Şu sıcak günlerde sizi, iliklerinize kadar donduracak bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. 19. yüzyılın ortasında geçen, o zamanlar için bilinmez kabul edilen zorlu, uzun bir yolculuğa.

2018 baharında AMC bu yeni mini diziyle tanıştırdı bizi: The Terror‘le. İlk sezonunda hikayesini tamamlayan psikolojik gerilim-korku türündeki dizi, Dan Simmons’ın aynı isimli kitabından uyarlama. Ki bu kitap da aslında gerçekte yaşanmış, uzun yıllar gizemini korumuş ve yakın geçmişte çözülmüş bir olaydan esinlenilerek oluşturulmuş yarı gerçek yarı kurgu bir hikaye denebilir. Hikayenin merkezindeki iki gemi, Terror ve Erebus ancak geçtiğimiz yıllarda, kayboluşlarının ardından yaklaşık 170 yıl sonra bulunabildi. Günümüzde Franklin Seferi olarak bilinen bu olayla ilgili detaylı araştırmalar hala devam etmekte.

Diziye dönersek, toplamda 10 bölümden oluşuyor ve bölümler ortalama 45 dk uzunluğunda. İkinci sezon gelirse bile antoloji serisi olduğundan ve ilk sezonun da hikayesi net şekilde kapatıldığından içiniz bu konuda rahat olabilir. Dizinin arkasındaki isim David Kajganich. Dizinin etkileyici, az ama öz müzikleri ise yakın zaman önce vefat eden Marcus Fjellstrom’e ait. Dizinin hem görsel hem de işitsel olarak başarılı giriş videosunu/müziğini buraya bırakıp konusuna geçeyim.

Mayıs 1845’te Kraliyet Donanmasına ait iki gemi, Arktika içinden geçen bir Kuzey Batı Geçidi keşfetme umuduyla İngiltere’den yola çıkar. Zamanının en donanımlı gemileridirler. En son Avrupalı balina avcıları tarafından Arktik labirente girmeden hemen önce Baffin Körfezi’nde görülürler ve sırra kadem basarlar. Bir daha kendilerinden haber alınamaz.

Eylül 1846’dan, yani seferdeki ikinci kışlarından itibaren dahil olduğumuz zorlu şartlardaki bu yolculukta, yüzün üzerinde mürettebat, dondurucu soğukla, kısıtlı kaynaklarla, açlıkla, akıl ve bedenlerinin limitlerini zorlayan hastalıklarla, bitmek bilmeyen gecelerle, giderek yayılan umutsuzlukla, bilinmeze karşı duyulan korkuyla baş etmek zorunda kalırlar. Dünyanın bir ucunda, bir başlarına, kapana kısılmış ve çaresiz hisseden bir grup denizcinin hayatta kalabilmek için doğaya, kendilerine ve birbirlerine karşı verdikleri mücadelenin hikayesidir The Terror.

Kendi yorumuma gelirsem, öncelikle bu diziyi satmamın biraz zor olacağını düşündüğümden ve satabildiklerimin de erkenden bırakabileceğinden korktuğumdan dizide tam olarak nasıl bir şey bulduğumdan normalden biraz daha uzun bahsetmek istiyorum. Okumanızı isterim ki sizi de doğru yerden yakaladığımdan emin olayım.

Son yıllarda kanallar prestij amaçlı dizi yayınlamaya başladığından biri dizilerin genel yapısının bir hayli değiştiğini düşünüyorum. Artık senaristler/yapımcılar sezonu bölümlerden oluşan bir şeyden çok uzun bir film gibi düşünerek tasarlıyorlar. Bu dizi de o tarz yapımlardan biri. Başından sonuna kadar bir roman okuyormuşum da o romanın içine kaptırmışım gibi hissettim kendimi. Çoğu yerinde okumaya doyulamayan kitaplarda olduğu gibi hızlı hızlı tamamlayıp finali görme arzusuyla doluydum. Finali gördüğümde ise keşke kendimi kaptırıp hızlı hızlı izlemeseydim de biraz daha içeriğe dahil olarak kendimi vererek izleyebilseydim pişmanlığı ile.

