Sky Arts’tan 19 Ocak’ta yeni bir dizi geliyor: Urban Myths
19 yorum aytackara 14 Ocak 2017 18:20
İngiliz kanalı Sky Arts’tan 19 Ocak’ta yeni bir komedi dizisi geliyor: Urban Myths
Dizinin konusu ünlülerle ilgili şimdiye kadar doğruluğu kesinlikle bilinememiş ve şehir efsanesi haline gelmiş hikayelerle alakalı. Yedi bölüm sürmesi planlanan sezonun her bölümü bu hikayelerden birisine ait.
Muhammed Ali’nin Los Angeles’ta intihar etmek isteyen bir adamı köprüden indirişi, Bob Dylan’ın Crouch End’te yanlış bir evin kapısını çalışıyla gelişen olaylar veya yazar Samuel Beckett’in güreşçi Dev André’yi arabayla okula götürüşü de bu bölümlere dahil. Hatta asıl mesleği ressamlık olan Adolf Hitler’in genç hali bile diziye dahil. Kadroda yer alan kişilerden bazıları şu şekilde:
Eddie Marsan Bob Dylan’ı,
Ben Chaplin Cary Grant’i ve Aiden Gillen Dr. Leary’yi,
David Threlfall Samuel Beckett’i,
Iwan Rheon Adolf Hitler’i, Rupert Grint de arkadaşını canlandıracak.
Not: Fragmanda Stockard Channing Elizabeth Taylor, Brian Cox Marlon Brando ve Joseph Fiennes de Michael Jackson olarak görünüyor. Çünkü dizinin işlemeyi planlandığı şehir efsanelerinden birisi -ve hatta muhtemelen içindekilerin en ünlüsü- üçlünün 11 Eylül yaşanınca şehirden çıkmak için arabayla New York’tan Los Angeles’a gittikleri hikayesiydi.
Ancak fragman çıktıktan sonra Joseph Fiennes’in Michael Jackson’ı canlandırışı “fazla beyaz” ve yapay bir tercih olduğu gerekçesiyle şarkıcının ailesi de dahil olmak üzere çok tepki çekince kanal bölümü yayından çekti. Bu durumun ardından dizinin sezonu 7 bölüme düşmüş oldu.
yorumlar
S01E01
Bob Dylan bölümü harika olmuş cidden. Muhtemelen diğer bölümler bu ayarda olmayacaktır ama sırf bu bölüm hatırın bile devam edilir bence.
Öncelikle Dylan’ın karakteri ne gıcık yaratılmış öyle yahu? Epey kafası dumanlı bir karakter olmuş. Başlarda epey bir sıktı bu durum yalan yok. Ama yan karakterler çok iyi olmuş. Dave karakterindeki Paul Ritter‘ın performansı olağanüstüydü. Epey bir güldüm onu izlerken. Humans’tan Katherine Parkinson da büyük renk katmış bölüme. Parkinson demişken Inside No. 9 kafasını seven bu diziyi de sever bence.
Bu yazıyı mini tanıtım olarak peytona eklesek diyorum?
Komedi diye ekledim, değilse Tanrı affetsin.
Komedi, komedi.
S01E02
Beş para etmez bir bölümdü açıkçası. Fason bir hikayeydi, oyuncular da ilgi çekicilikten uzaktı.
S01E03
Komik değildi kesinlikle ama karakterizasyon açısından başarılıydı. Iwan Rheon’u Adolf Hitler rolünde izlemek keyifliydi. Gayet iyi iş çıkarmış.
S01E04
Amerikan dizilerinin seri bir şekilde Trump’a laf çaktığı bir dönemde bunun Obama’ya laf çarpması manidar geldi bana.
Bu arada; çok güzel bir bölüm değildi belki ama oyuncuları izlemesi keyifliydi. Game Of Thrones’tan Aidan Gillen iyi iş çıkarmış, bölümün başrolünü paylaştığı diğer aktör de ona iyi eşlik etmiş. Yardımcı roldeki Margaret Clunie da hoştu açıkçası.
S01E05 (FİNAL)
Muhammed Ali bölümünü sona saklamışlar. Gerçeğimsi değil gerçek bir hikayeyle final yapmayı tercih etmişler, çok da güzel bir bölüm yapmışlar gerçekten. İlk bölüm ile beraber en çok sevdiğim bölüm bu oldu kesinlikle.
