The White Queen — Tanıtım
25 yorum iyideniye 31 Ekim 2014 15:15
Philippa Gregory‘yi bilir misiniz, daha doğrusu okur musunuz bilmiyorum. İngiliz tarihindeki önemli kişileri içine aldığı kurgusal tarihi romanlarıyla ünlü, başarılı bir yazar. 2001-2008 arası 6 kitaplık Tudor serisine noktayı koyan Gregory, 2009-2014 arasında da 6 bölümlük “Kuzenlerin Savaşı” adlı seriyi yazdı. İşte, 2013 yılındayken BBC One bu serinin üç kitabı üzerine kurulu bir mini dizi yayınladı. Hatta sonrasında bahsettiğim dizi olan The White Queen‘i Amerika’da Starz kanalı da yayınladı. Bu yazı yayına girdiği sırada da ülkemizde Cnbc-e‘de dizinin yayını devam etmekte.
Bahsettiğim kitaplar The White Queen (Beyaz Kraliçe), The Red Queen (Kızıl Kraliçe) ve The King Maker’s Daughter (Kral Yapan’ın Kızı). Bu kitaplar serinin sırasıyla 1., 2. ve 4. kitapları. 3. kitap olan The Lady of the Rivers (Nehirlerin Kadını) ilk kitap öncesi bir zamana dayanan, tabiri caizse flashback bir dönemi anlatıyor. 5. ve 6. kitaplar ise savaş sonrası dönemi işliyor.
Not: Henüz 6 kitap tamamlanmış olmasa da serinin Türkiye basımı ülkemizde Artemis Yayınevi tarafından yapılmakta.
Not 2: Toplamda 10 bölüm süren diziyi Cnbc-e aslında geçtiğimiz dizi sezonunda yayınlayacaktı ama yayınlamadı ve bu sezona kalmış oldu.
Dizinin konu ve karakterlerine gelirsek…
Bahsi geçen “Kuzenlerin Savaşı” tarihte Güller Savaşı olarak geçen ve İngiltere tahtı için savaşan Lancester ile York ailelerinin savaşı üzerine kurulu. Kronoloji olarak 1455-1485 yılları arasında gerçekleşen bir iç savaş. Savaşa bu adın verilmesinin nedeni de savaşa neden olan York Hanedanı’nın armasının beyaz gül, Lancaster Hanedanının armasının üzerinde ise kırmızı gül olmasından. Dizide de bu savaş, merkezindeki 3 kadın karakter üzerinden anlatılıyor ve işleniyor.
Bu dizi, yaşanmış tarihin kendi yapısı gereği akrabalık ilişkilerinden veya ünvanlardan dolayı dolambaçlı ve spoiler yemeye çok açık olduğundan olabildiğince basit ve gerekli detaylarıyla anlatmaya çalışacağım.
İngiltere, 1453’te biten Yüzyıl Savaşları‘nı kaybedince ülke halkın ağır vergilerden şikayetçi olduğu ve kargaşanın hakim olduğu bir döneme girer. 1453 zamanı Lancester ailesinden olan Kral VI. Henry tamamen delirince York hanedanından gelen Dük Richard, Warwick kontu Richard Neville’ın (James Frain) da desteğiyle kralın naipliğine, yani yardımcılığına getirilir. Ancak Henry 1455’te iyileşince, York dükünü görevinden uzaklaştırır ve bu da taht mücadelesinin ilk kıvılcımını çıkarır. 1460 yılına geldiğimizde Dük Richard, Henry’ye karşı olan mücadelesinde hayatını kaybeder. Onun yerini ise yine Lord Warwick desteğine sahip olan oğlu Edward (Max Irons) alır.
Mücadele devam etmektedir. Hikaye de Edward’ın mücadelenin başında olduğu bir dönemle (1464) açılıyor.
Elizabeth Woodville (Beyaz Kraliçe): Elizabeth (Rebecca Ferguson) daha öncesinde başından bir evlilik geçmiş ama kocasını kaybetmiş, iki oğlan annesi bir kadın. Sayesinde savaşın York Hanedanı boyutunu görüyoruz. Elizabeth günün birinde evin yakınından geçmekte olan Edward ile kısa bir tanışma yaşar ve iş burada kalmaz. Dahası iki taraf birbirinden hoşlanır da. Ama Edward’ın içinde bulunduğu savaş, geleceğe dair düşünülmesi ‘öncelikli’ politik amaçlar, Elizabeth’in önceki evliliği veya en olmadı Woodwille ailesinin daha öncesinde Lancester’ın yanında olması dahil birçok engel vardır.
