And Then There Were None — Tanıtım / Agatha Christie’den Bir Başyapıt
79 yorum aytackara 06 Ocak 2016 09:09
Kısa süre önce geride bıraktığımız 2015 yılı, ünlü polisiye roman kraliçesi sevgili Agatha Christie‘nin 125. doğum yılıydı. Yazarın eserlerinin TV hakkını elinde bulunduran BBC de bu amaçla iki mini diziyle izleyici karşısına çıkma kararı almış, ilkinde Tommy and Tuppence çiftinin konu olduğu iki kitabı Partners in Crime adıyla dizileştirmişti. İşte yılı bitirmemize çok az bir zaman kalmışken diğer kitap uyarlaması mini dizi de karşımıza çıktı: And Then There Were None.
BBC, 55-57 dakika civarı süren üç bölümü 26-27-28 Aralık tarihlerinde peş peşe yayınlayarak diziyi nihayete erdirdi. Amerika’da ise Lifetime tarafından bu yıl içinde bir ara yayınlanacak. Bugüne kadar 70+ kitabını okumuş ve geriye kalanlar çabuk bitmesin diye kendini yavaşlatmak zorunda kalmış bir Agatha Christie sever olarak, diğer diziyi tanıttığım ve bunun haberini daha önce verdiğim gibi tanıtımını da yapmak istedim ve işte geldik buradayız.
a) Kitap Hakkında:
And Then There Were None, yazarın 1939 yılında piyasaya çıkmış ve ölümüne kadar yazdığı 80 civarı eser içinde -abarttığımı hiç düşünmüyorum- en beğenilen ve en iyi geri dönüş alan eseridir. Aslında orijinal adı Ten Little Niggers olsa da N-word hassasiyeti nedeniyle Amerika’da isim değişikliğine uğrayıp And Then There Were None şeklinde basılmıştır ve dünya genelinde daha çok bu ismiyle bilinmektedir. Hatta Ten Little Indians (On Küçük Kızılderili) ismiyle yayınlanan baskılar da olmuştur.
Ülkemizde ise On Küçük Zenci ismiyle basılan eser, şimdiye kadar 100 milyon satış rakamını geçmiş bir kitap. Bu özelliği de onu sadece Agatha Christie teyzenin en çok satan kitabı yapmayıp aynı zamanda en çok satan polisiye roman da yapmıştır. Dahası şu an dünyanın en çok satılan tek kitap sıralamasında 6. sıradadır.
Böyle bir eserin şimdiye kadar uyarlanmaması mümkün mü sizce? Kitabın 1945, 1959 (videoteyp), 1965, 1974 ve 1989 olmak üzere birkaç kez filmi çekilmiştir. Hatta son üç tanesi aynı yapımcının, Harry Alan Towers‘ın elinden çıkmıştır ve 1974 ile birlikte renkli çekime geçilmiştir. 1943’te de yazarın katkısıyla tiyatroya uyarlanmasının yanında, 2005’te de bilgisayar oyunu çıktı. Dahası da var zaten, başka ülkelerde de uyarlaması yapılmış veya sayısız yapıma ilham kaynağı olmuştur (örneğin selam Harper’s Island). İşte nihayet böyle bir eserin benden büyük olmayan modern bir uyarlaması karşımıza gelmiş oldu.
b) Tekerleme:
[Diziyle alakalı bu tekerlemenin yazıda hem de tam şekliyle olmasını istediğimden özellikle koydum ama spoilerda (ispiyonda) hassas bünyeler tamamını okumaktan hoşlanmayabilir… O nedenle dilerseniz öncelikle c kısmındaki konu ve karakterlere bakıp sonrasında dilerseniz tekerlemenin tamamına göz atabilirsiniz.]
On küçük zenci yemeğe gitti,
Birisi kendisini boğdu ve kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci çok geç kalktı,
Biri uyuyakaldı, kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon’da geziye çıktı,
Biri kayboldu, kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun kırdı,
Biri kendisini kesti, kaldı altı.
