Bu hafta 6. sezonuyla ekranlara veda eden The Americans dizisinin yürütücüleri Joe Weisberg ve Joel Fields ile büyük final üzerine röportaj yapılmış. İşte o röportaj:

(Sanırım röportajı okurken arka fonda dinlemek için bundan daha iyi bir seçenek olamaz.)

Daha önce bir röportajınızda dizinin finalini birlikte dışarıda dolanırken tasarladığınızı söylemiştiniz. Bu tam olarak ne zaman olmuştu? İşte böyle bitireceğiz dediğiniz o muhabbetten neler hatırlıyorsunuz?

Weisberg: Joel’la tarihi farklı hatırlıyoruz. Ona göre birinci sezonun sonunda yaşanmış o konuşma ama bana göre ikinci sezonun başında yaşanmıştı. Ama dışarı dolanmaya çıktığımız kısmı doğru. Dizinin finaliyle ilgili hayaller kuruyorduk. Neredeyse tamı tamına bu final geldi aklımıza. Hangi çocuğu götürüp hangisini geride bırakacağımıza karar vermemiştik tabii. Bu final kurgusunun gerçek finale kadar dayanacağından da emin değildik tabii ki. Çünkü aradan geçen zaman içinde çok fazla şey yaşandı. Çalışma yöntemimizle her şey sürekli değişip durdu. Final sezonuna geldiğimizde ve finali başta tasarladığımız gibi yapmak istediğimizi fark ettiğimizde bu bizim için de büyük sürpriz oldu. Daha güzel bir ihtimali gözden kaçırmış olabilir miyiz diye her bir ihtimal üzerinden birçok kez geçtik. Ama her seferinde en çok sevdiğimizin, en çok içimize sinenin, anlattığımız hikayeye en doğal ve en yakışan finalin bu olduğuna karar verdik. En sonunda ise bu finalin sadece ama sadece iki çocuk da geride bırakılırsa tam anlamıyla olması gerektiği gibi olmuş olacağını fark ettik ki final bu açıdan bizim için de sürpriz olmuş oldu.

Vazgeçtiğiniz, elediğiniz diğer ihtimallerden birkaçını bizimle paylaşabilir misiniz?

Fields: İkimiz de paylaşmak istemiyoruz sanırım. Az çok hayal edebilirsiniz ama. Her ihtimali düşündüğümüzden emin olmak istedik. Her seferinde de ilk fikrimize geri döndük.

Dizi Philip ve Elizabeth’in ölümü ya da tutuklanmasıyla sona ermedi.  Her ne kadar çocuklarını geride bırakarak da olsa, memleketlerine geri dönmeyi başardılar. Diziyi tam olarak bu şekilde bitirmeye nasıl karar verdiniz?

Weisberg: 50-60’larda geçen yasa dışı bir çifte dair gerçek bir hikaye duymuştum. Görevlerinin sona ermesiyle Fransa’da büyüttükleri 10 yaşındaki çocuklarıyla memleketlerine geri dönen bir çiftin hikayesiydi. Çocuklarına aslında kim olduklarını ilk defa Moskova’da hava alanında uçaktan indikten sonra söylemişler. Çocuk tek bir kelime bile Rusça bilmiyormuş. Kendisini Fransız biliyormuş. Daha 10 yaşındayken dünyası başına yıkılmış. Tabii ebeveynlerinin de. Tüm aile parçalanmış. Bu gerçek hikayeyi duyduğumuzda bize çok ilginç gelmişti. Çünkü kimse ölmemiş ya da tutuklanmamış olsa da ailenin nasıl paramparça olabildiğini görmüştük. Bizim hikayemizde de aynı durum mevcut. Kafamızdaki finali o hikayeye göre planlamadık ama anlattığımız hikayenin ruhuna en uygun finalin bu olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Bir aile hikayesinin duygusal temellerine dokunmak, birini öldürmek ya da tutuklamak kadar yıkıcı olabilir.  Hatta düşünürsek belki de daha yıkıcı. Çünkü aslında herkes kendi kaderini yaşıyor.

Hikayeyi, nerede olurlarsa olsunlar Philip ve Elizabeth birlikte olacak şekilde sonlandırmak sizin için önemli miydi?

