Büyük Oyuncu mu, Yoksa Tek Bir Karakter mi?
15 yorum cranefamily 21 Temmuz 2011 15:03
Hepimizin geçmişten günümüze yayınlanmış olan diziler arasında belli başlı favori dizileri vardır. Çoğu zaman da bu favori dizilerimizdeki, başrol oyuncuları bizim için vazgeçilmez olur. Diziler efsanedir, başrol oyuncuları rolün hakkını vermişlerdir, biz izleyicilere de keyifle bunu izlemek ve kritiğini yapmak kalmıştır. Bütün bunlardan sonra bu başrol oyuncularına duyulan büyük bir saygı da vardır şüphesiz. Peki bu oyuncular bu saygıyı acaba ne ölçüde hak ediyorlar? Asıl demek istediğim şu; “Acaba bu oyuncular gerçekten birbirinden farklı rollere bürünebilen büyük birer aktör-aktris mi, yoksa sadece kendilerine biçilmiş olan tek bir rolün hakkını veren ve bundan daha da öteye gidemeyen birer rol oyuncuları mı?”
Sinema dünyasından Robert De Niro’yu ele alalım. Otoritelerin çoğuna göre tüm zamanların en iyi sinema oyuncuları arasında ilk 3 içerisinde yer alır; çok büyük aktör olduğu kimse tarafından tartışılmamıştır. Kendisinin büyük bir aktör olarak görülmesinin bir çok sebebi arasında, bana göre başlıcalarından bir tanesi, Robert De Niro’nun rol aldığı filmlerin her birinde, birbirinden farklı karakterlere bürünerek, bunun altından ustaca kalkmasıdır. Yeri geldiğinde sinema dünyasının en namlı gangsterlerinden biri olan Don Vito Corleone, başka bir zaman bitkisel hayattaki Leonard Lowe, gerekirse Frankenstein veya gizli eşcinsel gemi kaptanı Captain Shakespare olarak rahatlıkla karşımıza çıkabilir.
Öyle bir aktör düşünün ki gerilimden korkuya, komediden aksiyona, suçtan drama kadar bir çok farklı türde, neredeyse tekrarı olmamış eşsiz karakterlerle bu denli harikulade eserler verebilsin. Gerekse yukarıda bazı örneklerini vermiş olduğum gibi, gerekse iyi-kötü karakter bazında, Robert De Niro’nun sahip olduğu karakter yelpazesi herhalde çok az oyuncuda vardır.Peki acaba televizyon dünyasında da durum yazımızın buraya kadar olan kısmında bahsetmiş olduğumuz sinema dünyasındaki gibi midir ?Televizyonda yayınlanan dizilerin başrol oyuncuları da dizilerden dizilere böyle çarpıcı değişiklikler yaşayıp farklı karakterlere bürünebiliyorlar mi? Televizyon dünyasında bu denli kaç tane örnek var? Yoksa aslında televizyon karakterlerimizin çoğu tek bir kişilikten ibaret oyuncular mi?
Konuya bir örnekle başlayalım isterseniz, herkesin bilebileceği bir örnekle. Friendsdizisini ve David Schwimmer’ı ele alalım. Şüphesiz ki diğer 5 arkadaşıyla beraber televizyon tarihinde önemli bir yere sahiptir. David Schwimmer’ın dizide sergilemiş olduğu oyunculuk tartışmasız mükemmeldir. Dizideki diğer karakterlerle beraber en iyi oyuncunun hangisi olduğuna dair bir tercihte bulunacak olursam bu David Schwimmer olur. Ne dizinin kalitesi, ne de oyuncuların performansları tartışmaya açılabilecek düzeydedir. Ki zaten bundan dolayı, dizi tarihin efsaneler sayfasındaki yerini çoktan almıştır. Peki bütün bunlardan sonra, dizinin oyuncuları, diziden bağımsız bir şekilde, tek başlarına aktör/aktris olarak ele alındığı zaman acaba büyük oyuncular mıdır?