Çok fazla yer ve kişi adı geçtiğinden ve hikaye ile ilgili hiçbir şey bilmediğimden anlayamadığım, takip edemediğim, anlam veremediğim çok fazla sahne olmuştu. Şu anda hem gerçek hikayeyi hem de diziyi kavramış biri olarak ikinci kez izlerken (ki yarısına geldim) aldığım keyif bir hayli arttı. Arada diyaloglarda seferin öncesine, eski seferlere ya da seferin dizide yer almayan önceki kısımlarına yapılan atıflarla gerekli bilgiler aslında en özet ve anlaşılır şekilde verilmiş. Gerçeğe neredeyse %100 bağlı kalınmış. Arada bilgi olmayan kısımlar da biraz hayal gücüyle doldurulmuş. Arada bunlar olmasaydı keşke dediğim ara konular serpiştirilmiş olsa da onların çok farklı şekilde yorumlanabilmesini sağlayabilecek kapıları başka ara konularla açık bıraktıklarından türü seven her izleyiciye gidebilecek bir şey ortaya koyduklarını düşünüyorum.

Kamera önünde ve arkasında gayet başarılı bir iş çıkarılmış. Yaratılan ortam izleyicinin hikayeye dahil olmasını kolaylaştırıyor. Sinematografi alkışı hak ediyor. Sahnelerinin bir kısmının stüdyoda çekilmiş olduğunu öğrenince hayranlığım daha arttı. Ben kesin tundra iklimi olan bir yerlere taşınmışlardır diyordum. Macaristan ve Hırvatistan’da da bazı dış çekimler yapılmış tabii.

Neyse ben ortaya başarılı bir iş konulduğunu düşünüyorum. İzlerken ilk yarıda hadi artık gir konuya diye diye ittire ittire okuyup farkına varmadan kendinizi içine kaptırdığınız ve bittiğinde bittiği için üzüldüğünüz bir kitap tadı bıraktı bende. Çok daha geniş bir kitleye ulaşamadığı için de üzülüyorum. Umarım çok tutmamış olması yapımcılarını yıldırmaz ve antoloji olarak devam ederler. Kendilerinden aynı bu tonda bir Dyatlov Geçidi Kazası sezonu izlemek gerçekten çok hoşuma giderdi. Kattıkları fantastik soslu ekleme ve yorumlarla o konudan da harika bir yapım ortaya koyacaklarına eminim. İzleyeceklere iyi seyirler dileyip sizleri tanıtım filmiyle baş başa bırakıyorum.

Bu tanıtımdan önce dizi hakkında yapılan yorumları şuradan okuyabilirsiniz. Bundan sonraki kısmı aslında bu konuya Türkçe içerik kazandırmış olmak için diziyi bahane ederek ekledim. Diziden önce okunmasının diziden alınacak keyfi azaltacağı konusunda emin olmasam da hassas bir durum olduğu için öneremiyorum. Ben bilerek izlerken daha çok keyif aldım onu belirteyim. Gerçekte yaşananlara dair bilinenleri öğrenmek isteyenler için güzel bir içerik olacaktır diye düşünüyorum.

Franklin’in Meşhur Kuzey Batı Keşif Seferi’ne Dair Bilinenler

Sarı çizgi: Planlanan Kuzey Batı Geçidi Rotası

Kırmızı nokta: En son görüldükleri Baffin Körfezi (1845 yazı)

Yeşil nokta: İlk kış deniz buz tuttuğunda kışı planlı olarak geçirdikleri Beechey Adası (1845-46 kışı)

Mavi nokta: İkinci kış deniz beklenenden erken buz tuttuğunda buza gömülüp mahsur kaldıkları King William Adası’nın kuzey ucu (1846-47 kışı) (Normalde King William Adası’nın arkasından dolanmaları gerekirken önünden dolanmayı tercih ediyorlar.)