Fields: Nasıl bittiğini düşünürsek önemli olsa gerek. Ama kader onları bambaşka yerlere de sürükleyebilirdi. Bu karakterler için romantik ama trajik bir finalin doğru olduğunu düşünmüşüz görünüşe göre.

Hikayede birilerinin ölmesi gerektiğini düşündüğünüz oldu mu?

Fields: Gariptir ki hayır. Aradığımız katliam daha çok duygusal katliamdı. Bu sebepten ötürü ölüm hiç ihtimal dahilinde olmadı. Bakıldığında yaşadıklarının birçok açıdan ölümden çok daha kötü bir kader olduğunu düşünüyoruz. Hem gerçek hem de duygusal hissettirecek bir şeyler arayışında olduk daima.

Stan’i o otoparkta görür görmez öleceğini varsaymıştım. Ölmedi ama o otoparkta geçen on dakikadan sonra onu oracıkta öldürmüş olsalar canının daha az yanacağını düşünmedim değil. Stan için böyle bir finale nasıl karar kıldınız? Stan gitmelerine neden izin verdi?

Fields: Stan mi vurulurdu yoksa Jenningsler mi, bu konuda çok kafa patlattık. O otopark sahnesi için çok fazla ihtimali değerlendirdik. Sonuçta Stan Beeman’ın iyi bir FBI ajanı olduğu, hatta belki de Philip ve Elizabeth kadar iyi olduğu ortadaydı. Stan o otoparka girdiğinde onu öldürmeyeceklerdi. Yani Stan’in orada ölme ihtimali bizim için olası değildi. Önemli olan Stan o otoparka girdiğinde bunun duygusal etkileri nasıl olacaktı? Philip ve Elizabeth’e ne olacaktı?

Weisberg: Diğer soruna gelirsek; Stan neden gitmelerine izin verdi? Bence asıl ilgi çekici soru bu. O sahnenin amacı da bu sorunun derinine inmekti ki altı sezon boyunca anlattığımız hikaye de aslında bu soruya bağlanıyordu. Anlattığımız hikaye kim kimi vuracak sorusuna bağlansaydı bu bizim için çok daha az ilgi çekici bir gidişat olurdu. Aralarındaki ilişki üzerinden hayatları için, hala daha ülkelerini kurtarabilmek için pazarlık yapmaları bizim için daha ilgi çekiciydi. Böylesi büyük bir ihanetin hemen ardından bile, Stan’in genelin iyiliğini düşünebilmesi, o kararı verebilmesi mümkün müydü? Merak ettiğimiz işte buydu.

Fields: Orada, onca şeyden sonra, Stan, Philip’in tam anlamıyla dürüst olup olmadığını bilemeyecek olsa da, Philip son bir dürüstlük paylaşımında bulunmaya karar verdi. Çünkü Stan’e ve aralarındaki arkadaşlığa gerçekten değer veriyordu.

Yalnız dizi boyunca neredeyse her zaman Philip, Stan’le aynı ‘Naber dostum’ ses tonuyla konuştu. Son yüzleşme sahnesi gerçekten gergin olsa da Philip’in başta aynı ses tonuyla onunla konuşmayı denemesi komikti de bir yandan.

Fields: Harika değil miydi ama? Kıvırabileceğini düşünüyor muydu gerçekten?

Konuşmaya dönersem, yani Renee konusu tamamen içtenlikle mi söylenmişti? Son anda Stan’in aklını iyice karıştırıp kaçabilmek için fırsat yaratmak gibi bir niyeti yok muydu?

Weisberg: Bu aklımızdan bile geçmedi. Ama farklı bir yorum getirmiş oldun. Bize göre o son konuşmadan önce bile zaten oradan ayrılabileceklerini düşünüyorlardı. Elbette tamamen emin olamazlardı. Ama o son konuşmanın tamamen içtenlikle, bir dost uyarısı şeklinde yapıldığını düşünmüştük.

O zaman büyük soruya gelelim. Cevap vermeyeceğinizi bilsem de sormam gerek. Renee Rus ajanı mı?

Fields ve Weisberg: Ahahah, yorum yok.

O zaman başka şekilde sorayım. Laurie Holden’a dizi boyunca ya da sokağın karşısında FBI ajanlarını izlediği final sahnesinde karakterini nasıl oynaması gerektiğini söylediniz mi?

Weisberg: Söylemedik.