Friends; tüm zamanların en büyük dizilerinden bir tanesi. David Schwimmer (Aslında buraya rahatlıkla Matthew Perry’yi veya Matt LeBlanc’i de koyabiliriz) dizinin baş rol oyuncusu ve dizideki Ross Geller karakterini başarıyla en iyi, en saf, en kusursuz şekilde canlandırmış aktör. David Schwimmer’ın Friends’de sergilediği performansı çok iyi. Peki David Schwimmer büyük bir aktör mü? Hayır!
Peki David Schwimmer neden büyük bir aktör değil, hatta David Schwimmer neden düpedüz sıradan ve tekdüze bir aktör? Bunu daha iyi anlayabilmek için David Schwimmer’ın Friends’in yanında ortaya koymuş olduğu diğer performanslarına bir bakalım şimdi de.
Gwyneth Paltrow ile başrolünü paylaşmış olduğu The Pallbearer filmi başta olmak üzere, ( Six Days Seven Nights gibi diğer filmlerle de devam eder bu) David Schwimmer’ın oyunculuğunda Friends’dekinden farklı olarak bir şey görmemiz pek mümkün değil. Filmlerde kullandığı jestleri, mimikleri Friends’dekiyle tıpatıp aynı. Değişen pek bir şey yok. Filmlerdeki oynadığı karakterin, Ross Geller’dan ne bir eksiği ne de bir fazlası var. David Schwimmer’ın Friends’de oynarken sıklıkla sergilemiş olduğu ve izleyicilerin hayli beğenisini kazanmış olan tavırları; kafasını büküp eğmeleri, sesinin tonu, suç işlemiş çocuk gibi duran pozları, hafifçe kekelemeleri, sesinin tonunu düşürerek bağırması gibi bir çok tavrı genellikle hep aynı, hiç değişmiyor. Aslında izlediğimiz farklı bir karakter falan değil de Ross Geller’in ta kendisi! Hatta işin daha da şaşırtıcı tarafı, konuk olduğu TV programlarında da kendisinin Ross Geller’dan hiçbir farkının olmaması! Nitekim, Youtube’daki böyle bir videonun altında yapılmış olan, -her ne kadar iyi niyetle olsa da- şu yorum kendisin oyunculuğu hakkında çok vurucudur. “Ben kendisini David olarak göremiyorum, o benim için hep Ross olarak kalacak”Zaten oyuncuların -ama özellikle de dizi oyuncularının- en nefret ettiği, karşılaşmaktan en çok korktuğu durumlardan biri de bu değil midir? Bir karakterin üstlerine yapışıp kalması. Halkın arasına karıştıkları zaman veya hayranlarıyla karşı karşıya geldiklerinde, insanların kendilerine “Ross”, “Frasier”, “Scofield”, “Dr. House” şeklinde seslenmeleri. Hatta arkadaşlar arasında konuşulurken bile bu durumun devam etmesi ve aktörlerin adlarının bir kere dahi ağza alınmaması.
Friends hayranları tarafından hatırı sayılır ölçüde laf yedikten sonra, gelin benzer başka bir örneğe göz atalım. Bu sefer de benim oldukça keyif aldığım Frasier ’ı inceleyelim. Ana olarak beş karakterin etrafında dönen dizinin lokomotifi tartışmasız olarak Frasier Crane ve Niles Cranekardeşlerdir. Frasier Crane’i canlandıran Kelsey Grammer’ın diziografisine baktığımız zaman, Grammer’ın Frasier’da oynarken (hatta öncesinde Cheers’da da) elde ettiği başarılar aşikar. Hem seyircinin gönlündeki yeri, hem de ödül törenlerindeki başarısı olarak televizyon dünyasında bir çok ilke imza atmış durumda. Şimdi, burada David Schwimmer’a uygulamış olduğumuz prosedürün aynısını Kelsey Grammer’a da uygulayalım. Cheers + Frasier; büyük diziler mi ? Kesinlikle evet. Bu dizilerin başrol oyuncusu, Kelsey Grammer, televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en sağlam 3-5 karakterinden birinin altına imzasını atmış durumda mı? Kesinlikle evet. Peki bütün bu başarılardan ve övgülerden sonra, Kelsey Grammer büyük bir aktör mü? Hayır, hayır, hayır !