Altı küçük zenci kovanla oynadı,
Bir balarısı, içlerinden birini soktu, kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idam cezası aldı, kaldı dört.
Dört küçük zenci denize gitti,
Birini balık yuttu, kaldı üç.
Üç küçük zenci hayvanat bahçesine gitti,
Birine ayı sarıldı, kaldı iki.
İki küçük zenci güneş altında oturdu,
Biri güneşte kızardı, kaldı bir.
Bir küçük Kızılderili tek başına kaldı.
Gidip kendisini astı ve hiçbiri kalmadı.
On Küçük Zenci kitabının hikayesi en yakın yerleşim yerine yeterince uzak bir adada geçiyor ve olay örgüsünün de önemli bir parçasını oluşturan bu tekerlemesiyle ünlü. Adanın kitaptaki orijinal adı Zenci Adası, tekerlemede de zenci kelimesi kullanılmıştır; hatta Altın Kitaplar son 10 yıl içinde yaptığı herhangi bir baskıda değişikliğe gitmediyse On Küçük Zenci’de de bu şekilde yer almıştır. (Şubat 2006 baskısını okuduğum ve sonraki baskıları kontrol etmediğim doğrudur ama kitabın adını değiştirmediklerine göre içeriğini de değiştirmemişlerdir.) Dizide ise tabii ki N-word topuna girilmeyip kitabın adı farklı basılırken kullanılan Asker Adası (Soldier Island) ve asker (soldier) kelimeleri kullanılmıştır.
Konu kısmında dizideki şekliyle devam edecek olsam da tekerlemeyi kitaptaki haliyle paylaşayım dedim. Bu kısmı da atlattığımıza göre artık konuya etraflıca girebiliriz.
c) Konu ve Karakterler:
Yıllardan 1939. On kişi U.N. Owen ve/veya eşinden bir ajans aracılığıyla birer mektup alırlar ve Asker Adası’na davet edilirler. Çoğunluğu iş veya bazısı tatil ve eğlence amaçlı davetlerden bahsediyoruz. Bay Owen’ın eşinin hastalığını kontrol etmek, kadına sekreterlik yapmak, Bay Owen için hassas bir araştırmaya katkı sağlamak veya en basitinden adadaki konuklara hizmet etmek… Hepsi de kendilerine gelen ve özellikle parasal açıdan cömert olan bu teklifleri geri çevirmez ve adaya gelir.
Herkes bir bot aracılığıyla adaya ulaştırılır ve sayı tamamlanır. Sadece ufak bir eksik vardır: Ev sahipleri henüz ortada yoktur. Adadakiler daha sonra veya ertesi sabah geleceklerini düşündükleri ve hiçbirinin daha önce tanışmadığı ev sahiplerini beklerken tanışırlar, odalarına çekilip yerleşirler ve akşama hazırlanırlar.
Dikkat çeken iki ayrıntı: Herkesin odasının kapısının arkasında çerçevelenmiş bir şekilde bir tekerleme asılıdır. Yemek masasının ortasında da on tane küçük heykelcik vardır.
Akşam olduğunda çalışan ikili yemek servisine başlar ve kısa süre sonra olayları başlatacak kıvılcım ortaya çıkar. Herkes yemek yenilen odadayken devreye giren bir gramofondan çıkan ses, odadaki on kişiyi sırayla çeşitli kişilerin cinayetiyle suçlar. Hepsi zamanında birilerinin ölümüne sebep olmuş ama bunlardan dolayı ceza almamıştır.
1) Vera Claythorne: Genç bir öğretmen. Bakıcısı olduğu çocuğun ölümüyle suçlanıyor.
2) Philip Lombard: Ordudan ayrılmış bir yüzbaşı. Elmas için Doğu Afrika’da 21 kişiyi öldürmekle suçlanıyor.
3) Emily Brent: 65 yaşında bir ihtiyar kız. Hamile hizmetçisinin ölümüyle suçlanıyor.