Fields: Aslında söyledik. Dizi boyunca abartmıyorum rahat 600,000 kere bize Renee’in ajan olup olmadığını sormuştur. Her seferinde de aynı cevabı verdik. O soruya cevap veremeyeceğimizi. Ama özellikle final sahnesinde, işini iyi yapmaya özen gösterdiğinden, o son bakış konusunda bize çok fazla soru sordu. Ona iki tarafa da yorumlanabilecek şekilde oynamasını önerdik. Aramızda çok uzun bir konuşma geçti, tam olarak neler konuşulduğunu hatırlamıyorum ama bir noktadan sonra, ‘Tamam nasıl oynayacağımı biliyorum’ dedi bize. Görüldüğü üzere tam da istediğimiz şeyi elde ettik.

O halde ikiniz de Renee’in kim olduğu konusunda tatmin oldunuz mu?

Fields: Sanırım buna cevap vermeyeceğiz.

Dizide hiç bu soruya cevap vermeyi düşündüğünüz oldu mu? Onu diziye dahil ederken durumunu belirsiz bırakacağınızı baştan biliyor muydunuz?

Weisberg: Onu dahil ederken ilk planımız belirsiz bırakmaktı. Daha sonra diğer ihtimalleri de düşündük elbette ama ilk planımızla devam etme kararı aldık.

Fields: Evet bu da aklımıza ilk gelen ve hep doğru hissettiren fikirlerdendi. Büyük gelişme sonrası Stan’in çöküş hikayesini biraz daha genişletmeyi düşündük ama final içinde acele ve aykırı kaçacağını düşünerek vazgeçtik.

Çöküş demişken finalde yaşanan olaylardan sonrasını düşündünüz mü? Stan’i, Paige’i, Henry’yi, Mischa’yı, Martha’yı, kısacası perde kapandıktan sonra bile yaşamaya devam edecek insanları nasıl bir gelecek bekliyor?

Weisberg: Şu kadarını söyleyebiliriz. Bu insanların kendilerini nerede bulacakları konusunda bazı fikirler var kafamızda. Ama bunu paylaşmak istemiyoruz çünkü bu karakterlerin geleceğini izleyicilerin hayal gücüne bırakmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Zaten istesek bile buna şu oldu, şuna bu oldu şeklinde verilebilecek bir cevabımız yok. Size ancak onları bekleyen olası yollardan bahsedebiliriz.

Joe bu konuda profesyonel deneyimin olduğunu bilerek soruyorum. Sence en yakın arkadaşı gizli Sovyet ajanı olan bir Karşı-İstihbarat FBI ajanı, bu durum ortaya çıktıktan sonra işini elinde tutabilir mi?

Weisberg: Muhtemelen böyle bir durum hiç yaşanmazdı. Bu soruya gerçek anlamda bir cevap verilebilir mi bilmiyorum. Ama durum ortaya çıktıktan sonra Stan ile Aderholt arasında geçen konuşmayla bu konuda nasıl düşündüğümüzü gösterdiğimizi düşünüyoruz. Aderholt gelişme sonrası patlamadı ya da senin işin bitti benzeri bir şey söylemedi.

Fields: Ki Stan, birkaç yıl önce karşı istihbarattan istifa etmişti zaten. Döndüğünde de olanları gördük.

Weisberg: Aynen öyle, zaten artık karşı-istihbaratçı olmak istemiyordu. Bu davayı sonlandırmak için dönmüş oldu.

Fields: Hem de nasıl sonlandırdı.

Kafanızdaki planın çocuklardan birinin onlarla gitmesi, diğerinin geride kalması olduğunu söylemiştiniz. Finale dair şok edici sahnelerden biri de Paige’i bir anda trenden inmiş şekilde görmemizdi. Bu kararı nasıl verdiniz?

Fields: Birçok farklı ihtimali değerlendirdik. Henry’yi alıp Paige’i bıraktıkları, Paige’i alıp Henry’yi bıraktıkları bir dolu ihtimal düşündük. Daha çok başlarda kafamızda bir şeyler oluşmaya başlamıştı ama hangisinin duygusal açıdan en etkili olacağını görmek için her ihtimali ince eleyip sık dokuduk. Teknik olarak aslında tren bir son dakika eklemesiydi. Ülkeyi en iyi nasıl terk edebileceklerini çözmeye çalışıyorduk. Bir ara Meksika sınırından arabayla geçirecektik, bir kısmını ise yayan olarak. Sonra trende karar kıldık. Bir noktadan sonra uçak eklendi derken hikaye bazında o kısımla çok fazla oynadık.