Şimdi, Kelsey Grammer’ın oyunculuğuyla ilgili verilerimizi sunalım. Kelsey Grammer, Cheers ve Frasier sona erdikten sonra, başka bir deyişle Frasier Crane karakteri tarih sahnesinden çekildikten sonra, hatırı sayılır 2 komedi dizisinde daha oynamaya teşebbüs etti. Teşebbüs etti diyorum, çünkü kendisinin bu hamlesi ancak teşebbüs etme boyutunda kaldı, kalmak zorundaydı da. Back to You ve Hank adlı dizilerden bahsediyorum. Şimdi bu iki dizi de selefleri Frasier gibi komedi dizisi olabilirler, bu gayet doğal. Ama bu diziler komedi dizisi diye Kelsey Gramer, Frasier’daki performansının aynısını sergileyecek değil ya! Hem Back to You, hem de Hank’a bakın, Kelsey Grammer’ın Frasier’daki performansında hiçbir şey kaybetmediğini görürsünüz! Belki de kendisi farkında olmadan hala o karakterin etkisindeydi veya 20 senelik mirası olan bir karakterin izlerini hemen değiştirme yoluna gitmedi. Asıl sebep neydi bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki ortaya çıkan sonuç felaketti! Kelsey Grammer’ın Frasier’dan sonraki ilk televizyon projesi olan Back to You’yu izlediğimdeki ilk tepkim, hiç unutmuyorum aynen “Aa, adam aynı yahu!” şeklinde olmuştu. Maalesef, bu saydığım 2 dizide karşımızdaki oyuncu Kelsey Grammer falan değil, düpedüz Frasier Crane’in ta kendisiydi! Bir tarafta, kendisi için yazılan her karakteri, kendi ismini ve kişiliğini tamamen ikinci plana iterek o karakteri efsaneleştiren Robert De Niro, öteki tarafta ise, kendi özel hayatlarında zaten var olan kişiliklerini bir televizyon dizisine monte etmeyi becerip, rol aldığı her dizi/filmde bu karakterin zerre dışına çıkamayan sözüm ona aktörler. (Bu arada hatırlatalım hemen, 22dakika.org’da geçenlerde değinilen “Boss”, Kelsey Gramer’ın senelerdir üstüne yatmış olduğu Frasier Crane tiplemesinden kurtulabilmesi için çok büyük bir şans, bakalım ne olacak.)Sakın yanlış anlaşılmasın bu yazıda tabii ki Robert De Niro gibi efsane bir aktörle David Schwimmer’ı veya Kelsey Grammer’ı karşılaştırmıyoruz. Bunlar sadece üzerinden örnekler verdiğimiz aktörler. Peşine düşüp, sorguladığımız konu “Dizi aktörlerinin de acaba farklı rollerin üstesinden gelip gelemeyeceği” Sadece dizi oyuncusu olup, saygı duyulası büyük bir aktör olmak mümkün mü?
Buraya kadar televizyon tarihindeki olumsuz 2 örneğe yer verdik. Peki bu hep böyle mi acaba? Televizyonda boy gösterip, tek bir karaktere bağımlı olmaksızın, farklı karakterleri canlandırmanın altından kalkabilmiş büyük aktörler var mı? Yoksa farklı karakterlere hayat vermek sadece sinema oyuncularına mı özgü?Sayıları az da olsa, dizilerde rol alıp farklı rollerin üstesinden gayet başarıyla gelen oyuncular da var. Belki David Schwimmer ve Kelsey Grammer’a oranla daha az popülerler. Bu aktörlere oranla, daha az bir kitle tarafında saygı duyuluyorlar; ama var. Zaten önemli olan, ne hayranlarının çokluğu, ne dünya çapındaki popülerlikleri, ne de kazandıkları paralar.
Öyle tahmin ediyorum ki, farklı karakterlerle başarılı olan dizi oyuncuları dediğimde aklınıza az da olsa birkaç isim gelmiştir. Özellikle çoğumuzun aklına şu isim gelmiştir herhalde.
Bryan Cranston !
