Sawyer Sawyer Locke!

Yeni bir Lost parodisi karşımızda. Lost’un ciddiyetinin yanında yapılan bu parodiler, biraz olsun gergin havayı azaltıyor, özellikle de bu! Mutlaka görülmeli.
Yeni bir Lost parodisi karşımızda. Lost’un ciddiyetinin yanında yapılan bu parodiler, biraz olsun gergin havayı azaltıyor, özellikle de bu! Mutlaka görülmeli.
Showtime‘ın her hafta dört bölüm halinde yayınlayacağı yeni dizisi Sleeper Cell, geçtiğimiz Pazar yayın hayatına başladı. Dizi, Los Angeles’a saldırmayı planlayan radikal İslamcı bir terör örgütünü ortadan kaldırmak için hücrelerinden birine sızan bir FBI ajanını konu alıyor.
Dizinin yapımcıları Ethan Reiff ve Cyrus Voris, ele aldıkları konunun hassasiyetinin farkında olduklarını belirtip, İslam’ı ve terörü gerçekçi bir şekilde işleyebilmek için bu diziyi oluşturduklarını söylüyorlar. Dizinin en dikkat çeken özelliklerinden birisi ise, başroldeki Michael Ealy‘nin canlandırdığı FBI ajanının Müslüman olması. Reiff ve Voris’in dini terör konusuna farklı bir açıdan yaklaşacaklarını iddia ettikleri Sleeper Cell’in, son dönemin film ve dizilerinde bolca karşımıza çıkan “Amerikalı gibi gözükmüyorsa teröristtir” yargısını kırıp kıramayacağını ise zaman gösterecek. 12 bölümden oluşan diziyi, özellikle 24’ün Ocak’ta başlayacak yeni sezonunu beklerken zaman geçirecek farklı bir şeyler arayanlara tavsiye ediyoruz.
Spoiler içerir!
Dizi ve filmlerde sık rastladığımız dünya dışı varlıklar tarafından kaçırılma konseptine, gelecektekiler tarafından kaçırılmayı ekleyen hararetli dizi 4400‘ün Türkiye izleyenleri bugünkü 12. bölüm ile diziye veda ediyor. Ancak üzülmeyelim, Amerika’da 28 Ağustos’ta ekrana ara veren dizinin 3. sezon bölümleri 2006 başında Vancouver’da çekilmeye başlanacak ve kısmetse 2006 yazına da tekrar vizyonda.
4400 kanalı USA Network‘e altı yıl içindeki en yüksek izlenme oranını kazandıracak ve Emmy’ye aday olacak kadar başarılı bir dizi. Dizide çeşitli zamanlarda kaçırılan bir grup – tam sayıları 4400 – insanın gelecekte yoğurulup, değişik yeteneklerle, gelecekteki dünyanın kurtarılması adına, geri dönüşünü anlatıyor. Her bölümde bu insanların farklı yeteneklerinin dünyaya neler kazandırabileceklerine şahit olduk. Onlar da bizimle yavaş yavaş kendilerini bekleyen kaderi öğrenip, anlamaya çalıştılar. Taraf edinmeye çalıştılar; hükümet mi yoksa Jordan Collier destekli, “Church of Scientology” göndermeli 4400 merkezi mi güvenilirdi? Geçen hafta anladık ki hükümet de bu insanların yaşamlarında bir köstek. Peki son bölümde bizi neler bekliyor? 4400 hastalıktan kurtulacak mı yoksa ölümler mi olacak? Kyle işlediği cinayeti saklamaya devam mı edecek? Ne olduğu belirsiz bebek Isabelle cephesinde neler yaşanak? Babası Richard gerçekten de hiç gücü olmadan mı geri gönderildi yoksa Isabelle’in babası olmak onun tek yeteneği mi? Ve son olarak bir küçük spoiler, bugün Jordan Collier’i tekrar göreceğiz. devamı
UPN‘e tarihinin 3. en yüksek reytingini kazandıran yeni sitcomu Everybody Hates Chris 22 Eylül’de yayın hayatına başladı. Diziyi en basit haliyle tarif edersek, ünlü komedyen Chris Rock‘ın 80’lerde geçen onlu yaşları ve bitmek bilmeyen dertlerle dolu hayatı diyebiliriz.