Ek Bilgi: Edward üç Yorklu kardeşin en büyüğü ve kendisinden küçük ortanca kardeş George (David Oakes) ve küçük kardeş Richard (Aneurin Barnard) da bulunmakta.
Leydi Margaret Beaufort (Kızıl Kraliçe): Margaret (Amanda Hale), 1458’de üçüncü evliliğine adım atan, ikinci kocasından da Henry adında bir oğula sahip bir kadın. Hayatta sevdiği iki şey var: Tanrı ve oğlu. Dolayısıyla dini ‘ultra’ bütün bir kadın olan Margaret, oğlunun yükselmesi ve onun çıkarları için gerektiğinde ‘dini’ de arkasına alarak gözünü karartabilen bir kadın. Ayrıca kendisi sayesinde savaşın Lancester tarafını izleme şansımız oluyor. Kral VI. Henry ile akrabalığı ve ona bağlılığı var; ülkenin yönetimi ise kafası gidip gelen kocasını elinde tutan ve halkın nefret ettiği Kraliçe Anjoulu Margaret’ta (Veerle Baetens).
Ek bilgi: Elizabeth’in annesi Jacquetta (Janet McTeer), Anjoulu Margaret’ın gençliğindeyken nedimelerinden ve en yakın arkadaşlarından birisiymiş ama kademe olarak kendisinden aşağı olan kocasıyla evlenebilmek için sahip olduğu hayatı arkasında bırakmış.
Leydi Anne Neville: Anne (Faye Marsay), soyadından da anlaşıldığı üzere savaşın Neville tarafını görmemizi sağlıyor. Warwick Kontu, Lancester mücadelesinde çıkar için Edward’ı güçlü bir ailenin kızıyla evlendirmek istediğinden başından beri Elizabeth’e sıcak bakmayan biri. Dahası babası öldürüldüğünden beri Edward’ın yanında olan ve onu kollayan Neville, onun üstündeki kontrolü Woodwille ailesine kaptırmak istemediğinden dolayı da durumdan rahatsız birisi.
Bir de Neville’in İngiltere’de dönemin en güçlü ve zengin kişilerinden birisi, hatta en kişisi olmasından gelen stratejik bir önemi var. Edward’ın babasından önce Henry’nin destekçisi olan Neville’in ‘Kral Yapan’ lakabını da kendiliğinden aldığı söylenemez. Anne ise tüm bu karmaşanın ortasında birisi. Ayrıca bir oğlu olmayan babası için ablası Isabel (Eleanor Tomlinson) ile birlikte istemsiz şekilde piyon görevi görüyorlar.
The White Queen merkezinde bitmek bilmeyen bir iktidar savaşı olsa da bunu erkeklerden çok kadın gözüyle anlatan bir dizi. Haliyle entrikası gayet bol ve temposu yüksek bir dizi. Dolayısıyla mini dizi olduğunu bilmeyen bir kitle için hızlı gittiği izlenimi yaratabilir. Aslına bakarsak da ortaya neredeyse kitaplarla birebir giden sadık bir uyarlama çıkmış. 3 kitap içinde kronoloji olarak en son biten Kızıl Kraliçe ve dizi de aynen onun sonuyla finalini yapıyor. Ayrıca mini dizi yapısına uygun olarak ayakları yere basan bir finali var.
Bir de sanıyorum söylesem iyi olacak, dizide ‘büyü’ konusu da kendisine yer bulmakta. Ama aklınıza doğaüstü yapımlarda olduğu türden bir büyü olayı gelmesin. Bağlama büyüsü, fırtına büyüsü veya sağlıkla ilgili bazı konularla ilgili. Merkezinde de Elizabeth ve daha çok annesi Jacquetta var, ki anne-kız cadılık konusu bakımından gözlerin üstünde olduğu iki kişi.
Tabii 1464-1485 arasındaki dönemi kapsayan dizinin hikayesinin 10 bölümde işlenmesinden dolayı haliyle her bölümde iki yıl kadar atlamasalar bile ara sıra zaman atlamaları olmakta.