4) John MacArthur: Yaşlı bir emekli general. Birliğindeki askerlerden birinin ölümüyle suçlanıyor.
5) Lawrence Wargrave: Yaşlı bir yargıç. Suçsuz bir kişiye idam kararı vererek ölümüne sebebiyetle suçlanıyor.
6) Edward Armstrong: Çok zengin, çok yakışıklı, orta yaşlı bir adam. Zorlu bir ameliyata sarhoş girerek hasta ölümüne sebebiyetle suçlanıyor.
7) Tony Marston: Uzun boylu, yakışıklı, genç bir serüvenci. Dikkatsiz sürdüğü arabasıyla iki küçük çocuğu öldürmekle suçlanıyor.
8) William Blore: Eski bir polis müfettişi. Homoseksüel birini polis hücresinde döverek öldürmekle suçlanıyor.
9) Thomas ve Ethel Rogers: Konukları adada karşılayan uşak ve uşağın karısı. Eski patronlarını birlikte öldürmekle suçlanıyorlar.
Kitabı okuyanlar bir ihtimal anlamışlardır, karakter ifadelerindeki ilk cümleleri kitabın girişindeki karakter tanıtımlarından birebir aldım. Ne ile suçlandıkları ise biraz sansürlemeyle benim eklemem oldu. Bu kayıt, ortamı haliyle gerer ama bu sadece daha başlangıçtır…
Kayıtta söylenenleri inkar eden de kabul eden de çıkar veya Owen çiftinin kim olduğunu bulmaya çalışan olduğu gibi bilinen gerçeklerin karşılaştırmasını yapan da… Atmosferi bir kez daha değiştiren ise konuklardan birisinin bir anda nefes alamayarak ölmesi olur. Olay başta talihsizlik olarak düşünülür ama ertesi sabah da bu sefer gece başka birinin uykusunda öldüğü ortaya çıkar.
Bu kadar da değil… Kendilerini adaya getiren ve adanın ihtiyaçlarını sağlayan Bay Narracott da henüz ortalıklarda yoktur. Bir süre sonra üçüncü biri de evin dışında ölü bulununca, daha doğrusu öldürüldüğü anlaşılınca kaçınılmaz gerçeğin farkına varırlar. Nihayetinde de dizinin tespiti Vera’dan gelir: Birisi adadakileri tam da herkesin kapısının arkasında asılı tekerlemedekine benzer şekilde öldürmektedir.
“On küçük zenci (asker) yemeğe gitti,
Birisi kendisini boğdu ve kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci (asker) çok geç kalktı,
Biri uyuyakaldı, kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci (asker) Devon’da geziye çıktı,
Biri kayboldu, kaldı yedi.”
Üstelik bir kişi öldükçe her seferinde yemek masasının ortasındaki heykellerden bir tanesi ortadan kaybolarak azalmaktadır… Bundan sonrasını tahmin etmek zor olmasa gerek: On kişinin bulunduğu bir adada katil adadakilerin avına devam ederken konuklar ise katilin avına çıkarlar. Tüm bu mücadele ve cinayetler devam ederken bir yandan geçmişe yapılan kısa dönüşlerle adadakilerin karıştığı olayların detaylarını ve iç yüzünü öğrenme fırsatımız da oluyor.Gelelim nasılına:
4) Yazarın Değerlendirmesi:
Dizi başlamadan önce “Çok uğraşmalarına gerek yok zaten, kitabı aynen alıp çekseler de olur.” demiştim. And Then There Were None da ‘neredeyse’ kitaba bağlı bir uyarlama olmuş. Ufak tefek uyarlama değişiklikleri ise gözüme batmadı, bu açıdan da epey memnunum hatta.