Fakir bir ailenin çocuğu Chris en büyük çocuktur ve tüm sorumluluklar onun üzerindedir. Aşırı kontrolcü-gergin anne Rochelle, fazlasıyla tutumlu baba Julius, ortanca ama herşeyiyle daha ‘cool’ kardeş Drew ve ailenin en küçüğü (değerlisi) Tonya arasında sıkışıp kalmıştır, bir de üstüne anne zoruyla iyi eğitim alabilmek için yollandığı beyazlarla dolu okuldaki kabadayılarla uğraşmak zorundadır. Dizi; konunun barındırdığı potansiyele (ve Chris Rock’a) rağmen biraz durağan kalmış, gene de kesinlikle izlenmesi tavsiye edilir!
Başrollerde Tyler James Williams (Sesame Street), Tichina Arnold, Terry Crews, Tequan Richmond(Ray), Imani Hakim ve elbette kendi sesiyle Chris Rock var.
Belirtmeden geçmeyelim, kahkaha efekti bulundurmayan şov Everybody Hates Chris, Google Video‘da yayınlanan ilk tv şovu olarak da tarihe geçti. devamı
Friends‘in hakimiyetinin sürdüğü yıllarda, Perşembe akşamları NBC‘ye aitti. Ancak daha sonraları, Friends bitti ve CBS, HBO gibi kanallar da oldukça yüksek ratingli dizilerle, NBC’nin Perşembe akşamı tekelini elinden aldı. Şimdiye kadar da, Perşembeleri Will&Grace ile tutunmaya çalışan NBC, My Name is Earl‘ün yüksek rating başarısından güç almış olacak ki, diziyi Ocak ayından itibaren Salı akşamlarından Perşembe akşamına taşıyacakmış. Salı akşamları ise 3 Ocak itibariyle Scrubs 5.sezon başlıyor. Kim bilir, belki de NBC iyi diziler yapıp iyi sonuçlar elde ederek, karma felsefesinin peşinden perşembe akşamlarını yeniden ele geçirecek?
Spoiler içerir!
2.Sezon’un başından bu yana, ha geldi ha gelecek dediğimiz “şok”, sanırım geçen çarşamba günü yayınlanan, sezonun 10. bölümü “What Kate Did” ile karşımıza çıktı. Sonra 4-5 bölümdür oldukça durağan bir seyir izleyen ailemizin dizisi (Best Drama Series For A Family To Watch seçilmiş kendileri cidden) Lost; bu bölüm boyunca bize Kate’in gerçek suçunun ne olduğunu anlattıklarını bölümün adıyla bile söylemekteler ancak kendi kişisel görüşüm, yeterince tatmin edici bir hikaye değildi. SPOILER-> Bize Kate’in babasını öldürmüş olduğunu ve “büyük” suçunun bu olduğunu anlatıyorlar. Ancak Kate’in en büyük suçu buysa, daha önceleri 1.sezonda gördüğümüz bir Kate flashbackinde annesinin hastanede Kate’i görünce “Help” diye haykırması, bununla ilgili olmamalı. Ya işin içinde başka bir olaylar var, ya da o ucu açık bir şekilde bırakıldı. Ayrıca dizinin sonu da, 42 gün(evet, doğru duydunuz ne yazık ki) sonraki yeni bölümü binlerce farklı teori üreterek bekleyelim diye Michael’ın Hatch’in bilgisayarını kullanarak, Walt ile iletişime geçmesiyle “çöt” diye bitti. Vay hainler demek düşüyor sanırım bize!
Diziyi internetten takip edenler 42 gün merak içinde bekleye dursun, Türkiye’de diziyi takip edenler için iyi bir haberimiz var. Lost’un 2.sezonu, Dizimax’te 27 Aralık’tan itibaren yayınlanacak. İlk bölümün harika girişi ile sizi vuracağına eminiz, sakın kaçırmayın!