Kendisini ilk olarak 3-5 bölümlüğüne Seinfeld’de konuk oyuncu olarak tanıdık. Daha sonra kendisiyle asıl tanışmamız, hepimizin bildiği “Malcom in the Middle”da gerçekleşti. 7 sezon sürecek, değişik mi değişik, eğlenceli mi eğlenceli bir aile babası olarak, “Hal” karakterini gayet iyi bir şekilde canlandırandı. Malcom in the Middle’ın bitmesinin ardından, 2 sene sonra Bryan Cranston başka bir projede yer almaya karar verdi. Bu proje ne Kelsey Grammer’ın yaptığı gibi, karakterin ve dizinin adı her ne kadar farklı olsa da tavır ve davranışlarının tıpa tıp aynı olduğu yeni bir “Çakma Hal” projesiydi, ne de David Schwimmer’ın yaptığı gibi, nasıl olsa normal hayatımdaki tavır ve davranışlarım para ediyor, o zaman niye bunu devam ettirmeyeyim felsefesiydi. Bryan Cranston, bu iki aktörden ne kadar farklı ve yetenekli olduğunu yüzümüze vurmak istercesine, kanser hastalığına yakalanmış bir kimya öğretmeninin, -ölümünden sonra eşi ve çocuklarına maddi olarak zor bir durumda bırakmamak için- kimya öğretmenliğinden, uyuşturucu imalatçısı olma sürecine geçişini anlatan bir dizide başrol oyuncusu olarak karşımıza çıktı. Yeni karakterin “Hal” ile uzaktan yakından alakası olmadığı gibi Breaking Bad ve Malcom in the Middle’daki Bryan Cranston’ın da birbiriyle uzaktan yakından alakası yoktu. Bryan Cranston; televizyon dünyasında kendisine oldukça alışılmadık bir yol tutmuştu. Belli ki onun yolu ötekilerden çok farklıydı. O, şan şöhret gibi şeylere değil, basbayağı oyunculuk mesleğinin kendisine aşık olmuştu. İşin kolayına kaçmayı kendisine yedirememiş, böyle bir davranışın getireceği sıradanlık ve basitlikten uzak kalmayı tercih ederek, aşık olduğu mesleğini “hak ettiği” şekilde onurlandırmayı seçmişti. Diğer aktörlerin popülaritesine her ne kadar sahip olmasa da ortaya koyduğu emek, sergilediği performans ve gösterdiği başarıyla; hak ettiği saygı diğerlerinden şüphesiz oldukça fazlaydı.
Farklı karakterlerle aynı ölçüde başarıyı yakalayan aktörlere ikinci bir örnek olarak Michael C. Hall’u verebiliriz herhalde. Hem “Six Feet Under”’da hem de “Dexter”da gösterdiği performans başarılıdır. Yalnız, her ne kadar Dexter’ın büyük bir kısmını izlemiş olsam da Six Feet Under‘ı ancak kıyısından köşesinden izlemiş olduğum için yanlış bir değerlendirme yapmamak adına Michael C. Hall’a karşı olan takdirlerimizi burada kesiyorum. Eminim diğer arkadaşlar gereken değerlendirmeyi gerek yorumlarında, gerekse bu yazının devamında yapacaklardır.
İsterseniz, bütün bu anlattıklarımızdan sonra, şimdi genel değerlendirmemizi yapalım. Eğer değerlendirmemizi; birine gerçekten sahip olduğu beceri, yetenek ve kabiliyetinin hakkını teslim etmek üzerine kuruyorsak işte bu noktada Bryan Cranston’ın ve Michael C. Hall‘un yeri hem David Schwimmer hem de Kelsey Grammer’den fersah fersah ötededir. Artık şu aşikardır ki Bryan Cranston hayatının hiçbir devresinde insanlar tarafından ne “Hal” diye bir isimlendirmeye maruz kalacak ne de hayranları tarafından çığlık çığlığa “Walter White, Mr. White” olarak selamlanacaktır. Kariyeri diğer aktörler gibi hiçbir zaman tek bir olayla hatırlanmayacak, kendisi anons edildiği zaman veya hakkında bir haber olduğunda diğerleri gibi “Friends’ın yıldızı” veya “Ünlü Frasier karakterini senelerce canlandıran” gibi abidik gubidik , aslında o oyuncunun ne düzeyde bir oyuncu olduğunu ortaya koyan sıfatlar kullanılması yerine, her zaman ismiyle, aktör Bryan Cranston olarak çağırılacaktır. Bu bile kendisini bu iki diğer aktörden ne denli ayrıştığını ortaya koymak için çok güzel bir örnektir.
