Formula 1, özellikle tutkunu olan insanları peşinden sürükleyip bırakmayan dünyanın en popüler sporlarından birisi. Çocukluğumdan beri severek takip etmeye devam eden fanlarından birisiyim. Atmosferiyle ve sağladığı heyecanla farkını ortaya koyduğu bana kalırsa kesin. Yarışlar şimdilerde olmasa da belli bir döneme kadar ülkemizde de düzenlenirdi, bilenleri vardır. O dönemin tadı elbette daha farklıydı ve son yıllardaki dominasyon da sporda çok şeyi değiştirdi. Ama yine de tadından çok da bir şey kaybettiğini düşünenlerden değilim.

Yeni yarış sezonu çok geçmeden, 17 Mart itibarıyla başlayacak. Netflix ve Formula 1, sezonun başlamasına az bir zaman kala ekrana yeni bir belgesel dizisi getirmek için ortaklığa gittiklerini duyurdular. “Formula 1: Drive to Survive” adındaki yapım 8 Mart’ta sezonunun tüm bölümleriyle yayınlanacak. Bahsettiğim ve öncesinde izleme fırsatı bulduğum bu sezon 10 bölümden oluşuyor, bölümlerin süresi ise 26-40 dakika arası değişmekte.

Belgesel dizisinin sezonunun ana konusu geçtiğimiz yarış sezonu ve bu sezon üzerinden Formula 1 sporu. Kazalar, teknik arızalar, motor gücü, takım arkadaşlığı, takımlar rekabeti, sürücüler rekabeti, kontratlar, koltuk savaşları, vedalar, mali tablo ve yarışlarda olup biten diğer şeyler…

10 bölümlük sezon boyunca az yukarıda saydığım pek çok konuya değiniliyor. Bunu da bir dış ses eşliğinde değil sporun içindeki isimlerle yapıyoruz. Takımların üst düzey görevlileri, Formula 1 pilotları ve F1 üzerine yazı yazan gazetecilerin konukluğuyla ilerleniyor. Yaşananların merkezindeki kişiler, olayları veya nihai sonucunu bildiğimiz bazı soruların cevaplarını kendi bakışlarıyla anlatıyorlar.

Sezonda takımlar bazında Redbull başta olmak üzere Force India, McLaren ve Renault’un ağırlığının biraz daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Williams, Haas, Sauber ve Torro Rosso ise daha çok sezona dağılmış durumdalar. Pilotlar açısında ise Ricardo, Verstappen, Leclerc, Ocon ve Stroll’u daha sık görüyoruz. Alonso, Sainz, Perez, Grosjean, Magnussen, Gasly ve Ericsson de benzer şekilde az ya da çok kamera önüne gelerek spordan veya sezondan konuşuyorlar.

Peki, bu kadar şey var da ne yok? İnanır mısınız, Ferrari ve Mercedes yok.

Genel olarak memnun kaldığım, aydınlatıcı ve sporu tanıtıcı olduğunu düşündüğüm bu belgesel dizisinin göze çarpan en bariz eksiği sporun önde gelen ve her sezon kıyasıya rekabet eden, önemli ölçüde taraftara sahip olan sporun en önemli iki takımını içermemesi. Hatta öyle ki iki ekip de aşağı yukarı görüntü bazında mevcutlar. Olan bitenlerle ilgili görüntüler ekrana getirilip kimi zaman basın toplantıları yayınlansa bile Ferrari/Mercedes pilotlarını ve takımın üst düzeyinden kişileri belgeselde şahsen izleme imkanımız olmuyor.

Farklı takımlara ve pilotlara yavaş yavaş konuk olduğumuz için belgeselin ikinci yarısını biraz da bunun beklentisiyle izlediğimi itiraf edeyim. Sporun genç ve yükselen yıldızlarının ağırlık kazandığı ikinci yarıda kendisine yer bulan Leclerc’le birlikte Kimi Raikkonen’i de izlemek ve onun düşüncelerini duymak bence harika olabilirdi. Bu nedenle izlemeden önce beklentinizi (birazcık) ayarlamanız iyi olabilir. Çoğu bölümün yaklaşık 30-32 dakika civarı sürmesi ve anlatımda sade olmaları ise bana göre belgesel dizisinin diğer avantajlarından.

Formula 1: Drive to Survive her şeyiyle hem Formula 1’in bilindik veya dışarıdan görünen yüzüne hem de kimilerinin bilmediği veya pek de dile gelmeyen taraflarına tanık olma fırsatı sunuyor. Dolayısıyla Formula 1’in sevenlere kesinlikle, sporun veya spor belgesellerinin meraklılarına ise özellikle tavsiye ederim.

RIP: Jules Bianchi (1989-2015)