Kötülerin hep kazandığı günümüzde, hala iyilik yapanların iyilik bulduğuna inananlardansanız, tam sizlik bir dizi My Name Is Earl. Hayatını hep kolay yoldan sürdüren ve hinlik(bu lafa da bayılıyorum) peşindeki Earl’ün, bir gün lotodan 100.000$ kazanmasından hemen sonra geçirdiği trafik kazası, onu bugüne kadar yapmış olduğu kötülüklerin kendisine geri döndüğüne inanmaya iter. Bundan sonra, hayatında bugüne kadar zarar verdiği insanlar ve yapmış olduğu hataları düzeltmeye karar verir.
Karma felsefesini komik ve absürd bir şekilde işleyen My Name Is Earl‘ün başrollerinde, daha önceleri A Guy Thing, Vanilla Sky ve de en önemlisi The Incredibles (Syndrome) ‘dan tanıdığımız Jason Lee, Jamie Pressly ve de Butterfly Effect ve Remember The Titans‘dakinden 250 pound daha zayıf bir Ethan Suplee bulunuyor.
Sadece Jason Lee’nin şahane performansı için bile takip edilmeli…
CBS, bu sezon Ghost Whisperer, Threshold gibi daha mistik dizilerle büyük bir atak yapmayı planlarken, Threshold iptal edilmenin eşiğinde, Ghost Whisperer ise kayda değer bir rating tutturmuş değil. Oysa, bu sezon başlayan, çok da adını duyurmamış ancak harika bir sitcom var CBS’in yenileri arasında. Biraz geç keşfetmiş olmanın verdiği buruklukla birlikte, hiç seyretmemiş olabilme ihtimalinden güç alarak söyleyebilirim ki, son zamanlarda rastladığım en keyifli sitcomlardan biri How I Met Your Mother. Dizinin ağır toplarından biri, geçmişten bir cadı ve bir “band camp” üyesi olarak tanıdığımız Alyson Hannigan. Dizideki diğer oyuncular, Ted rolüyle Josh Radnor, Marshall rolüyle, daha önceleri Freaks and Geeks den tanıdığımız Jason Segel, Robin rolünde Cobie Smulders ve Barney rolünde Neil Harris.
Dizi, 2030 yılında, çocuklarına 25 yıl önce anneleri ile nasıl tanıştığını anlatan Ted’in, flashbackler üzerine kurulu komik ve eğlenceli hikayesi. Pazartesi günleri CBS’de yayınlanan How I Met Your Mother, mutlaka indirilip seyredilmesi gerekenler arasında. Şiddetle ve inatla tavsiye edilir!
Geçtiğimiz hafta, acımasız Amerikan televizyonu 2 diziyi daha kurban etti. Tapındığımız Lost’un yaratıcısı J.J.Abrahams’ın devam etmekte olan önceki projesi Alias, Mayıs ayına kadar yayınına devam edileceği ancak daha sonra, bir daha yayınlanmayacağı gerçeğiyle gömülüp gitti ABC tarafından. Bunun bir çok Alias takipçisi için çok üzücü olduğunu bilsemde, açıkçası J.J.’in Lost’a daha fazla zaman ayıracağını düşündüğüm için bir yandan da mutlu etti bu haber beni.
Bir diğer iptal haberi ise, Lost‘un çok tutmasından sonra, her kanalın “bir orjinallik yapalım, farklı bir dizi yapalım” çabasının ürünlerinden biri olan Threshold la ilgili. Zaten tazecik dizi Threshold, daha yeni yeni insanları kendine alıştırmaya kalmadan, önümüzdeki bir kaç hafta için yayın akışına dahil değil. Henüz kesin karar çıkmamış olsa bile, dizinin iptal edileceğine dair çok ciddi dedikodular ortalıkta dolanıyor. Demek ki neymiş; Lost’u taklit eden, çarpılır!