Tıpkı Inside No.9’da olduğu gibi şahsına münhasır kafasıyla izlemekten büyük keyif aldığım bir dizi oldu Urban Myths. Dizinin yola çıktığı şehir efsanelerinden dizi yapma fikri iyi sonuçlar vermiş bence. Michael Jackson bölümünü de izlemek isterdim valla. Keşke ailesi işgüzarlık yapmasaymış.
Diziyi mini dizi olarak sunmaları üzücü. Çünkü bu diziden daha ne çok hikaye çıkardı var ya! Hele de daha eskilere gittiğimizde. Albert Einstein, Leonardo da Vinci, Gaius Julius Caesar, Aziz Nikolaos, Houdini, Cengiz Han, Bakire Meryem…
Umarım Sky Arts bir sürpriz yapıp 2. sezon onayı verir bu diziye.
Michael Jackson ile ilgili hikaye benim sezonda en ilgimi çeken hikayeydi ama Joseph Fiennes’in Jackson tiplemesini yedirtmeye çalışmak da olacak iş değildi açıkçası.
Etme bulma dünyası o olay. Ayrıca sırf ailenin karşı çıkması değil, geniş bir kitleden tepki aldıkları için mecburen vazgeçtiler bölümden. Haber kanallarından da eleştiren çok oldu.
2. sezonda yer alacak Marilyn Monroe bölümünde efsane aktrisi Gemma Arterton canlandıracakmış.
S3 Tanıtımı
4. sezona dair bilgiler
2×06’nın ismi Agatha Christie. 1926’daki kayboluşunu güya şeir efsanesi edasıyla anlatıyorlar. Sör Arthur Conan Doyle ve Dorothy L. Sayers başlıyorlar aramaya.
Epeydir sırf meraktan aklımdaydı, dün izledim nihayet. Aslında gerek yokmuş tabii. Kendilerince alternatif bir bakış açısı koymuşlar ama bunu yaparken Doyle’u aptala çevirmişler. Adama gıcık oldum neredeyse. Bölümdeki komedi üslubundan dolayı aslında. Anna Maxwell Martin yakışmış bu arada role. Dorothy L Sayers’i ve oynayan Rosie Cavaliero’yu da beğendim.
Kocası Archie Christie’yi oynayan Robert James-Collier (Thomas Barrow, DA) de bonus.
* Şu tarzı kabullensem belki bakarım dediğim bölümleri var da nasıl olur bilmiyorum.
Mick Jagger and Princess Margaret
Marilyn Monroe and Billy Wilder
David Bowie and Marc Bolan
Hitler the Artist
6.5 yıl önce ilk çıktığı vakitlerde ilk sezonu izlemiş ama sonrasında geciken kaynak altyazı falan derken arada kaynamış ve devamını getirememiştim. Bugün ilk sezonu yeniden izledim. 2. bölüme fazla yüklenmişim; 4’e ise hiç yüklenmemişim nedense o vakit izlediğimde. Atlaya atlaya geçtim şimdi izleyince 4’ü. Aşırı sıkıcıydı.
Yorumlarıma bakarsam o vakitlerdeki sıralamam; 1>5>3>4>2 şeklindeymiş.
Şimdi izleyince 1>3>2>5>4 diyebilirim.
S02E01
*Marilyn Monroe hayatta olsa haklı bir şekilde dava açardı bu bölümü yapanlara ve yüklü de bir tazminat alırdı bence.
*Gemma Arterton, Adam Brody, James Purefoy, Dougray Scott, Felicity Montagu. Sağlam kadro toplamışlar 22 dakikalık bölüm için. Pahalıya kaçmışlar da denebilir.
*Adam Brody baya çirkin bir kadın olmuş yalnız.
*James Purefoy’u bu tiple (kasket ve gözlük altında) tanımak pek kolay olmadı.
*Gemma Arterton yakıyordu bu arada. Bu saçlar çok yakışmış kendisine.
Bundan önce Tess of the D’Urbervilles dizisi ve bir de Inside No. 9 bölümünde izlemiştim bunca senedir kendisini dizi bazında. Film olarak da tek aklımda kalanı Prince of Persia. Yardımcı rolde yer aldığı ve şu an rolünü anımsamadığım 2-3 filmini daha izlemişim tabii ama şöyle bir bakınca benden uzakta geçirmiş neredeyse tüm kariyerini.