Weisberg: Dediğimiz gibi ilk planımız çocuklardan birini bırakmaktı. Sonra bunun yeterince trajik olmadığına karar verdik. Finalin trajik olması gerekiyordu. Bir çocuğunuzu ardınızda bırakmak elbette trajik bir durum, ama bunu tam olarak kelimelere dökmenin bir yolu yok. Final üzerinde çalışırken Paige’in o trenden inmesine karar verene kadar hissetmek istediğimiz şekilde hissedememiştik. Çünkü Paige hala trendeydi. Paige’in trenden inmesiyle tam olarak istediğimiz hissi elde ettik. İşte o an ortaya koyduğumuz şeyden memnun kaldık.

Dizinin hikayesi boyunca gerçeklerle oynamadınız. Bu da duvar yakında yıkılacak, Glasnost vesaire anlamına geliyor. Henry ve Paige’in en azından ailelerini görebilmek için Moskova’ya gidebilecekleri zamanlar çok da uzak değil. Belki de çocuklarını bir daha hiç göremeyecekleri anlamına gelmiyordur. Trajik bir final olmasını planlarken bu konu üstüne hiç kafa yordunuz mu?

Weisberg: Bu konuda söylemek istediğim iki şey var. Birincisi, kulağa garip gelse de bıraktığımız noktada bunun olup olmayacağını bilmiyoruz. Hikaye anlatımımız için bu durum gerçekten önemli bence. Bilmiyoruz. İkinciye gelirsek, o çocukların nasıl hissedecekleri önemli. Belki birbirlerini görecekler, belki görmeyecekler. Hadi görebildiler diyelim, nasıl olacak? Bu tarz spekülasyonlara dalmak istemesek de hikaye bu tarz bir ihtimalin hayal edilemeyeceği bir zaman diliminde noktalandı. Yani bu karakterler için öyle bir ihtimal ihtimal dahilinde değil.

Fields: Bizim için yaşananları bilmemek ne kadar imkansızsa, bu karakterler için bilmek o kadar imkansız. O yıllarda birisinin Berlin duvarının yıkılabileceğini hayal etmesi hayli zor. Arkalarında aşılması zor demirden bir perde bırakarak oradan ayrılan karakterlerimizi o son anlarıyla düşünmeyi doğru buluyoruz.

Siyasi gündemi düşünürsek son sezonda ABD ile Rusya arasındaki gerilime gönderme yapmak aklınızdan geçti mi?

Fields: Gerçekten geçmedi. O yönde harekete geçme isteğimiz hiç olmadı. Sanırım bunun bir sebebi de hikayemiz başladığında dünyamızda bunların hiçbirinin olmayışıydı. Ki dizimiz de günümüz hakkında yorum yapmak için tasarlanmamıştı. Olay tamamen karakterlerde ve temadaydı.

https://www.youtube.com/watch?v=XmSdTa9kaiQ

Son sahnelerde neden “With or Without You” parçasını tercih ettiniz?

Fields: O da son dakika eklemelerinden biriydi. O şarkıyı kullanacağımızı bilmiyorduk. O sahneyi çekerken hangi şarkıyı kullanacağımıza dair hiçbir fikrimiz yoktu. Sırf o sahne için düzinelerce, düzinelerce, düzinelerce şarkı dinledik. Çoğu hiç aklımıza yatmazken, bazıları da çok yattı. Ama bunu dinlediğimiz an gerçekten muazzamdı. Şarkı sözlerinin bir şey ima ettiğinin düşünülmesinden çekindik. Şarkıyı seçme sebebimiz sözlerinden çok, üzerimizde bıraktığı etkiydi. Şarkıyı kullanabildiğimiz için şanslıyız. Hikayemiz için daha mükemmel bir parça düşünemezdik. Kullanmamıza izin verdikleri için kendilerine minnettarız.

Peki “Brothers In Arms” bir süredir kafanızda olan bir parça mıydı? Yoksa o da mı son dakika eklemesiydi?

