen dikkat kesildim, bazen de sıkıldım. Orta direk bir bölümdü diyebilirim.
Bölüm için puanım: 7.5
S01E08 (Sezon Finali)
Aralarda sıktığı anlar oldu yine tabi ama; totale vurduğumda güzel bir bölüm olduğunu söyleyebilirim.
Bölüm için puanım: 7.8
Büyük hayal kırıklığıydı be ya! O heyecanlanışı, sendeleyişi ve sonra yüzünün düşüşü falan üzüldüm cidden Reid’e.
Bu kızcağız da ne tatlı bir çocuktu öyle ya!
Yan hikayelerin süre açısından bölümün ana hikayesini ekarte ettiği bir bölüm olu. Sayıları üç, dördü bulan bu yan hikayelerin hepsi de ayrı ayrı ilgi çekiciydi. Bölümün ana hikayesi de fena olmayınca gayet güzel bir bölüm çıktı ortaya. S01E01’den sonraki en iyi bölümdü bana göre.
Bölüm için puanım: 8.3
*Bu yeni eleman da tam anlamıyla fos çıktı be ya!
*Sezon açılışında hiç bahsi geçmeyince bölüm içinde satır arası muhabbet esnasında Reid’in karısının intihar ettiğini öğrenmek sürpriz oldu. Karakteri pek sevemediğim için güzel bir sürpriz oldu.
Bu dizide Türk kahvesinin, Türk lokumunun falan satır aralarında ara ara övüldüğü anlara denk gelince içimdeki çok çok derinlerde olan o milliyetçi ruh ortaya çıkıyor birden, gurur duyuyor, mutlu oluyorum. Lakin bütün gelişmiş batı ülkeleri gibi İngilizlerin de (kendi pencerelerinden bakınca nispeten haklı olarak) bizi pek sevmediklerini düşününce ister istemez dizinin yazar/yönetmen/yapımcı tayfasından 1-2 tanesinin karısı/kocası Türk mü acaba diye düşünmeden edemiyorum.
S02E03
Çok güzel bir bölümdü.
Susan’ın ilk defa bu kadar ön plana çıktığı bir bölüm izledik. Kaçık, şiddetçil ve zeki bir feminist tipleme olarak karşımıza çıkan bölümün konuk oyuncusu Neve McIntosh da ışıl ışıl parladı adete. Tabiri caizse tam anlamıyla kadınların bölümü oldu bu bölüm.
Bölüm için puanım: 8.2
Bizim ekip, ayrıntıları birbirine bağlama ve olayları çözme konusunda gerçekten çok başarılı. Lakin şöyle de bir gerçek var ki sahada cidden dökülüyorlar. Birilerini koruyabilme ve kurtarabilme yetisi konusunda büyük sıkıntı yaşıyorlar. Bu bölüm de bu tarzda bir sıkıntı patlak verdi yine. Ama hakkını da vermem gerek şimdi; Raine’in çektiği modern dönemin araba numarasının o döneme uyarlanmış hali, gerçekten izlemeye değerdi.
S02E04
Kötü konu seçimi ve akabinde gelen ilgi çekicilikten uzak, son derece kötü bir bölüm. Bu dizinin hiç ayarı yok gerçekten. 2 güzel bölümün ardından gelen dip yapan bir bölüm.
Bölüm için puanım: 5.0 (O da bizim yeni yetme ve kızılcığın sahneleri hatırına!)
S02E05
Daha kötü bir konu seçip daha sıkıcı bir bölüm çekemezler diye düşündükçe yapıyorlar işte. Bu bölüm, şimdiye kadarkilerin arasında en kötüsüydü. İlk defa atlaya atlaya izledim. Bölüm konusu ile alakasız 2-3 tane minik sahne dışında baygınlık geçirtecek seviyede rezalet bölümdü. Yazık ediyorlar bu güzelim kadroya bu tarz bölümlerle yahu!
Bölüm için puanım: 3.0
S02E06
Reid’in hahamla olan sahneleri dışında her anından büyük keyif aldığım süper bir bölümdü gerçekten. Hikayenin işlenişi, karakterlerin yansıması ve hikayenin tamama ermesi son derece başarılıydı. 2 rezalet bölümün üstüne ilaç gibi geldi valla.
Bölüm için puanım: 8.3
Drake ve Rose, bölümün öne çıkan isimleri oldu. Coupling ve Leverage’dan büyük hayranı olduğum Gina Bellman‘ın bölüm içinde hiç beklemediğim bir anda ekranda belirmesi de çok hoş bir sürpriz oldu.