Ben dizinin, -eleştirmenlerin bulaştığının aksine- Game of Thrones karşılaştırması yapılmadığı takdirde sevilebileceğini düşünüyorum. Tahminim kitaplarla ilgilinen kitle için daha da sevilesi bir sürecin olacağı. The White Queen yayınlandığı dönemde 3’er Emmy ve Golden Globe adaylığı da aldı, ki birer En İyi Mini Dizi adaylıklarının dışında Rebecca Ferguson ve Janet McTeer’in Golden Globe adaylığı kazandıkları gerçeği de var.
Kendi adıma dizinin oyunculuklarının sırıttığını da düşünmüyorum. Velhasıl, eğer ki The Tudors misali içi entrika ve mücadele dolu, satranç oyunu misali ilerleyen tarihi diziler ilginizi çekiyorsa bu diziyi bir deneyin derim.
Not 3: Starz kanalı diziden memnun kalmış olacak ki girişte bahsettiğim 6 kitaplık serinin 5. kitabı olan ve Elizabeth’in kızı Elizabeth üzerine kurulu The White Princess (Beyaz Prenses)’i, BBC One ortaklığı olmadan uyarlamayı düşündüğüne dair bir açıklamada bulunmuştu. Ondan beridir iyi ya da kötü bir haber çıkmış değil ve proje, halen kanalın ‘gelişmekte olan projeleri’ içinde geçiyor.
yorumlar
Yarıda bıraktığım ender bbc dizilerindendir. Oysa özellikle sezonun bitmesini bekleyip, bir heyecanla izlemeye başlamıştım. Bunu izlerken arada Reign de izliyordum. Orada ziyadesiyle eğlenirken, bu hikaye pek yavan kaçtı. Hepsi Reign’in suçu
Ellerine sağlık@iyideniye
yazı çok iyi, teşekkürler…
seyredip, bitirdim lakin mutlaka seyredilmeli diyemem…
eline sağlık öncelikle. bir ara aytaçın önerileriyle indirmiştim elimde hala duruyor. tudors da aynı şekilde elimde. tanıtımın da çok güzeldi ve “indirdim ama sanırım denemem” dediğim bu iki diziye şans vermeye karar verdim. uzun bir süre önce tudors ilk bölümü izleyip beğenmeme rağmen zamansızlıktan devam edememiştim. white queenle başlar, tudorsla devam ederim artık. keşke 3 kitabı 3 sezon yapsalarmış. acaba çok sıkış tepiş olmuş mudur, önce kitaplarını okuyup sonra dizinin tadını mı çıkarsam kafa rahat olarak diye düşünüyorum. ama sırf maze runner üçlemesini alıp okuycam diye de güzelim filmi kaçırdım sinemada. kafam karışık yani. kitapları tavsiye eder misiniz ki acep:D
1) Uyarlamayı 1., 2. ve 4. kitaptan yaptılar ama bizim ülkede henüz serinin ilk 3 kitabı çıktı. Gregory’nin 87-90 zamanı yazdığı Wideacre üçlemesini de çıkarınca bu serinin tamamlanması olmadı henüz.
2) Kitaplar entrika severler için çok güzel bence; o su götürmez. Ben ilk ikisini okudum ve pişman da değilim. Dizi de neredeyse birebir aynı gidiyor. Pek atlama çatlama olduğunu söylenemez, yazıdaki gibi.
Bilmiyorum Maze Runner’ı okuma işinde ne alemdesin ama bence onlara yoğunlaş, bunun da dizisini izle.
3) Bu arada aslında 3 kitaplık bir uyarlama gibi dursa da temelinde Beyaz Kraliçe var. Onu okuduktan sonra ben Kızıl Kraliçe’yi okurken şimdi şu olacak modunda bilerek okumuştum. Bunda farklılık olarak olayların diğer kişilerce olan boyutunu gösteriyordu. Merkezde manyak Margaret vardı işte bu sefer.
Bir de iyi hatırlıyorum Beyaz Kraliçe bittiğinde “Lan bu kitap tam burada mı bitirilir?!” diye çemkirmiştim. Kızıl Kraliçe zaman olarak iki ay (aslında 1 chapter) daha sonra bitip kaldığı yeri tamamlamış oldu. Kral Yapan’ın Kızı tarih olarak Beyaz Kraliçe’den önce bitiyor, onu biliyorum.
Böyle yani. Bu dizi benim kitaplara sadık bir uyarlama olmasıyla sevgimi kazanmıştı. Sevmiştim de. Ama yazı da demiş , bir GoT, hatta Reign’e göre falan kıyaslamamak lazım. Reign yoktu tabii ben bunu izlerken. Bu ikisini karşılaştırırsak şu an bana da birçok şey absürt göründü. Reign The CW olduğundan daha bir eğlenceli ve teenage. Bu daha ciddi ve daha seksi.