Pek sürpriz olmasa da esas güzel olansa karakterlerin hepsinin geçmişine gittiğimiz sahneler ve bu sahnelerin adadaki atmosfere katkısıydı. Adadakilerden en sevdiğim, aslında kitapta da en sevdiğim olan ve geçmişe dayalı suçlandığı hikayesini, detaylarını sevdiğim ve görmek de istediğim Vera’ydı. Ethel’i oynayan Anna Maxwell Martin’in karakterine değişik tonda ama başarılı bir oyunculukla hayat verdiğini söylemezsem olmaz.
Aslında en özetle herkesin karakterine uygun bir oyuncu seçimi olduğunu söyleyebilirim. Hatta kadro ilk açıklandığından beri bu insanları nasıl yan yana getirdiklerinin şaşkınlığı üstümde duruyor. Mini dizi ve dahası kitap uyarlaması olduğundan zaten kapalı bir sonu var. Hatta aslında her ne kadar beklentiyi gereğinden fazla yükseltmek istemesem de sonunu tahmin edebileceğinize inandığım söylenemez. Bunca yıldır öyle bir insanla da tanışmadım zaten.
Bu arada dizide elbette gözüme takılan bazı detaylar veya bazı sahnelerdeki oyunculuklar vs. oldu ancak genele bakınca bunların arada kaynadığını söyleyebilirim. Diziyi de bu kadar şeyin üstüne tabii ki denenmesi için şiddetle tavsiye ediyorum. İyi seyirler.
Dizinin pek sevdiğim açılış jeneriği
Not: Diziyle ilgili tanıtım öncesinde şu yazının altında yorum yapılıyordu.
yorumlar
@necdetcem7 : Vera
3.bölümün başında Vera’nın baktığı çocuğun annesi “-Kocam öldüğünde hamile olduğumu bilmiyordum Cyril doğunca mirası devraldı.
-Hugo aşk için evlenmek istiyor ama tek kuruşu bile yokken bu nasıl olabilir ki? gibi cümleler kuruyor.
26. dk da Vera Hugo ya senin artık bir evin var (çocuk öldü ev Hugo’ya kaldı) beraber yaşayabiliriz gibi cümleler kuruyor.
Neden öldürdü çocuğu demişsin bende kafanda soru işareti kalmasın yardımcı olayım dedim.
@legendparker: Aynen iyi oldu dediğin, teşekkür ederim.
Başından beri Yargıçtan şüphelenmemin sebebi tam da yaptığı iş yüzünden. Bir katilden en iyi ceza avukatları ve ceza hakimleri anlar. Ne yapacağını ve nasıl yapacağını adı gibi bilir. Ama dizide yargıç olduğu için hepsini tek tek temizledi, tecrübesi vardı ve işi biliyordu falan gibi açıklamadılar. Keşke nasıl öldürdüğünü falan gösterselerdi ufak ufak sahnelerle.
Bu dediğim gibi bir çıkarım The Escape Artist’te vardı.
Ben de tavsiye ederim. 10 üzerinden 8-8,5 arası da alır benden.
kitabın methini çok duymuştum ama bir türlü okumaya fırsatım olmamıştı.bu güzel tanıtım ve gelen yorumlar sayesinde izledim diziyi ve çok sevdim..izlemeyen herkese bende tavsiye ederim
Dizi harikaydı. Resmen all-star gibiydi Bende tavsiye ederim herkese
Kitabı 2 gece önce 1 oturuşta bitirdim. Gayet akıcı ve düzgündü. Sonunu tahmin etmedim ama şaşırmadım da. Yine de sonuç olarak gayet tatmin ediciydi. Ama dizi tam bir ıstıraptı benim için. Çok sıkıcıydı. 3 bölüm fazla gelmiş, 2’de işi bitirmelilermiş. Onun dışında bir kusuru yok diyebilirim. Prodüksiyon dizaynı ve jenerik başta olmak üzere çok hoş yönleri de vardı.
Çok güzelmiş.
Bu tarz yapimlari aslinda severim ama bunu cokta sevdigim soylenemez. Idare ederdi.
Ak’la Kara hikayeyi tiyatro oyunu olarak uyarlamış. Başrolde Ediz Hun da var.