Mor: 1846-47 kışı erken gelmeseydi kış öncesi varmayı planladıkları ve yıllar sonra günümüzde ilginç bir tesadüfle gemilerin kalıntılarının bulunduğu King William Adası’nın güney ucu)

Dizide laf arasında bahsedilen bazı şeylerin altını doldurmak için biraz daha öncesinden başlarsam;

1845 Arktika Seferi öncesi, 1839-1843 yılları arasında 4 yıl süren Antarktika Seferi yapılmış. Hatta dizide de birçok kez ismi geçen James Clark Ross’un liderliğinde ve Sir John Franklin ve Francis Crozier’in de katılımıyla yapılan bu tarihi ünlü yolculukta keşfedilen iki yanardağa daha sonra kayıplara karışan bu iki geminin isimleri verilmiş. Tabii Antarktika’nın İngiltere’nin gözünde Arktika kadar değeri yokmuş. Zaten Arktika’da bir Kuzey Batı Geçidi arayışının temelleri de 16. yüzyıla kadar gidiyormuş. Birçok kaşif bu işe soyunmuş ancak arayışları başarısızlıkla sonuçlanmış. Arktika’yı değerli yapan ise o yıllarda Avrupa ile Çin arasında artan ticaret ilişkileri, ancak aradaki ulaşımın zorluğuymuş. Bu nedenle uzun zamandır kestirme yol arayışındalarmış. Antarktika Seferi sonrası Arktika’ya da yolu kısaltacak bir geçit bulma umuduyla küçük çaplı seferler düzenlenmiş ve hatta en yakın tarihlilerden birkaçının liderliğinde yine Sir John Franklin de bulunmuş olmasına rağmen bu seferler başarısızlıkla sonuçlanmış.

Kraliyet donanması, daha önce Antarktika Seferi’nde de kullanılan biri 19, diğeri 32 yaşındaki iki savaş gemisini güçlendirip Kuzey Batı Geçidi’ni bulması için Arktika’ya göndermeye karar vermiş. Gemileri en güncel icatlarla donatmışlar. Et-erzak stoklarını taze tutması için teneke konserveler, odaları sıcak tutmak için kaynatıcılar, gemiyi sağlam tutmak için demir plakalar, en kalın buzu bile parçalayabilecek güçte buz kırıcı motorlar… Yani herkes bu sefer başarılı olunacağından eminmiş.

İki ara not girersem, Arktika’da 9 ay kış ve 3 ay yaz var. Ama Francis’in de dediği gibi orada yaz mevsimi sadece ismen var. Denizler kışın buz tuttuğunda yazın sadece üç aylığına buz plakları birbirinden ayrılıyor ve gemilerin geçebilmesi için kanallar oluşuyor. Bu sayede ilerleyebiliyorlar. Geri kalan dönemde kanallar kapandığı için yapabilecekleri bir şey yok.

Meşhur seferin liderliğinde Sir John Franklin bulunduğundan seferin ismi günümüzde Franklin Seferi olarak geçer. Franklin’den önce liderlik pozisyonu aslında James Clark Ross’a önerilmiş olsa da kendisi artık böylesi bir sefer için yaşlanmış olduğunu ve eşinden ayrı kalmak istemediğini söyleyerek teklifi geri çevirmiş. (Ki kendisi o sırada 44 yaşındayken, yerine geçen Franklin 59 yaşındaymış.) Başka kişilere de teklif götürülmüş. Geçmişindeki başarısızlar dolayısıyla Sir John Franklin ilk tercihlerden biri değilmiş. Kendisinin lider olarak belirlenmesinde tecrübeden çok, siyasi ilişkilerin etkili olduğu biliniyormuş. İkinci kaptan olarak seçilen Francis Crozier de yine önceki Antarktika Seferi’ne katılmış olduğu için istenmeyerek de olsa çok fazla gönüllü olmadığı için kabul edilmiş. (Francis İngiliz değil de İrlandalı olduğundan sevilmeyen birisi.) Üçüncü yedek kaptan James Fitzjames de yine döneminin popüler sevilen soylularından biriymiş. Sir Frankin ve ikinci kaptanı James sefer konusunda çok umutluymuş. Sadece bir kışı buzda geçirerek seferi tamamlayacaklarını düşünüyorlarmış. Ama Terror’un kaptan Francis aynı fikirde değilmiş. Sir Franklin’in bazı yaklaşımlarından dolayı bir daha geri dönemeyeceklerinden korkuluymuş, genelde depresif bir ruh halindeymiş.