Bu arada, gelmesi muhtemel olan tepkiler için şunu da eklemem gerekir; Bryan Cranston’ın oynadığı ne “Malcom in the Middle”’ın ne de “Breaking Bad” ‘in hayranıyım. Birini boş vakitlerimde, ötekini de gece yarılarına kadar ayakta kaldığım zamanlarda oturup izlerdim. Benim burada sadece yapmak istediğim, her türlü taraftarlık ve fanatiklikten sıyrılarak, popüler dizilerin hegemonyası altında ezilerek hak ettiği değeri bir türlü göremeyen aktörlere kendi çapımda hakkını teslim etmeye çalışmaktan daha başka bir şey değildir.
Yazımız, elbette sadece bir “Bryan Cranston ve Michael C. Hall; David Schwimmer ve Kelsey Grammer’a karşı” dan ibaret değil. Bu fikri yazıya dökmeden önce aklımda olan düşünce, tüm dizi oyuncularını iki kısma ayırıp, tek bir karakterden ibaret olan oyuncularla gerçek oyuncuları ayrı ayrı listeleyip, her bir oyuncu için olumlu ve olumsuz olarak eleştiride bulunmaktı. Ama yazının giriş kısmını çok uzun sürdüğü ve meramımı anca anlatabilmiş olduğum için yazıyı daha fazla uzatmadan burada bitirmek istiyorum. Ayrıca nasıl bu noktaya geldiğini pek anlayamamakla beraber, oldukça da seksist bir yazı yazmış bulunmaktayım! İçinde tek bir aktrisin adının geçmediği veya kıyaslamaya dahil olmadığını biraz geç de olsa şimdi fark ettim ! Niyetim hiç böyle olmamış olsa da, sitenin yazarlarından ve takipçilerinden özür dilemeyi bir borç bilirim.
Umarım, – tabi ki eğer bu yazının ana temasıyla hemfikirdeyseler– böyle geniş çapta bir kıyaslamayı benden çok daha iyi bir şekilde yapabilecek olan 22dakika.org yazarlarının bu yazının 2. kısmını yazmaları daha eğlenceli olacaktır. Böylelikle bir konu için birden çok yazarın yazı yazıp görüş belirttiği bir yazı ortaya çıkarken, diğer yandan hiçbir aktrisin değerlendirmeye alınmaması gibi absürd bir olay ortadan kalkmış olacaktır !
yorumlar
keşke başarılı örnek olarak gösterdiğiniz aktörlerin(kimsenin De Niro’ya bir lafı olamaz.çarpılırız..) 2’den fazla dizisini örnek verseydiniz. bu durumda David schwimmer Band of brothers’da oynadığı “Captain Sobel” karakteri ile bir anda kötü aktörden iyi aktör sınıfına girmiş olabilir.
Bryan Cranston oyunculuğu gerçektende tartışılamaz bir noktada aldığı ödüllerde bunu gösteriyor gerçekten.Bu yazıya ek olarak yardımcı aktör yazısıda bekliyorum Jeremy Piven (ENTOURAGE) gibileri öyle bir yazıda görmek isterim rolünü oynamayıpta yaşayan insanlardan biri…
verilen örneklerden david schwimmer ya da kelsey grammer’ın yer aldığı diziler dizi dünyasının hem en iyi hem de ünlü 3-4 dizisi arasında yer alıyor. dolayısıyla rolleri üstüne yapışmış durumda. michael c. hall ya da bryan cranston’un ilk dizileri de çok önemli işler ( özellikle six feet under ) ama friends ya da frasier kadar popüler değildi. ve başrol değildiler yan karakterlerdendi. dolayısıyla oradaki oyuncuların başka dizilerde iş yapması daha kolay oluyor. mesela michael c. hall da bundan sonra hep dexter olarak tanınacak bunun önüne geçemez. bu durumda yazıdaki anlayışa göre michael c. hall bundan sonra kötü oyuncu olarak anılması gerekir. ya da yine friends’ten matt leblanc bu sene friends’teki joey karakterinden farklı bir rolle yine emmy’ye aday olabildi. bu durumda onu da büyük oyuncular arasına almamız gerekir. sinema sonuçta 2 saatlik performansın olduğu bir alanken dizi dünyasında 10 yıldan uzun bir süre bir karakteri canlandırabiliyorlar. bu durumda çok zor oluyor dizideki karakterini gölgede bırakmak. zaten dizi dünyasından çıkıp sinema dünyasında da popüler olan isim sayısı çok az.