Dün akşam Ankara turnesine gelmişken izledim oyunu. Güzeldi.
Tek mekanda geçmesi için belli şeylerle biraz uyarlamışlar ama pek batmadı. Philip Lombard’ı esprili birisine yontmuşlar, o da oyuna biraz eğlence kattı hatta. Ali İl’i izlemeyi severim zaten. Pelin Turancı (Vera) da altında kalmadı. Ediz Hun’un ilk tiyatro oyunu deneyimi olduğunu bilmesem anlamam mesela.
Finali de salondan anladığım kadarıyla başarılıydı. Nasılını bilince o kadar da olmuyor tabii.
Kadıköy’de tiyatronun önünden her geçişimde bir hevesleniyorum, sonra afişi görüp vazgeçiyorum Konunun uzmanı olarak tavsiye ediyor musun şimdi? @aytackara 67.50 TL’ye değer mi? (Baktım şimdi de, Ocak ortasına kadar bilet bile yok zaten.)
Tiyatrodan pek anlamam ama oyun bazında bence başarılı. Düzgün uyarlanmış, oynanıyor. Devlet tiyatroları daha ucuz haliyle. Muhtemelen daha iyi denebilecek oyun vardır bir yerlerde, keza özel tiyatrolar içinde de.
Ben tiyatroya gideyim diye değil de Agatha Christie özelinde merak ettiğim için özellikle gittim. 1.5 ay öncesinden etkinlik planlayıp bilet almak normalde hiç benlik bir iş değil açıkçası İki ay sonrasına biletleri çıkıyor özellerin.
Tiyatroya ilgisi olan ve pek çok oyun izleyen bir tanıdığım geçen gün “Son dönemde tiyatro yapmayan oyuncuyu dövüyorlar artık,” diye bir tespitte bulundu. Özellikle özel tiyatro oyunlarına yönelen az ya da çok tanınan bir sürü oyuncu var gördüğüm kadarıyla. O nedenle seçenek bol.
Ama özel tiyatro oyunlarının fiyatları resmen o civarlarda dolaşıyor. Bünyesinde ‘celebrity’ denebilecek kişiler varsa ona göre artıyor hatta. Ali İl’i dizilerden tanıyanlar kesin vardır ama kapanışta Ediz Hun’un aldığı alkış görülmeye değerdi açıkçası.
Oyunu beklerken afişlere göz attım biraz. Onur Saylak’ın Evlat oyununu görünce meraktan biletlere baktım, 90-120 arasıydı. Haluk Bilginer’in Kral Lear’ı da keza aynısı. Ortalama 70-80’lerde resmen. @desperate houseboy
20. Yüzyıl yapımcılığında yine filme uyarlanıyormuş.
Gece başladım, sahura kadar bitti. Hikayeyi ve tabi sonunu bilmeme rağmen, gayet keyifle izledim.
Kadroyu hakikaten çok iyi kurmuşlar. Kitabı okurken karakterleri böyle mi canlandırmıştım hatırlamıyorum ama hiçbir karakterde bu oyuncu olmamış bu karaktere demedim. Katil kim oynamayı seviyorsanız gayet keyif alacağınız bir dizi. Tavsiye ederim…
Bu güzel romanın mini dizi versiyonunu izlemek zevkli olacak. Gözümden kaçmış bu eski tanıtım; FB sayfamıza da ekledim.
Şaka gibi…”Zenci” kelimesi Türkçe’de ırkçı şekilde veya hakaret anlamında kullanılmamıştır. Hele ki bizim ülkemizde siyahi insanlar gayet sevilirken veya sempatik bulunurken. Tatlı su hassasiyetçiliği…
zaten çeviri olarak kötüydü bakıldığında ama klasikleşmişti. sadece gülüyorum.
Öyle de ırkçılıkla alakası yoktur insanımızın, herkese saygı duyup kucaklar.