Gina Bellman’ı çok özlemişim cidden bu arada. Şöyle güzel bir diziye kadrolu girse de doya doya izleyebilsek tekrar.
S02E07
Fena değildi.
Bölüm için puanım: 7.8
Rose: Azmine hayran kaldım.
Drake: Olmazsa olmazımızsın aga!
Jackson: Daha fazla ısrarcı bir yapıya bürünmen gerek dostum!
Susan: Pes etmek, tepkisiz kalmak, savaşmamak sana hiç mi hiç yakışmıyor!
Jedediah ve Duggan:
S02E08 (Sezon Finali)
Vay be! Ne epik bir kapanış oldu öyle yahu! Yalnız öyle bir yerde bıraktılar ki Amazon sahip çıkıp devam etmemiş olsa çok yazık olurmuş valla. Teşekkürler Amazon!
Her sahnesi, her anı büyük keyif veren bir bölüm yapmışlar. Tükenmişlik, kapana kısılmışlık hissi ve intikam duygusunun tavan yaptığı bir atmosfer vardı. Heyecan da hiç eksik olmadı. S01E01’den sonraki en iyi bölümdü bana göre.
Bölüm için puanım: 8.8
S03E02
Bölüm sürelerini 58’den 66’ya çıkarmış olmalarının da etkisiyle daha yorucu bir sezon başlangıcı olmuş açıkçası. İlk bölümde de bu bölümde de bolca sıkılıp diziden koptuğum an oldu. Ama bu bölümün son 20 dakikasını beğendim özellikle, başarılı bir atmosfer yaratılmış. Bölümün konuk oyuncusu Charlie Creed-Miles’ın da çok iyi iş çıkardığını belirtmeden geçmeyeyim son dakikalarda.
Susan’ın bu sezon evrildiği halden ve ekürisi Capshaw’dan hiç memnun değilim bu arada.
Sezonun ilk 2 bölümüne oranla daha izlenesi bir bölümdü kesinlikle.
Bölüm cinayet hikayesi klişe olsa da izletti yine de kendini. Yıllardır beklenen
aradan çıkması da iyi oldu.
Rezalet saç stili ve kıyafet tercihleri, evrildiği bu yeni hali ile eskiye nazaran daha da anlaşılamaz bir karaktere bürünmesi falan derken Susan çok yoruyor bu sezon beni. Cidden söylüyorum; görselliği ile göz yoruyor, neyi neden yaptığını kendi bile bilmeyen robotvari tavırlarıyla da kafa yoruyor.
S03E04
Bu sezonun şu ana kadarki en iyi bölümüydü.
Bölüm için puanım: 8.3
Bu sezon, ilk 2 sezondan farklı bir taktikle ilerliyor dizi. Bölümlük hikaye olayını arka plana atıp birbiriyle yüksek oranda bağlantılı, bir sonraki bölümü merak ettiren bir noktada bırakan seri bölümler çıkarmaya başladılar ki bu da iyi bir ivme kazandırdı şimdilik diziye. Hadi hayırlısı!
Game Of Thrones’un Tommen’i Dean-Charles Chapman, konuk oyuncu olarak çok iyi iş çıkardı bu bölüm bu arada. Çocuğa bakış açım değişti resmen. Baya baya oyuncuymuş yahu bu! Karakterin şeklen ve hafif de olsa cebren Gossip Girl’den Chuck Bass’i hatırlattığını da belirtmeden geçmeyeyim.
S03E05
Bu sezonun şu ana kadarki en kötü bölümüydü. İlk 23 dakikası fena değildi ama; ondan sonrasında kaybetti beni. İlgi çekicilikten yoksun, uyku getirici bir hal aldı.
Bölüm için puanım: 6.0
S03E06
İstediler mi ne de güzel bölüm yapıyorlar ama var ya! 75 dakika uzunluğundaki tamamı karakolda geçen bir bölüm; hiç sıkmadan, merak ettire ettire, keyifle izletti kendini. Bu sezonun en iyi bölümüydü, dizinin en iyi bölümlerinden biriydi.
Bölüm için puanım: 8.7
1989 yılı ile açmıştık diziyi. 2 sezon artı 4 senelik atlama ile 1995 yılında falanızdır muhtemelen. Parmak izi ile cinayet tespiti, ilk kez 1992 yılında Arjantin’de yapılmış. 1901 yılında da İngiltere’de ilk ”Parmak İzi Tespit Bürosu” kurulmuş. S01E01’de yaptıkları ve çok hoşuma giden şeyin bir benzerini yaptılar anlayacağınız bu bölüm. Bunun dışında; bölümdeki cinayeti kimin işlediğini çözmeye çalışmak, birebir sorgular, bölüm oyuncularının performansı her şey dört dörtlüktü valla.