jennifer anniston mesela.. o da yine friends’le ünlenmiş başka bir başrol oyuncusu… friends’te şımarık kızdan başarılı iş kadınına evrilmesini gösteren 10 sezonu izledik.. daha sonra oynadığı filmlerde ise genelde romantik komedilerin başrol oyuncusu olabildi.. alanında gayet de başarılıydı.. güzel eğlenceli filmler çıkardı.. izleyenlerini de sevindirdi.. haa ama bu onun başka tarz film yapamayacağını göstermez, istese yapabilirdi ki yaptı da raydan çıkanlar mesela gayet farklı bir rolün altından gayet de başarılı bir şekilde kalktı.. demek ki sorun oyuncularda değil, sorun karakterleri üzerine yapıştırarak onlara başka şans vermeyen izleyicide ve onlara başka seçenekler sunmayan yapımcılarda.. hiçbiri de demez ki şöyle bir rol var sunsam mı, illa ki aa romantik komedi jennifer altından kalkar bunun.. hep boyle olunca başka teklif gelmeyince doğal olarak oyuncular aynı tiplemeye itiliyor, o tiplemenin içinde boğuluyor.. bunun en önemli nedeni de ilk yapımlarında gösterdikleri üstün başarıdır, bu yüzdendir ki başka alanlarda da üstün olduklarını göstermeye fırsat bulamayacaklar..
bu fikrime katılmayabilirsiniz belki o zaman oynamasın diyebilirsiniz belki haklısınız ama doğru tercihi beklerken yüzün unutulması korkusunu da yaşarlar oyuncular, bir yandan da güzel teklifler alabilmek için ön planda kalmaya devam edebilmeliler.. hayat devam ediyor ve yaşlanıyorlar.. onlara fırsat vermeyen yapımcılar yüzünden belki de hayatlarının rolünü oynamaya fırsat bulamadan tek bir rol içinde inzivaya çekilecekler…
Yazıyı okurken aklıma tek bir isim geldi:Sarah Jessica Parker.Filmlerinde hep başka bir evrende başka insanlarla yaşayan ve başka durumlarla mücadele eden Carrie olarak karşımıza çıkmasından o kadar sıkıldım ki.
Genelde 22dakika’da bu tip, öznel yazılara izin verilmediğinden bu yazıyı gördüğümde biraz şaşırdığımı söylemeliyim.
Yazıyı yazan arkadaşın affına sığınarak, ne kadar aktörlük dersi aldığını, bu tip işlerin ne kadar içinde olduğunu sormak istiyorum. Bu tip şeyler dışarıdan göründüğü kadarıyla kolayca eleştirilebilir ama içeride olaylar çok farklı gelişir. Yazan arkadaşımızın yukarıda saydığı her bir isim, harika oyunculardır… hatta bazıları daha harikadır. Kıyaslama yapılırken oyuncunun karşısına nasıl bir senaryo geldiğine bağlı olarak da başarı şansının değiştiğinin göz önünde bulundurulması gerekir.
Robert De Niro bile kötü iş çıkarır, mesela “Hide and Seek” örnek olarak gösterilebilir. Senaryo o kadar saçmadır ki, Robert De Niro bile karakterini inandırıcı kılamaz. Bu De Niro’yu kötü bir oyuncu yapmaz, o hala iyi oyuncudur ama filmin tamamı kötüdür.
Ayrıca dizilerin(hele de friends gibi 10 yıl sürenlerin) uzun süreli işler olduğunu, bu uzun süre sonunda karakterlerin oyuncular üzerine yapışmasının normal olduğunu söylemek gerekir.