Yolculuğa dönersem, Mayıs 1845’te yola çıkan iki gemiye Grönland’a kadar bir destek gemisi eşlik etmiş ve orada gemilere son bir erzak takviyesi yapılmış, eşlik eden iki gemi mürettebattan yakınları için son mektupları toplayıp geri dönmüş. Temmuz 1845’te iki balina av gemisi, Erebus ve Terror’ü Baffin Körfezi’ni geçerken görmüş ve İngiltere’ye döndüklerinde bunun raporunu vermişler. Her şey planlara uygun ilerliyormuş. Bu, dış dünyayla son iletişimleri olmuş.

Ağustos 1850’de sefere dair ilk izler bulunmuş. İlk kışlarını (1845-46 kışı) geçirdikleri Beechey Adası’nda uzun süreli kamp izlerine rastlanmış. Bu sorunsuz geçen bilinçli olarak durulan noktaymış. Ellerinin altında 3000 kitaptan oluşan kütüphaneleri, ısıtılmış kabinleri, Fortnum ve Mason şirketinin sponsor olduğu erzakları varmış. Kamp kurulan alanın 60 km çaplık çevresine kadar çeşitli yönlerde kızak izlerine rastlanmış. Bu izlerin gelecek yaz için rota araştırma amacıyla Franklin’in gönderdiği ekiplere ait olduğu düşünülmekteymiş. Ancak burada Franklin’in gelecek planlarına yönelik herhangi bir iz bulamamış. Normalde keşif seferlerinde durak noktalarında yazılı doküman bırakmak bir kural olmasına rağmen arkalarında hiçbir şey bırakmamışlar. 600’e yakın boş konserve kutusu ve üç mezar dışında.

1859’da sefere dair ikinci izler bulunmuş. King William Adası’nın kuzey ucunda denizcilerin durumlarıyla ilgili yazılı doküman bıraktıkları raporlama taş kulelerinden birini bulmuşlar. 1887 Mayıs’ta bırakılmış olan bu rapora göre Beechey Adası’ndan ayrıldıktan sonra Peel Sound’a girip güneye varmayı planlıyorlarmış. Ama King William Adası’na bile varamadan kanallar kapanmış ve saplanmışlar. Raporlara göre 1846’nın kışında beklediklerinden daha erken buza saplanmış olsalar da bekledikleri bir şey olduğu için sıkıntı olmamış. Buzların çözülmesini beklerken Sir John Franklin dört bir yana kızaklı saha araştırma ekipleri göndermiş. Zaten güneye giden ekip King William Adası’nın kuzey ucuna varmış ve buradaki bu raporlama taş kulesi bulup durumlarını not düşmüş. Mayıs 1847’de düşülen notta her şey yolunda görülürken yana düşülmüş ikinci notta yazılanlar durumun vahametini ortaya koyuyormuş. İkinci not Mayıs 1848’e yani bir sene sonrasına aitmiş. Değil önceki yaz o yaz bile buzlar çözülecek gibi görünmüyormuş. İki yıldır buzda çakılılarmış. Bu süreçte kaptan Sir John Franklin vefat etmiş, toplamda 9 subay 15 mürettabat kaybedilmiş. Onları neyin öldürdüğüne dair herhangi bir bilgi verilmemiş.