Hurley’in geçmişinden adanın her yerine yayılan LOST sayılarımız, 3 kez oynamama rağmen Türkiye’de bir kez olsun lotoda çıkmadı. Oysa, dört yapraklı yonca şansından olsa gerek, 19 Kasım’da İrlanda’da yapılan loto çekilişinde, 4 8 15 16 23 ve 24 çıkmış. Bir sayı fire vererek, yine de tüyler ürpertici bir durum ortaya koymuş. Taş yağacak başımıza…
Bu haberimiz 2004 yılında ekranlara veda eden efsane dizi Friends hayranlarını oldukça sevindirecek.
1994’te ilk defa ekrana gelen ve tam 10 sezon boyunca tüm ratingleri alt üst ederek en iyi sitcom’a aday olan Friends’i hepimiz çok özledik. Öyle ki, bir çoğumuzun sitcomlara olan merakı Friends ile başlamıştır. Warner Bros’un Friends hayranlarına güzel bir haberi var! Tam 40 DVD’den oluşan 10 sezonluk set 192$’dan satışa sunuldu. Sınırlı sayıda üretilmiş olması üzücü olsa da evlerinin güzel bir köşesinde Friends arşivi bulundurmak isteyenler için son derece güzel bir haber.
İyi seyirler!…
Ronald D. Moore‘un 1978’in efsanevi dizisine sadık kalarak uyarladığı Battlestar Galactica, ikinci sezonun ortasında beş aylık bir ara vererek bizi çaresiz, SciFi’da Cuma gecelerini ise başıboş bırakmıştı. Son haberlere göre SciFi, üçüncü sezon için Battlestar Galactica’ya devam etme kararı almış. Aynı kadro ile sürecek olan dizi için çekimler 2006’da başlayacakmış. 6 Ocak’ta yayınlanacak yeni bölümü beklerken “Eeeev-eet! Üçüncü sezon!” diye bağırmak zor gelse de, sevgili Cylon’larımızın bir sezon daha bizimle olacağını bilmenin içimizi ısıttığı bir gerçek. devamı
Spoiler içerir! Mümkün olan kısımlarda, spoilerlar beyaz ile yazılmıştır. Seçip okuyunuz!
Evet, bir kaç giri önce dediklerimizi hafiften yalayıp yutmamızı sağlayan bir bölüm vardı bu hafta. “The Other 48 Days”, uçağın kuyruk kısmından kurtulanların, adaya düştükten sonra yaşadıklarını ele alıyordu. Kişisel görüşüm, bu sezon izlediğimiz en orijinal ve canlı bölümdü. Açılış sahnesi ile de zaten kalplerde taht kurdu yine enfes dizimiz Lost. Amma velakin, dizinin sonunda SPOILER-> görüyoruz ki Ana-Lucia Shannon’ı vurmuş. Şimdi size yine yarım saat “ama yara farklı” vb. gibi bahaneler sunabilirdim, ancak geçen gün okuduğum bir yazıda, dizinin yaratıcıları, izleyicilerin artık her şeyi bir yere çektiğini, ve Shannon’ın gerçekten de vurulduğunu söylemişler. Ancak o röportajda, yine kesin olarak Ana-Lucia ‘nın vurduğuna dair bir söylev yoktu. Bu da, hala içimde bir yerlerde, o olayda bir işler olduğuna dair olan inancımı yitirmemi sağlıyor. Gözlerimle görmeden o sahnenin devamını, bir bit yeniği var o işte diye düşünüyorum ben.
Gelelim diğer LOST haberlerine. Yazarlar ve yaratıcılar, dizinin yeterine spekülasyon yaratmadığını mı düşünüyorlar ne, yine başka bir koldan, insanlarda merak uyandıracak bir cinlik peşine düşmüşler. Yapılan anlaşmaya göre, bir kaç ay sonra, cep telefonları için “mobisode” denilen 20 şer dakikalık küçük bölümler yayınlanacakmış. Ancak bu bölümlerde, Lost ekibinden kimse bulunmayacak, yepyeni iki karakter, bir şekilde bizim konumuza bağlanacakmış. Bekleyelim de görelim diyoruz.