N-word ile aynı anlama geldiğini iddia etmemekle birlikte ben de o sözcüğü kaba ve eski buluyor, kullanmıyorum. Altın Kitaplar da belli ki bir araştırma yapmış. Belki konunun muhataplarına sormuş, bu sözcüğü kırıcı karşıladıklarına kanaat getirmiş ve böyle bir değişikliğe gitmiş.
Ayrıca mesele siyahileri sempatik bulmak değil. Bir kişiye baktığında onu siyahi değil, sadece bir insan olarak görebilmek.
@rpdi
Ya ne alakası var? Doğruya doğru işte, naçizane bir dil eğitmeni olarak söylüyorum: Hakaret veya ırkçılık yok. Ayrıca evet, bizim insanımız diğer çoğu Avrupa ülkesi ve ABD’ye göre ırkçı değil. Kendi milletimizi yeri geliyor eleştiriyoruz ama bu konuda ( siyahilere ırkçı davrandığımız konusunda) eleştirmek abesle iştigal. O zaman “Eti Negro”yu da değiştirelim ırkçı diye.
Türk Dil Kurumu’da zenci kelimesinin siyahi ile eş anlamlı olduğunu yazıyor zaten. Ayrıca biz burada “insan olsun, yaşasın herkes eşit”ten bahsetmiyoruz, zenci kelimesinin bağlamından bahsediyoruz. Evet, ülkemizde sempatik bulunmaları da onlara ırkçılık yapılmamasının önemli nedenlerinden biri. Adamlar birbirine N kelimesi kullanırken bizdeki aşırı ve gereksiz hassasiyetten öte bir şey değil. Her şeye alınmanın lüzumu yok.
eminim bu karar alınırken pek çok araştırma yapılmıştır zenci kelimesinin kökenlerine dair, kesinlikle popülist yaklaşımla alınmış bir karar değildir.
“Ve Geriye Kimse Kalmadı” gibi bir şey yapsalarmış bari hazır değiştirmişken. içindeki 10 little indians kısmını nasıl çevirdiler acaba
@ozgun14
Emin ol popülisttir. Niye? Altın Kitaplar’ı biraz takip eden, sinekten yağ çıkarmaya çalıştığını çok iyi bilir. Örnek? Yarım yamalak çevirisi olan kitapları önce yeni kapakla basmak, sonra tam metin basmak,sonra yine yeni kapakla basmak, ardından ciltli basmak, film afişine göre basmak. Muhteşem üçlüleri Stephen King, Agatha Christie ve Dan Brown zaten. Bu üç yazar arasında top çeviriyor.
Ek:10 Küçük Afro-Amerikalı diye çevirmişlerdir:)
Halkımızın siyahlara karşı ırkçı olmadığından emin miyiz bu arada? Suriyeliler, Araplar falan derken, bir de göreceli uzun zamandır ülkede oldukları için kanıksanma durumu olabilir ama basbayağı onlar da bir derece maruz kalıyorlar bana kalırsa.
Halkımızın o kadar da anlayışlı olduğunu zannedemedim. Altın Kitaplar’ın biraz da popülist yaklaştığını ben de düşünüyorum. Zenci ismiyle basamayacak olsalar tam metin versiyonu basmazlardı. O kadar da eski değil o.
@ozgun14 Bunlar da asker yapmış olabilir.
@aytackara
Zaten ABD ve Avrupa’ya göre dedim, yoksa ırkçılık her yerde var. Suriyeliler ve Araplar’a olan yaklaşım bence biraz daha farklı bir kulvarda.
Darkcrystal ben de zaten populist oldugunu ima etmistim. Ironim tam anlasilamamis.
Zenci irkciligi ne asya ne de avrupada bizim kadar az degil. Amerikayi zaten saymiyorum. Zenci irkciligi yok bence de. Alisik olmadigimizdan belki de. Irkci degil miyiz sorusunun cevabi ise bu kadar net degil tabii. Bizim suriyeliye karsi hepsi ulkemize dolusturulana kadar irkciligimiz mi vardi? Nasil kiyaslanabilir? Kendi ulkelerindeyken suriyeliye laf eden mi vardi? Ulkemize en at hirsizi tiplileri dolustu da bu hale geldik. Irkcilik icin tartisilacaksa kurtler tartisilabilir ki o kisim da bol karisik. hayali ulke sinirlari vs.