Onları neyi öldürmüş olabileceğine dair ilk kanıtlar 1984’te Beechey Adası’ndaki mezarların açılıp cesetlerin incelenmesiyle elde edilmeye başlamış. Oldukça iyi korunmuş bedenlerden örnekler alınıp incelendiğinde dokulardaki kurşun seviyesinin normalden 6-10 kat daha fazla olduğu görülmüş. Kurşun zehirlemesine neden olabilecek kadar fazlaymış. Beechey Adası’ndaki konserve kutuları incelendiğinde dokulardaki kurşunla eşleştiği görülmüş. Kurşun zehirlenmesi halihazırda sağlıklı kişide etkisiz olabilirken, yorgunluk, kafa karışıklığı, paranoyaya; halihazırda hasta kişide ise ölüme sebep olabilirmiş. Kurşun zehirlenmesinin fizyolojik ve psikolojik etkilerinin çakılı geçen ekstra bir kışın, erzakların azalmasının, kaptanlarının ölümünün yarattığı etkiyle birleşmesiyle gemilerdeki durumun çok daha vahim bir durum aldığı tahmin ediliyormuş. Son düşülen raporda son kısma göre seferin liderliğine Fransiz Crozier geçmiş. Geminin terk edilip yaya olarak Nunavut Nehri’ne doğru hareket edileceği not düşülmüş. 1848 yazında mürettebat kayıkları her türlü erzakla doldurup güneye doğru yola çıkmış.

1859’da rapor kulesini bulan ekip o araştırma sırasında terk edilmiş bir kayığa da rastlamışlar. 600 küsür kg ağırlığındaymış. Bu kayığın içinde bulunanlar kafa karıştırıcıymış. Kitaplar, halılar, çikolata, çay, düğme ve düğme parlatıcıları, gümüş tabaklar… Arkalarında bıraktıkları elle tutulur son kanıtlar bunlarmış.

Yıllar sonra Arktik yerlileri Inuitlerin yaşananlara tanık olmuş olabilecekleri akıllarına gelmiş. O zamana kadar kalanların güney yolunda hastalıktan ve açlıktan öldükleri düşünülüyormuş. Ta ki Inuitlerle iletişime geçilene kadar.

Inuitlerden birçok bilgi öğrenilmiş. Inuitler, King William Adası’nda terk edilmiş bir kamp görmüşler. Burada kurulu çadırlar ve birçok ceset varmış. Nunavut Nehri’ne varma amacıyla yola çıkan ekibin daha yarı yola bile varmadan durmaları için bir neden olmadığından mürettebattakilerin hastalıklarının şiddetinin artmış olabileceği düşünülmüş. İkinci hastalık fikri ortaya atılmış. İskorbüt. C vitamini eksikliğinden kaynaklandığı ve bunun olabileceği öngörüldüğü için gemilere limon suyu stoklanmış olsa da bu stokların bir yıldan sonra etkisiz kalacağı bilinmiyormuş. İlk bulguları zayıflık ve diş etlerinde morarma ve şişmeymiş. Kas içine kanamaya neden olabildiğinden muhtemelen muazzam ağırlıklardaki kayıkları çeken mürettebat bu sırada kaslarını zedelendiğinden kas içine kanamayla yavaşça ölüme yaklaşıyormuş.

Bölge incelenirken kayıklardan birinin ters yöne doğru çekilirken kaldığı fark edilmiş. Francis ve James’in iyice güçsüz düşen mürettebatın daha fazla ilerleyemeyeceğini düşünerek gemiye geri dönmeye karar verdiklerini düşünüyorlarmış.

O dönemde mürettebata dair bir iz bulunamamasının sebebi, aslında çoğu kurtarma seferinde Peel Sound bölgesinin (Somerset ve Prince of Wales Adaları’nın arası) buradan geçilebileceğine ihtimal verilmeyerek es geçilmesiymiş. Yukarıda yeşil ile mavi nokta arasında kalan iki ada arası bölge çok tehlikeli rotalardan biriymiş. İki ada arası buz tuttuğunda diğer bölgelere göre çok daha sert tutarmış hatta karadan ayırt edilemezmiş. Bunu Inuitler çok iyi biliyor olmasına rağmen son raddeye kadar onlarla iletişime geçilmediğinden bu boğaz onlar için ölüm boğazına dönüşmüş.