Fields: Aynı durum geçerli. Doğru şarkıyı bulmak için bir sürü şarkı dinledik. Hatta bir sahne vardı ki hiçbir şarkı uyduramamıştık, ta ki bu şarkıyı dinleyene dek. O an bu şarkıyı almamız gerektiğini anlamıştık. Onlara ulaştığımızda şarkıyı kullanmamıza izin vermeleri yetmezmiş gibi bir de orijinal kayıtlarını bize ulaştırdılar. Böylece sahneler için en uygun ayarlamaları yapabildik.

Weisberg: Dizimiz söz konusu olduğunda her detayda ne kadar takıntılı olduğumuzu biliyorsunuz. Final için ne kadar kafa yorduğumuzu bir düşünün. Bu bölümde her şeyin mükemmel olması için epey kafa patlattık. Bu iki seçim oldukça zorlayıcıydı çünkü birçok  farklı sahneyle uyumlu olmak zorundaydılar. Özellikle sondaki parça epey zorlayıcıydı. Birçok farklı sahnede çalacağı gibi çok uzun da bir süreyi kapsıyordu. Özellikle bir kısmının da epey uzatılması gerekiyordu. Her sahneye uygun olacak şekilde düzenlemek zorlayıcıydı kısacası.

Fields: Ayrıca U2’nun parçasının pasaport kontrol noktasında kesilmesi ve sonra Paige sahnesiyle tekrar başlaması gerekiyordu. Yine bizi zorlayan kısımlardandı. En takıntılı dönemlerimizden birinde olmamız da işimizi hayli zorlaştırdı. Bizi tanıyorsunuz. Dizimiz söz konusu olduğunda epey takıntılı tipleriz ama final bölümü, final sahneleri, özellikle de en son sahne neredeyse dizi boyunca en çok zamanımızı alan yerlerdi.

Hep kullanmak istediğiniz ama sahibinden izin alamadığınız ya da koyacak uygun bir yer bulamadığınız için kullanamadığınız bir şarkı var mı?

Fields: Özellikle son sezona kadar Talking Heads’i dizide kullanabilmek istemiştim. Ama onlar için uygun bir sahne hiç ayarlayamamıştık. Ama bu sezon ayarladık. Hem de bir değil, iki kere. The Americans’ın yapılacaklar listesinde en azından buna tik atmış olduk.

Weisberg: Şu kadına ne demeli? Hani dizimizi çok şiddet içerikli bulduğu için şarkısını kullanmamıza izin vermeyen?

Fields: Hiç hatırlatma.

Gregory Thomas’ı rüya sahnesiyle geri getirdiniz. Onu geri getirmek neden önemliydi? Özellikle de Elizabeth yaptığı seçimlerle boğuşurken?

Weisberg: Hiç o şekilde düşünmedik aslında. Hadi finalde Gregory’yi geri getirelim demedik hiç. Aldıkları kararların psikolojik ve duygusal olarak onları nasıl etkileyeceğini anlamaya çalışıyorduk. Bir rüya sahnesinde karar kıldık ki rüya sahneleri işlemesi zor sahnelerdir. Onları gerçekmiş gibi, duyguyu doğru şekilde geçirerek sunmak zordur. Bir dolu klişeye düşmeden sunabilmek daha da zordur.  Bir an rüyasında onu görmesi gerektiğini düşündük. Bunu düşünür düşünmez nokta atışı yaptığımızı biliyorduk. Çünkü onu görebileceğine inandık. Bunun gerçekliği hoşumuza gitti. Amerika’dan temelli şekilde ayrılırken, Amerika’ya geldiğinde Philip’le evliliğinin ilk zamanlarında gerçekten aşık olduğu bu kişiyi düşünmesi. Olması gerektiği gibiydi.

Yine de ilginç geldi bana. Çünkü dizi Philip’le Elizabeth birlikteyken sona erdi. Diziye sahte bir evlilikle başladılar. Duygusal olarak birbirlerine bir şey hissetmiyorlardı. Sonunda bir araya geldiler, gerçekten evlendiler. Son sahnede birbirlerinden başka kimseleri yoktu. Buna rağmen önceki hayatına attığı son bakışta kaybettiği kişiyi düşünüyordu.

Fields: Onun bir rüya olduğunu unutmayın. O bir hayal değil, bilincinde olduğu bir şey değil. Bence bize göre hayatını terk ederken bilinçaltının çekip yüzeye çıkardığı eski hayatından izler sadece.