@ozgun14 Haklıymışım, “asker” yapmışlar.
“İyi top oynuyor, sevimli kara oğlan. Ne Ermeni mi, aman evlerden ırak!” kafası ırkçıdır. Çocuğu “ben bir siyaha aşık oldum, evleniyorum” derse görürüm onun sempatisini ayrıca. Normal kabul edilenden uzaklaşacak, millet konuşacak diye ödü kopar bizim insanımızın.
Neyse, dediğiniz gibi konu bunlar değil. Kelimeyle ilgili görüşümü de açık şekilde belirttim sanırım.
Parantez içinde ON KİŞİYDİLER (On Küçük Zenci) diye belirtip bu konuda ne kadar hassas (!) olduklarını da belli etmişler.
aytackara: yani asker ne alaka bilmiyorum ama şu noktadan sonra pek fark etmezdi sanırım. tekerlemenin olayı ne onu da bilmiyorum gerçi. normalde niçin söyleniyormuş ya da bu eser için mi yazılmış merak etmemiştim hiç.
Benim bir derece maruz kalıyorlardır demem de rpdi’nin yazdıklarındandı.
Evet, insanlar sokaktayken öcü görmüş gibi bakmıyor ve davranmıyor olabilir. Ama işe alınma, adil ücret, ev tutma, evlilik gibi konular o kadar da sempatik ilerlemiyor gibi. Gerçi bunları da bir ölçüde “yabancı” oldukları için yaşıyorlar, siyah olduklarından değil. Bu da Türkiye’ye özel bir durum olmasa gerek… O nedenle yine dönüp kendi halkımızın hoşgörü seviyesine bağlanıyoruz.
evlenmek vs ne alaka. burada saygıyla kişisel tercihleri birbirine karıştırmayalım. bir insana ırkından dolayı farklı davranmamaktan bahsediyoruz burada. ben başı kapalı biriyle evlenmem ama onlara farklı da davranmam. bunun da zencilerle ermenilerle olan durumdan farkı yok.
@ozgun14 Vakti zamanında ABD’de Ten Little Niggers yerine And Then There Were None ismiyle yayınlanırken N-word’ü ortadan kaldırmak için her şeyi “soldier” ile değiştirmeyi uygun görmüşler. Öyle devam etti. Bu dizide de “soldier” kullanıldı mesela. Zenci heykeli denen şeyler oldu sana asker heykeli falan.
Bu eser için yazılma bir şey o tekerleme. Özel bir durumu yok. Zaten olay örgüsüne de bağlanıyor esasında. 10 karakter tam da tekerlemedeki cümlelerle uygun bir şekilde teker teker öldürülmeye başlanıyor. Who did it?
@ozgun14 Velakin halkımız da senin gibi mi gerçekten? Olması gerekene değil de olana baktığımızda?
ben de kitabı tekerlemeye uydurdular belki demiştim bu şekilde daha mantıklı tabii. ten littlie niggers olduğunu bilmiyordum ben, ten little indians orijinali sanıyordum. önce indians a sonra soldiers a mı çevirdiler o zaman?
Bazı baskılar Indians, bazı baskılar soldiers anladığım kadarıyla. Genel kabul görmüş alternatif baskı “soldier”, çünkü diğer başka ülkelerde de değiştirdiğinde hiç değilse daha evrensel takılmış oluyorsun. Kızılderili desen yine ABD kökenli kalıyor, bir nevi zenci demekten farkı yok zaten.