Inuitler 1850 başlarında yine bir subayın önderliğinde başka bir gruba denk gelmişler. Yaklaşık otuz kişilik oldukça zayıf düşmüş bir grup el işaretleriyle gemilerinin buza çakıldığını anlatmışlar, çok zor durumda olduklarını, aç olduklarını ifade etmişler. Deniz aslanı avlamayı bilmediklerinden sadece kuş avlayabiliyorlarmış. Onlara fok eti vermişler. Adamlar eti kabul edip onları çadırlarına götürmüşler. Ertesi sabah Inuitler ayrılırken mürettebat onları göndermek istememiş, kalmaya ikna etmeye çalışmış. Inuitler böylesi geniş bir kalabalığı sağ tutamayacaklarını düşünerek orayı terk etmişler.

Başka bir Inuit 1850 yazında av sırasında buza çakılı bir gemiye denk geldiğini, içine bakmak için girdiğinde elleri yüzleri simsiyah bir sürü beyaz adam gördüğünü söylemiş. Neredeyse hepsi hastalıktan ölmek üzereymiş. Onu bırakmak istememişler ama daha sağlıklı duran biri gelip ona yardım etmiş. Bu adam ona ileride büyük bir kamp daha olduğunu, oraya asla gitmemelerini söylemiş. Inuitler o zamanlar beyaz adamların neden ayrı ayrı kamp kurduklarına anlam verememiş. Ancak 1994’te yapılan analizler bahsedilen kamp için kan donduran ihtimali gözler önüne seriyormuş. O kampta çadırların içinde, ters dönmüş kayıkların altında, açıkta bir sürü ceset varmış. Birçok ceset bıçaklarla parçalanmış şekildeymiş. Özellikle bir kısmının kafa el ve bacakları gövdelerinden ayrılmış ve bunların kemiklerinde derin bıçak izleri mevcutmuş. Yapılan analizler gruplardan birinin yamyamlık eğilimi gösterdiğini ve gruplarda ayrılmalar olduğunu düşündürüyormuş.

Inuitlerden alınabilen son bilgiler 1851 yılına aitmiş. Kışın dört tane ölmek üzere olan beyaz adama rastlamışlar. Onları yanlarında götürüp beslemişler ve avlanmayı öğretmişler. Bahar geldiğinde adamlardan biri kendisine teşekkür amaçlı kılıç hediye etmiş. 1835 yapımı bu kılıcın üzerinde James Fitzjames yazıyormuş. Inuitler onları en son gördüklerinde Arktikadaki 6. yıllarıymış, evlerine dönmeye çalışıyorlarmış.

Çok uzundu özet geççiler için: İki yazın da çakılı geçirileceği anlaşılınca başta bir bütün halinde güneye yürümeye çalışmışlar. Hastalıktan ilerleyemeyince geri dönmeye çalışmışlar bir kısmı yarı yolda kalmış ilerleyememiş, bir kısmı ise gemiye ulaşabilmiş. Geri dönemeyen yaklaşık 30 kişilik grup adanın güney ucunda açlıktan birer birer ölmüşler. Gemiye dönenlerde ise çaresizlikten yamyamlık eğilimi gösterenler olmuş ve gemiden sürülmüşler, gemiye çok uzak olmayan bir konumda kamp kurmuşlar. Hepsinden geriye kalan son dört kişi ise altı yıldan sonra bile hala evlerine dönmeye çalışıyormuş.

Ortaya atılan fikirler aslında sağlam kanıtlarla desteklenmiş ama yazıda onların ayrıntısına girmek istemedim. Bu haliyle bile yeterince uzun oldu. Bu sitede kaşiflerden Inuitlere birçok kişinin tanık ifadeleri, bulunan kanıtlar, yapılan analizler derlenmiş, evraklar paylaşılmış.

İlgisini çeken olursa diye, aşağıda da Kuzey Batı Geçidi’nin tamamlandığı başka seferler anlatılıyor.

Severek hazırladığım ama bir hayli de zamanımı alan çokça yazı okuyup video izlemek zorunda kaldığım tatmin edici bir şey elde edene kadar çok kez sil baştan yaptığım bir yazı oldu. Yoruldum ama bu konuda çok fazla Türkçe içeriğe rastlamadığımdan buradan olmasa da illaki bir yerden kıymetini bilen çıkacaktır diye düşünüyorum. Sıkılmadan sonunu görenlere ayrıca teşekkürler.