Ocak ayını iple çektiğimiz şu günlerde, 24 ‘ün oyuncu kadrosuna eklenen eklenene. FOX, en son yaptığı açıklamada, yeni oyuncuların kadroya eklendiğine dair detaylı bilgiler vermiş. Daha önceleri, FOX bir çoğumuzun minik bir hobbit olarak benimsediği Sean Astin‘in ve Dizimax‘te oynayan Center of the Universe adlı diziden bildiğimiz Jean Smart‘ın kadroya dahil olduğunu bildirmişti. Şimdi ise, üç yeni aktör ekleniyor diziye. Bunlardan en sağlamı, Robocop rolüyle tanınan Peter Weller. Weller, Jack’in tarafındaki bir federal ajan rolünde olacakmış. “iyi” diyebiliriz kısaca Weller’ın karakterine. Ayrıca, Weller’ın eşi rolünde JoBeth Williams; Julian Sands ise “kötü adam” rolünde. Yeni sezonda, bir hobit, bir robot ve bir de insan ötesi Jack içeren 24, pek heyecanlı olacağa benziyor. devamı
That 70’s Show her zaman ilginç konuklarla gündeme gelmeyi bildi şu güne kadar. Hollywood’dan Brooke Shields, Billy Dee Williams, Seth Green bunlardan birkaçı. Sekizinci sezonunda ana oyuncularından ikisini, Topher Grace ve Ashton Kutcher, kaybeden dizi bundan sonra daha ünlü, daha gözde konuklarla karşımıza çıkmaya çalışıcak gibi görünüyor. Bunun göstergelerinden biri konuk olarak en son Bruce Willis‘in ekrana gelmesi.
Dizinin asıl avantajı geçtiği on yılın şu ana kadar ki en mükemmel müzik dönemi olması belki de. Bu durumu hem dizide kullanılan harika müziklerle hem de zaman zaman rock dünyasından konuklarla değerlendirmeyi çok iyi biliyor That 70’s Show. Alice Cooper, Ted Nugent gibi konuklar, Led Zeppelin konserleri, Kiss ile kahvaltı vs.Bu sezonki ilginç gelişme ise, şu ana kadar yayınlanan tüm bölümlerin efsanevi rock grubu Queen‘in şarkılarıyla adlandırılması:
Not: Diziyi takip edenler farkındadır ki beşinci sezon bölümleri de Led Zeppelin şarkılarıyla adlandırılmıştı. Umarız dizinin en sıkıcı sezonu olan beşinci sezonla aynı kaderi paylaşmaz bu sezon.
SPOILER!
2.Sezon’un başından beri ara ara gelen Walt, gerek sulu sulu olduğu için, gerekse tersten bir şeyler söylediği için bizi korkutup durdu. Kafalarda ise şöyle bir soru işareti bıraktı; acaba “The Others” da tersten mi konuşuyor. Bunu tek düşünen biz değilmişiz ki, başka bir grup manyak, tüm o ormandaki fısıltıları ters çevirip dinlemişler, ve iddialara göre, duyulanlar aşağıdaki gibiymiş:
Sayid ormanda
“Solitary” bölümünden:
Man’s voice: Just let him get out of here
Man’s voice: He’s seen too much already
Man’s voice: What if he tells
Woman’s voice: Could just speak to him
Man’s voice: No
İçeri gir, dışarı kaç, kardeşini kurtar.
Geçtiğimiz Ağustos ayında Fox’ta muhteşem bir heyecan fırtınası başladı. 24’ü bekleyen izleyici kitlesi, yeni yılın Ocak ayına kadar geçen zamanda geçtiğimiz yıla göre Pazartesi günlerini artık çok daha fazla seviyor. Nedeni belli:
Prison Break. Başarılı bir mühendis olan Michael Scofield (Wentworth Miller), Fox River hapisanesine girebilmek için bilinçli bir şekilde suç işler. Olay kafaları karıştırır, hayatında hiçbir yanlış yapmamış olan Scofield niçin kendini demir parmaklıklar arkasına atmıştır? Suçsuz olarak idam edilmek üzere olan aynı hapisane tutuklusu kardeşi, olayı açıklığa kavuşturur…
Yılın en iyi dizisi olmaya aday Prison Break’i kaçırmayın.