** Bir de daha önce şu yorumda “Bu arada The White Queen hazır artık bitmişken Yazarın Notu olarak Philippa Gregory’nin kitap sonuna yazdığını özetleyeyim, belki bilmek isteyen olur:” diyerek şunu yazmışım. Tanıtım çıkmışken burada da dursun.
Başta Richard olmak üzere Margaret, onun oğlu, tahtta gözü olup da Elizabeth büyü yapınca yenilen bir kont vardı o, birçok şüpheli olsa da kimin olayların arkasında olduğu, çocuklara ne olduğu bilinmiyormuş. O da böyle bir şey kurgulamış kitap için.
hmm kitapları karışıkmış dediğin gibi. ben dizilerinden gideyim. diğer kitaplarımdan devam edeyim
Bu dizi birden bire karşıma çıktı ve türü çok sevmememe rağmen baş rolünü sevdiğimden midir nedir ilgimi çekti. Ne yapayım izleyeyim mi ? Mini diziymiş zaten. Sonu da tatmin edici mi ?
Sonu tatmin edici, o kesin. Zaten üç kitaptan fotokopi misali uyarlama yapmışlar, o nedenle istemeseler bile tatmin ediyorlar insanı.
İzlediğin diğer tarihi dizilere göre kıyaslama yapmamaya çalışarak izle bence. O zaman zevk alabilirsin gibime geliyor. Olaylar önemli birçok şey olduğundan hızlı da akıyor üstelik, entrikası da dozunda. Zaten 10 bölüm.
Yok ya kıyaslama yapmam ben. O zaman severek izlerim diye düşünüyorum, en kısa zamanda izlerim.
Teşekkür ederim
White Princess’ın gelişme aşamasında bir proje olduğu tanıtımda da bahsi geçen bir durum. Necdet ile konuşurken aklıma geldiydi ve baktıydım ben dün yine oraya ama kaldırılmıştı. Ben de vazgeçtiler sandıydım.
Zaten sırf tanıtım çıkalı 1 yıl olacak. Vazgeçmemelerine sevindim. Kadın baya baya “Senaryolar yazılıyor.” falan demiş. Gelsin bakalım, iyi olur.
Bunun devamı da mı gelecek ?
@necdetcem7 Şimdi şöyle:
The White Queen’in ucu açık değil, o konuda rahat olabilirsin. Ama tanıtımda da yazdığı gibi bu dizi bir kitap serisinden uyarlama. Serinin adı da ‘Kuzenlerin Savaşı’.
Seri toplamda 6 kitaptan oluşuyor.
The White Queen dizisi bahsi geçen savaşın işlendiği serinin 1, 2 ve 4. kitapları üzerine. Onları alıp dizi yaptılar. Üçüncü kitap 1’in öncesinde olan olaylara dayanan bir prequel. 5. ve 6. kitaplar da savaşın sonrasında dair kitaplar, 5. kitap White Queen olarak bildiğimiz Elizabeth’in kızı olan Elizabeth’in hayatı üzerine mesela.
Bu gelecek dizi de kalan iki kitabı kapsayarak savaş sonrasını işleyecek. Açıkta kalan bir şeyi anlatmayacak. Broadchurch gibi. Orada ilk sezonda katili öğrendik bitti gitti ama ikide döndüklerinde katil sonrası hayatı anlattı adamlar.
Bunun sonrasını anlatacaklar yani. O zaman bu dizinin 2.sezonu olacak diyebiliriz.
Evet, öyle denilebilir. Ben sadece açıkta kalmış bir şeyi anlatmayacak demek istedim. Dizinin adının White Princess olacak olması 5. kitabın adının bu olmasından, dizinin uyarlandığı üç kitabın ilkinin adı da White Quen’di.
Tamam o zaman. Şimdi kadro yine aynı mı olur diye sormayayım ispiyon yemeyim. İzleyince daha iyi anlarım durumu.
3 ay önce Rebecca Ferguson’u The Red Tent‘te izleyip hayran kalınca listeme almıştım bu diziyi. Başlamak bu güne kısmetmiş. The White Queen ile ilgili yorumuma başlamadan önce Rebecca Ferguson’ın The Red Tent’teki koyu renkli saçlı halini daha hoş bulduğumu belirtmek isterim. Bu 2 dizinin ardından Hollywood kapıları da ardına kadar açılmış maşallah. Bir daha her hangi bir dizide zor görürüz heralde bu kadını.