Şu unutulmamalıdır ki; kötü filmde iyi oyuncu olabilir ama iyi bir filmde kötü oyuncu yoktur. İyi projeler seçildikçe (Michale C Hall’un yaptığı gibi) kişi her zaman iyi oyuncu olarak anılır.
öne sürdüğü fikirlere tamamen katıldığım bir yazı, ellerinize sağlık. 22 dakika’da böyle farklı şeyler okumak da ayrı bir keyif.
Aktörlük dersinin yazı yazmakla ne alakası var. 22dakika yazarlarından kimler aktörlük dersleri almış acaba veya illa bir konuda eleştiri yapmak için o konuda “fiilen” iyi mi olmak gerekiyor. Ben Kaan Kural’ın öyle süper basketbol oynayan birisi olduğunu pek sanmıyorum açıkçası (Affınıza sığınıyorum üstad!) ama yorumladığı basketbol maçlarını, katıldığı programları sabaha kadar izleyen birisiyim. Bir şeyi eleştirmek için illa da o konuda “fiilen” iyi olmak gerekmiyor.
Robert De Niro’ya gelince, bu yazıyı ilk yazdığımda, uzun olması sebebiyle kısaltmam istendi. Bundan dolayı bazı yerleri çıkarmak zorunda kaldım.
Örneğin şu kısımda olduğu gibi “Robert De Niro; belki de hiçbir aktörde olmayan bir karakter yelpazesine sahip, oynadığı karakterleri film iyi de olsa vasat da olsa kötü de olsa ölümsüzleştirmeyi başarmış birisi. Ki kendisinin büyük bir hayranı olarak şunu diyebilirim ki kendisi genellikle kötü veya vasat filmlerde oynamıştır. Ama oynadığı bu kötü ve vasat filmler kendi kariyeri açısından olumsuz bir nokta teşkil etmek yerine, tam tersine kendisini daha da yücelten bir unsur olarak karşımıza çıkar. Örneğin; Cape Fear gibi gayet sıradan bir filmdeki Max Caddy rolü için bile en az 10 defa izlenilebilir. Bu filmde olduğu gibi çoğu filmlerinde canlandırdığı karakter, içindeki filmi fersah fersah geride bırakıp, filmden daha ön plana çıkmıştır. ”
Film kötü olsa da performans gayet iyi olabilir. Örnekler çoğaltılabilir, “Monster” filmindeki “Charlize Theron” gibi. Film berbat ama oyunculuk oscarlık.
Ayrıca David Schwimmer ve Kelsey Grammer’ın oyunculuklarını övüyorsak, Malcom in the middle’da 7 sene oynayıp daha sonra hiç alakası olmayan uç bir rolde Breaking Bad’de karşımıza çıkan Bryan Cranston’a ne diyeceğiz acaba. Daha açık belirteyim, bütün bunlara bakarak Kelsey Grammer büyük aktörse, Bryan Cranston da ne oluyor o zaman.
Evet, sonuçta bu yazarın kişisel görüşünden ibaret bir yazıdır. Görüşlerimizi yorum olarak belirtebilirken niçin yazı olarak belirtmeyelim. Kaldı ki, başka biri de yazım da belirmiş olduğum şekilde, bu yazının ikinci kısmını yazıp, yukarıda eleştirdiğim aktörlere övgüler düzebilir, oturup okurum, katılırım – katılmam ama buraya gelip niye bu tarz yazılar yazılıyor demem. Anlamı olmaz, mantığı olmaz.
Değişik bir yazı olmuş. Aslında yukarda belirttiğin oyuncuların iyi olduğunu düşünüyorum. Ama bende yazıya şöle bir örnek verebilirim. Gençlik dizileri oyuncuları dizi zamanında aşırı popüler iken oynadıkları dizilerden sonra sinema sektörüne geçmeyi bırakın bir daha dizi sektöründe bile iş bulamıyorlar. Mesela eski 90210, the OC, dawson’s creek şimdi de gossip girl. ben 90210 dan yada the oc den o popülerliğini devam ettirebilmiş birini bilmiyorum. Hatta bir video Donna nın sevgilisi Ray PRuit‘i canlandıran oyuncunun şimdi itfayeci olduğunu izlemiştim. Kendisini ve diziyi çok sevsem de Fringe olmasa Joshua Jackson’dan bahsedermiydik bilemiyorum. The OC dekiler keza unutuldu. Şimdi sırada gossip girl ve glee oyuncuları var. Bu dizilerden çıkıp başarılı olan tek kişi 2 oscar adaylığı ile Michelle Williams dır.