Bölümün Lady Vera Montacute karakterinde parıl parıl parlayan konuk oyuncusu Laura Haddock‘u bütün bölüm boyunca Outlander’dan Lotte Verbeek‘i izlediğimi sanarak izledim. Ne çok benziyorlar bunlar yahu!
S03E07
Bölüm cinayet hikayesi, tahmin edilebilir bir şekilde ilerlemiş olsa da doğru konu seçiminin de katkısıyla gayet güzel bir bölüm çıkmış ortaya.
Bölüm için puanım: 8.0
Drake’in adına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Umarım her şey yolunda gider de bu altın kalpli adamın tekrar yıkıldığını görmek zorunda kalmam.
Doğru yoldasın Kaptan! Sakın ola şeytana kanmayasın yine!
Karakterlerin verdiği/veremediği kararlar dolayısıyla beni pek tatmin edemeyen bir kapanış oldu. Tercihleri sevemeyince bölümü de sevemedim doğal olarak.
Bölüm için puanım: 7.0
*Susan’ın cezasını muallak bıraktılar. Sonu kesinlikle idam olmalı! Doğurana kadar beklenmeli, sonra da ilmik boynuna tez geçirilmeli. Son dakika pişmanlık turları sayesinde küçük bir cezayla sıyrılmamalı işlediği suçlardan.
*Leydinin dediği üzere: ‘Senin bir geleceğin vardı. Ve bunun yerine sen geçmişi seçtin!’ İyi halt ettin Kaptan!
*Best’in ölümüne üzülsem de şık bir şekilde diziye veda ettiğini belirtmeliyim.
*Reid’in kendini ölü ilan etme tercihine anlam verebilmiş değilim.
Ara ara sıkıldığım, beğenmediğim bölümler yapmış olsa da yapılan işe verilen önemin ekrana yansıması ile, görselliği ile, oyuncu kadrosu seçimi ile, kadrodaki her oyuncunun rolünün hakkını verişi ile, dönemi iyi yansıtıyor oluşu ile izlemekten büyük keyif aldığım bir 3 sezon oldu. Suç dramalarından şiddetle uzak duran benim bünyemi bile bu kadar doyurduysa türü seven bünyeleri ne kadar tatmin eder varın siz düşünün! Mutlaka izlenmesi gereken dönem dizilerinden biri kesinlikle. Hala denemediyseniz bir şans verin derim ben!
4. sezonun hala çevrilmemiş olması üzücü. Olur da bir babayiğit bir gün niyetlenir de 4. sezonu çevirirse o zaman izlerim artık o sezonu da.
2 saat 10 dakika bölüm yapmışlar. Şaka gibi gerçekten. Bir önceki sezonu izlememin üzerinden yaklaşık 2 yıl geçmiş zaten bu nedir ya? Karakterler şu anda yıllardır görmediğim uzaktan akrabalar gibi benim için. Kim olduklarını biliyorum ama genel olarak yapıp ettikleri hakkında doğru düzgün bir şey yok hafızamda. Mesela
130 dakika olması sıkıntı, 2 senelik ara vermiş olmam sıkıntı ve bir de bunun benim açımdan İngilizce altyazı ile izlenebilecek bir dizi değil pek bu. Zaten 2 senedir de bu yüzden öteleyip durdum bu diziyi. Bütün bunların etkisiyle olsa gerek sıkıntıdan patladım resmen bölümü izlerken ve ileri sardım durdum iyice bunaldığım anlarda. Diğer bölümler 60-65 dakika civarında. Umarım onları izlerken bu kadar sıkılmam.
S04E06 (Sezon Finali)
Hiç sarmadı bu sezon ya! İlk bölümde Suzan’ın hikayesi, 2. bölümde konuk kadın karakterin hikayesi izletti işte biraz kendini ama diğer bölümlerde o kadarı bile yoktu. Hiçbir karakterin eski tadı yoktu; Rose ise resmen kafa ağrısıydı. Nerede o ilk 3 sezon nerede bu sezon?
S05E06 (FİNAL)
Sezonu 3 sıkıcı bölümle açtık. 3. bölümün sonlarından itibaren toparladı biraz ve daha izlenir hale geldi 4. ve 5. bölümlerde dizi. Final bölümü ise yine sıkıcı geçti ve beş para etmezdi cidden.
Diziye başlayıp da bitirmeyenler varsa 3. sezon bittikten sonra diziyi bıraksın ve son 2 sezonla vaktini harcamasın bence.