Ben bu diziyi Starz dizisi diye bildiğim için; Elizabeth de en baştan
bir karakter olacağını belli edince Outlander seviyesinde cesur bir dizi olacak beklentisine girmiştim. Sonrasında dizide Poldark pembemsiliği sezinleyince hemen kontrol ettim ki BBC One dizisi imiş. Starz, sadece ABD yayın haklarını elinde bulunduran kanalmış. Dolayısı ile dizi mecburen sansüre uğramış ve olması gerektiği gibi cesur bir ilk bölüm çıkamamış. Ne yalan söyleyeyim bu bende bir hayal kırıklığı yarattı. Makasla kesilmiş gibi duran, geçiştirilmiş sahneler fena halde göze battı.
Dizi merkezine bir kadın karakteri aldığı için Poldark’tan daha pembemsi geldi bana. Ciddi seviyede hatun dizisi gibi duruyor ama; Elizabeth ve annesi hatırına 2. bölüme de bi bakayım bakalım.
@pirate Belki biliyorsundur, dizi kitap uyarlaması. Üç kitap, merkezinde üç kadın var. Kitabın yazarı da kadın zaten. O nedenle krallıktak taht savaşı sırasında bahsi geçen kadınların etrafında neler döndüğünü izliyoruz. Beklentine ona göre ayar çekmende fayda olabilir.
@iyideniye tanıtımı okumadan daldım izlemeye. Bir de Starz dizisi sandığım için Spartacus, Outlander ve Magic Cit’yi aklıma getirip, dört dörtlük bir dönem dizisi ile karşılaşacağımı umup ister istemez beklentimi yüksek tutmuştum diziye başlarken. İlk bölümü izledikten sonra, şimdi tanıtımı da okuyunca bir ayar çektim ister istemez beklentime şu an tabi.
Öyle çok başarılı, müthiş bir iş falan diyemeyeceğim dizi için. Ama yoklukta gideri var. İzleniyor bir şekilde. Ama izlerken senaryodan kaynaklı bolca çemkirtiyor tabi.
*Margaret karakteri sinir bozuculukta son nokta. Tam sopalık bir şey. Onu izlerken ‘Tanrına da sana da…’ diye bolca çemkirdiğim doğrudur. İllet geldi kadından ya!
*Edward’ın ihaneti bu kadar kolay affedişi de tam bir saçmalıktı bu arada.
Ne bölümdü be!
Sezon finali tadındaydı valla.
Warwick’in kızlarının dizinin başlangıcından beri süre gelen ve bu bölüm bir üst levele ulaşan embesillikleri sebebiyle ‘Pöfff’ çeke çeke izledim bu bölümü. Elizabeth dışında normal bir kadın yok valla şu dizide. İyi ki Elizabeth var!
*Hepsi Margaret’in planı dahilinde rol yapmasından kaynaklı olsa da Elizabeth-Margaret yakınlaşması hoşuma gitti bu bölüm.
*Edward’ın annesinin George için yaptığı yalvarış-yakarış sahnesinde de içimin yağları eridi valla. Keza bu kadından da hiç haz etmiyorum zaten dizinin en başından beri.
*Richard kolayca yönlendirilen zayıf karakteri ile sıçtı ortalığın ağzına. Edward oğlu Edward umarım tahta çıkar ve Richard-Anne-Edward’ın lanet annesi üçlüsünün kafalarını alır. Margaret-Stanley ikilisinin sonu da aynı olur umarım.
*Misfits’den Shaun Dooley ve Legends Of Tomorrow’dan Arthur Darvill büyük renk kattı bu arada bölüme.
*Sonuna kadar Elizabeth!
Her ne kadar savaş sahneleri rezalet olsa da güzel bir final oldu.
Diziyi bitirdiğim gün Starz’ın The White Princess’e onay verdiğini duymak ise mükemmel bir haber oldu. BBC işin içinde olmayacağı için Starz tek başına bu diziden 3 kat daha iyi iş çıkaracaktır The White Princess ile. Daha cesur, daha görsel ve savaş sahneleri daha iyi olan bir iş. Çok başarılı bir 8 bölüm olacağına eminim.
Aaaa, harika ya