Kaan Kural bir yorumcudur, evet, ama maçları hiç ingilizce orjinalinden izlemeyi denediniz mi? 2011 final maçlarındaki yorumculardan birkaçının ismini vermek gerekirse Reggie Miller, Steve Kerr, Mike Fratello, Jeff Van Gundy… hepsi de eski NBA oyuncuları ya da koçları. Demek istediğim tam olarak buydu; insan işin içinde olmayınca bazı şeyleri gözden kaçırabilir. Sizin Kaan Kural’ı beğenmeniz ya da övmeniz, ancak İngilizce sunumlarını(yani orjinallerini) izlemiş, yani işin içinde biriyseniz sağlıklı ve yön gösteren bir görüş olur, bu sayede yazı doyurucu olur. Oyuncuların (eğer varsa) bitirdiği drama okullarını, yönetmenlerin haklarındaki görüşlerini, diğer oyuncuların fikirlerini, eleştirmenlerin düşüncelerini, kazandığı ödülleri… bunun gibi şeyleri yazarsanız bir yazı ancak amacına ulaşır.
Oyuncu beğenmek ya da beğenmemek biraz fazla kişisel bir tercihtir. Bir şey bilmediğinizi kesinlikle iddia etmedim – sadece “fazladan” bir şey bilip bilmediğiniz sordum. Basitçe “Bunlar benim bir izleyici olarak görüşlerim” deyip geçebilirdiniz.
“Daha açık belirteyim, bütün bunlara bakarak Kelsey Grammer büyük aktörse, Bryan Cranston da ne oluyor o zaman. ” demişsiniz, bu çok kişisel bir görüş – ben bunu oyuncunun kalitesi kadar, seçtiği (ya da seçildiği) dizinin kalitesinin de belirleyici olacağına inandığımı yukarıda belirttim. İkisi de harika oyunculardır, bu kadar.
“illa bir konuda eleştiri yapmak için o konuda “fiilen” iyi mi olmak gerekiyor?” diye sormuşsunuz. Benim cevabım her zaman olmasa da bu konu için evet, kesinlikle.
Bu yazıyı okuyunca smallville oyuncularının ne yapıcaklarını çok merak ediyorum mesela 10 yıl uçamayan süpermeni oynayan,tom welling,allison mack gibi oyuncuların.Bir şeyi sürekli tekrarlamak hangi konuda olursa olsun yeteneği köreltir.Michael Rosenbaum, bunu gördü de braktı diye düşünüyorum.Daha fazla lex luthor olmaya katlanamadı.
Yazı sahibi, müsterih olunuz. Alkışlanacak bir yazı. Hepimizin zaman zaman aklına gelmiş bir konudur bu ve arkadaşımız yazıya dökmüş. Gayette güzel olmuş.
Benim bu soru ilk kez aklıma, Lost-Jack’i sinema filminde gördüğümde aklıma gelmişti. Mekan farklı, senaryo farklı, ama Jack ayn Jack. Mimikler, tavırlar aynı. O zaman dedim kendi kendime, Hollywood’da yakışıklı da olsan ancak oyuncuysan sinemada başrol alabiliyorsun demek.
Velhasılı kelam hislerimize tercüman oldunuz.
http://www.imdb.com/media/rm3850024960/tt0376994kelsey grammer
tv oyunculuğu ile sinema oyunculuğu farklıdır kanımca tv de aktörler belli bir tipin üstüne yapışmasını ister.
istemeseler bile sinema filminden süre olarak kat kat fazla olduğundan tvde rol oyuncuya yapışır. misal 3 tane hit dizide oynamış bir oyuncu var mı ?
Bryan Amca da Michael C. Hall misali önce yapımcılık yapmaya niyet etmiş.