* Dkamoy siteye gelince kesin ne bu karmaşa diyecek.
bekara öğrenciye ev vermemekle zenciye ev vermemek arasında fark yok bence. tamamen ev sahibinin mallığı ama ırkçılık değil. ha adamın tercihi sonuçta. sadece zenciye değil çinliye de vermez o, italyana da vermez bence. kime veriyor anlamadım sadece evli çocukluya herhalde. belki zenci de memur öğretmen evli çocukluysa verebilir. ırkçılıkla seçim arasındaki ayrım bazı noktalarda silik olabilir ama olmadığı anlamına gelmiyor.
Az önce fark ettim, tiyatro oyununun adını da “On Kişiydiler” diye değiştirmişler. Hatta 25 Kasım’daki temsil için “Türkiye prömiyerini yaparken” diye belirtmişler. Özet kısmını da tam değiştirselermiş madem, zenci kelimesi hala duruyor orada.
On Küçük Zenci haliyle sergilenirken 9 Aralık 2019’da izleyip yorum yazmıştım yukarıya halbuki. Soran olursa Türkiye prömiyeri dersin, kim bilecek… Belki Altın Kitaplar’a da buradan esmiştir.
Geldim. Cidden napmışsınız yazının altını deyip dayanamayıp ben de katılacağım. (Normal şartlarda bu cevabımı postane’ye taşırdım ama postane bu aralar teknik bir sorun yüzünden zor/yavaş yüklendiği için bu yazının altını kirletmeye katıldım. Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim.)
Benim “zenci” kelimesinin hakaret içermediğini, türkçe konuşurken/yazarken zenci yerine siyahi ya da afro-amerikalı kullanmanın beyaz türklerin kendini önemli hissetme ihtiyacını gidermek adına uydurduğunu düşündüğümü çoğunuz biliyorsunuz. Ama türk milletinin (kendim dahil) ırkçılığın kitabını yazacak cinste bir millet olduğunu da düşünüyorum. “hemşerim memleket nire?” demeyi adet edinmiş bir milletin çocuklarıyız.
Irkçılık sadece din/dil ile mi sınırlı?
Çuvaldızı kendine batırmak isteyenler için ödev: Trafikte plakası sizinkinden farklı şehirden olan bir aracın sürücüsüne küfretmeyen -kendiniz dahil- kaç şoför tanıyorsunuz? Ya da şoför olmasanız bile siz trafikte yolcu/yaya iken bile bunu yapmamış azınlıkta mısınız?
” N-word ile aynı anlama geldiğini iddia etmemekle birlikte ben de o sözcüğü kaba ve eski buluyor, kullanmıyorum.” @rpdi en güzelini söylemiş. Hiç köken işlerine falan girmeden nokta atışı. Aksini düşünenler de istedikleri gibi kullansınlar, gına geldi şu konudan artık.
”Çocuğu “ben bir siyaha aşık oldum, evleniyorum” derse görürüm onun sempatisini ayrıca.” Burasını da güzel söylemiş. Ne zaman ”ırkçılık bizde aslında o kadar da …” duysam siyahi İngilizce öğretmenimin Türk bir kızla evlenmeye kalkınca ailesinden nasıl ölüm tehditleri aldığını hatırlarım. Ben de siyahilere karşı ırkçılığın bizde o kadar fazla olmadığını düşünüyorum, türlü türlü ırkçılığımız varken bu adamlara nasıl sıra gelecek! George Floyd, Pierre Webo konuları olunca en ırkçılar ne güzel de #Notoracism tweeti attılar öyle. O hashtag’in kullanılacağı başka olaylar olmuyor çünkü ülkemizde! Gerçi bizde cinsiyetçilik falan da olmuyordur, bizim kuruntumuzdur hepsi.
Neredeyse verdiğim örneklerin birebir aynısı ama hiç eğlenemedim bile bu durumla. Şu zırvalığa birkaç saniye maruz kalmak bile midemin kalkmasına yetti. Telefon ekranından burnuma burnuma lağım kokusu geliyor şu an.
TV+’ta. Bunlar da “On Kişiydiler” diye çevirmişler.
Hay Allah cezanızı…