Weisberg: O rüya sahnesinde önemli olan Paige’i doğurmaya karar verdiği anı düşünüyor olması. İlk sezonu hatırlarsanız o gece Gregory’ye gidip bunu istemediğini söylemişti. Çocuk sahibi olmak istemiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Yani aslında bilinçaltında çok daha fazlasıyla boğuşuyor orada. Onu ardında bırakmak zorunda kaldığı o an, aile olmak isteyip istemediğini bilemezken onu doğurmaya karar verdiği o geceyi rüyasında görüyordu.

Fields: Bu şekilde kelimelere döktüğünde ne kadar trajik aslında. Ki bu hoşumuza giden bir şey.

Harvest bölümünde siyanür hapını kullananı gördük, o yüzden Elizabeth’in hapını onun ya da başkasının üzerinde kullanmayarak ‘Ortada bir silah varsa mutlaka patlar’ kuralını çiğnemiş sayılmasanız da o hapı kullanmayı hiç düşündünüz mü?

Fields: Hikayeyi geliştirirken bir sürü seçenek değerlendirdik dediğimiz gibi, bu soruda da aynısı geçerli. Hapla ilgili birçok fikir ürettik. Bir tanesinde Elizabeth hapı Erica’ya (son sezondaki ressam hasta kadın) veriyordu. Başka fikirlerimiz de vardı elbette. En nihayetinde Elizabeth’in o görev tamamlanana kadar hapı saklayacağı konusunda emindik. Ülkeden kaçmaya hazırlanırken eski kimliklerinden kurtulurken hapı da çukura atması olması gerekenmiş gibi hissettik.

Otopark sahnesi çekilirken sette miydiniz? Atmosfer nasıldı?

Fields: İlk prova sonrası Noah Emmerich’in bana dönüp onlara silah doğrultarak orada ayakta dikilmenin çok garip hissettirdiğini söylediğini hatırlıyorum.

Weisberg: O sahne şimdiye dek yazdığımız sahneler arasında en zorlayıcı olanıydı. Çok fazla taslak vardı ve bitirmemiz çok uzun zaman aldı. Bitirebileceğimizden şüphe duyduğum zamanlar bile oldu. Çünkü o sahnenin olması gerektiği olup olmaması bizim için ölüm kalım meselesi gibiydi. Olması gerektiği şekilde olana kadar çok kez ara vermek zorunda kaldık. Bu aralar bazen haftaları buldu. Ama sonunda başardık. Bu konuda içimiz rahat. Ayrıca her zaman dediğimiz gibi ne yazarsak yazalım, yazdıklarımızı gerçek yapan ait olduğu oyuncular. Yazdıklarımız onların ağzında nefes almaya başladığı an çok daha gerçek, çok daha iyi, çok daha ikna edici oluyor. Bundan daha güzel bir his yok.

Dizi boyunca Stan’in gerçeği hiç öğrenmediği ya da onlarla yüzleşmediği bir seçenek düşündünüz mü?

Weisberg: Hayır sanmıyorum. O yüzleşme bizim için olması gereken bir şeydi. Tek sorun bunu nasıl yapacağımızdı. Ama nasıl olacaksa olsun o yüzleşme bizim için kaçınılmazdı. Hikaye için de kaçınılmazdı. Tabii aynı zamanda da duygusaldı.

Son olarak ilk sezondan beri ‘Jenningsler adaletle yüzleşmeli. Cezalandırılmalılar. Çok korkunç şeyler yaptılar.’ muhabbetleri tekrarlanıp duruyor. Bakıldığında paçayı kurtardıkları söylenebilir. Evet çocuklarını geride bıraktılar ama tutuklanmadılar, memleketlerine geri döndüler, hiç hapis yatmayacaklar. Finalde adaletin yerini bulması gerektiğini düşünen bu izleyiciler için ne söylemek istersiniz?

Weisberg: Bence çocuklarını kaybetmiş olmaları karma olarak düşünülebilir. Ettiklerinin karşılığını bu şekilde buldular. Suç olarak adalet yerini bulmamış olabilir ama bu trajedi yüzünden duygusal olarak yeterince cezalandırılacaklar.

Okuduğunuz için teşekkürler. Siz bu röportaj ve final hakkında neler hissediyorsunuz?