S02E02—08 (Sezon Finali)
Tüm bu bölümleri atlaya atlaya geçtim. Hepsi de ilgi çekicilikten uzak, berbat bölümlerdi. 6 ve 8, diğer beşine kıyasla daha az kötüydü denebilir yine de.
Bu koca sezonu 1. bölüm hariç yayınlamanın hiçbir esprisi yokmuş cidden. Dizinin bu berbat ötesi sezonun ardından iptal olmaması ise fazlasıyla garip.
S03E01
Davetsiz misafirin ayarsızlığı, utanmazlığı ve Charles Dickens’ın ezikliği derken epey sinir bozucu bir bölüm olmuş ama izletebildi kendini en azından. Charles’ın karısı Catherine’e cidden acıdım. 9-10 çocuk doğurmuş olduğu için de ayriyeten acıdım tabii.
S03E02
Seçtikleri oyuncu tip olarak Trump’a pek benzemiyordu açıkçası. Ses, konuşma tarzı açısından da benzemiyordu.
Trump’ın sığlığı ve ayarsızlığı üzerinden yer yer kendini izletebilse de pek matah bir bölüm değildi.
S03E03
Ben beğendim bu bölümü. Hikayesi ilgi çekiciydi. Sunumu başarılıydı. Absürtlüğü tadındaydı. Victoria Hamilton da fena iş çıkarmamış başrolde. Ama 44 dakika uzunluğa gerek yokmuş sanki. 30 dakika yeterli olurmuş pekala.
Davasında bence de haklıydı bu arada Joan. Avukatın da dediği gibi nitelik değil nicelik önemli.
S03E04
Çok kötü bir bölüm sayılmazdı aslında. Grace rolündeki oyuncu seçimi aşağıya çekmiş bence bölümü. Onun yerine çekicilik katsayısı yüksek birini bulmuş olsalar daha pozitif bir yorum yapabilirdim belki bölümle ilgili.
S03E05
‘Prenses Diana gay barda.’
Aşırı derecede ilgi çekicilikten uzak bir bölümdü.
S03E06
‘Henüz ünlü olmayan Madonna, biraz ünlü olan ve çok da ciddi bir ilişki içerisinde olmadığı manitasıyla New York’un dört bir yana karalanmış yazılarla ve yerlere fırlatılmış çöplerle pislenmiş metrosunda.’
Yani, kötü değildi aslında ama söz konusu Madonna olunca bundan çok daha ilgi çekici onlarca hikaye bulunabilirdi pekala. Madonna rolündeki oyuncu seçimini de pek beğenmedim bu arada. Basquiat rolündeki oyuncu seçimi gayet iyiydi ama.
S03E07
Sevgilisinin evinde içgüveysi olarak kalmakta olan 20-21 yaşlarındaki Paul McCartney’nin en popüler şarkısını bestelemesinin hikayesiymiş. İyiydi ya da kötüydü diyemiyorum. İzlendi bir şekilde.
S03E08 (Sezon Finali)
Pek çekmedi bu bölüm beni. Atlaya atlaya geçtim.
GOT’tan John Bradley kurtardı biraz işte bölümü ama pek matah bir bölüm değildi yine de. Karakterin yaşlı halini anlatıcı olarak kullandıkları süreleri kesip söz konusu 3-5 dakikayı
hikayesini biraz daha parlatmak adına kullanmış olsalar daha iyi olabilirmiş.
S04E02
Bu bölümü de Lambs of God ve The End of the F***ing World dizilerinden tanıdığım Jessica Barden kurtarmaya çalıştı. Romantic Getaway dizisinden tanıdığım Katherine Ryan’ın karakteri ise hem yüksek oktavlı ve cırtlak ses tonu hem de yönetmencik Jim’e karşı olan küçümseyici tavırlarıyla son derece itici kaçtı.
Vasat bir bölümdü. İzlendi bir şekilde ama daha iyisi olabilirdi.
S04E03-04 (FİNAL)
İlgi çekicilikten çok uzak bölümlerdi. Atlaya atlaya geçtim.