State of the Union – Tanıtım
42 yorum pirate 19 Ağustos 2019 09:06
Masaları, sandalyeleri ve rahat koltukları olan, kafe misali işleyen ama çay, kahve, kola vb. içecekler yerine bira, şarap vb. alkollü içeceklerin servis edildiği sakin ve nezih bir İngiliz barındayız. Bir kadın ve bir adam, yapacakları bir şey öncesinde yaklaşık 10’ar dakika oturup muhabbet ediyorlar haftanın bir günü içkilerini yudumlarken. En yalın haliyle dizimiz bundan ibaret. Lakin bu kadarla bırakmayalım tabii. Biraz daha açalım durumu bir alt paragrafımızda.
Louise ve Tom, 15 yıllık evli bir çift. 2 tane oğulları var hiç görmediğimiz ve ara ara muhabbet arasında lafını geçirdiğimiz. Louise, huzurevi vb. bir kurumda çalışan bir doktor. Tom ise bir müzik yorumcusu/yazarı. İkisi de zeki ve kültürlü insanlar. Louise, kısa bir süre önce Tom’u aldatmış ve evlilikleri ciddi derecede zarar görmüş. Louise yasak ilişkisini bitirmiş, Tom neden aldatıldığını anlamlandırma ihtiyacı hissetmiş ve Louise’i çift terapisine gelmeye ikna etmiş. Girdikleri bu bok çukurundan çıkmak istiyorlar anlayacağınız.
Birbirlerine değer veriyorlar ama aşk, tutku gibi kavramlar tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş durumda. İletişimsizlik ve seksi bırakmak, onları bu çukura sürükleyen iki şey olmuş. Yeniden denemenin bir anlamı var mı yok mu onu çözmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de birbirlerine belki de hiç olmadıkları kadar dürüst oluyorlar bu barda yaptıkları 8-10 dakikalık kısa sohbetler esnasında. Filtreleri bir kenara bırakıp düşüncelerini tüm şeffaflıklarıyla dile getiriyorlar. Tatlı tatlı didişip çatır çatır kavga ediyorlar kibarlıklarını bozmadan. Barın karşısında bulunan terapist için randevu saatini bekledikleri bu dakikalarda evliliklerini tüm çıplaklığıyla masaya yatırıyorlar, farazi senaryolar üzerine tartışıyorlar ya da alakasız konularda laklak ediyorlar.
Dizide sadece 2 ana karakterimiz var. Onlar da yukarıda sözünü ettiğimiz Louise ve Tom. Louise karakterine Gone Girl, Doom, Jack Reacher ve Hostiles gibi sinema filmlerinden yakinen tanıdığımız Rosamund Pike hayat veriyor. Tom karakterini ise Get Shorty, Moone Boy ve The IT Crowd gibi dizilerden tanıdığımız Chris O’Dowd canlandırıyor.
Janet Amsden, Jeff Rawle, Laura Cubbitt ve Elliot Levey, tekrar eden küçük rollerle karşımıza çıkıyor. Aisling Bea ve Sope Dirisu ise bir bölümde konuk oyuncu olarak gözüküyorlar. Tüm kadro bundan ibaret.
State of the Union, Sundance TV’de 2019 yılı ilkbaharında yayınlanmış bir komedi drama dizisi. Toplam 10 bölümden oluşuyor ve bölüm süreleri 9-12 dakika arasında değişiyor. Dizinin yaratıcısı Nick Hornby. Yönetmenliğini ise Stephen Frears üstlenmiş. Yapımcı koltuğunda Hornby ve Frears’a Iain Canning, Hakan Kousetta, Jamie Laurenson ve Emile Sherman gibi isimler eşlik etmiş.
State of the Union‘ın 2019 yılında Emmy Ödülleri’nde ‘Kısa Dizi’ kategorisinde en iyi dizi, en iyi erkek başrol ve en iyi kadın başrol dallarında aday gösterildiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Diziyi çok başarılı bulduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Hem Rosamund Pike hem de Chris O’Dowd çok çok iyi iş çıkarmışlar. Çok yalın ve samimi oynamışlar ve Louise-Tom çifti olduklarına inandırmışlar izleyiciyi. Karakterleri üzerlerine iyi giymişler ve doğal bir şekilde çok iyi paslaşmışlar. Nick Hornby de çok iyi servis etmiş ikilimize elbette o zekice yazdığı diyalogları. Sımsıcak, gerçekçi bir iş çıkmış ortaya. Tempolu, sürükleyici ve bir o kadar da eğlenceli bir iş olmuş ayrıca. Her açıdan çok başarılı buldum kısacası diziyi. Herkese şiddetle tavsiyedir!
Dizi için puanım: 9.2/10
Bu da dizinin fragmanı:
yorumlar
En sevdiğim yazarlardan Nick Hornby böyle bir işle karşıma çıkınca kaçırmadım ben de. Halbuki başlayana kadar hiç haberim yoktu bile. O yüzden benim için çok güzel bir sürpriz oldu.
Kamera önündeki ikiliye zaten diyecek laf yok. Ben de tavsiye ederim.
Ben Rosamund Pike’ı izlemeyeli 4.5-5 sene (Gone Girl) oldu. Ve cidden özlemişim onu ekranda görmeyi. Hasret gideme açısından çok iyi oldu cidden bu dizi.
Böyle sırf diyalog üzerine kurulu bir dizi için bölüm başı 10 dakika yetmişti bana. Bir de oyuncuları ve karakterleri de sevince evlilikten girip Brexit’ten çıktıkları muhabbetleri de sıkmamıştı. Gerçi Gilmore Girls’ten antrenmanlıyız böyle harala gürele diyaloglara
Bir de 10 dakikalık 10 bölümün hafta içi 10 akşam boyunca saat 10’da yayınlanmasından dolayı SundanceTV’nin buna “10@10” demesi gibi tatlış bir ayrıntı da var
Sundance buna 10@10 demiş, ben ise 10 üzerinden 10 diyorum. Çok güzel bir ilişki dizisiydi. 10 dakikaya bu kadar çok şey sığdırabilmek her yiğidin harcı değil. Nick Hornby yine döktürmüş, ellerine sağlık.
İki başrol de hakkını vermiş neyse ki. (Chris O’Dowd’ı ilk defa ciddi bir rolde izlemenin keyfini çıkarttım.)
Böyle dizileri iyi olunca seviyorum valla. (Sanırım bir ara dönüp In Treatment’ı tekrar denemeliyim, evet.) Tiyatrocu olsam, olduğu gibi türkçeye çevirir sahneye koyardım valla. Uyarlaması hiç zor değil.
Özetle; ilişki dizilerini sevenlere tavsiye ederim.
Sen deyince düşündüm de @dkamoy, tiyatro olarak oynanması harbiden de zor değil. Hatta çok güzel olur.
Diziyi ben de bitirdim, çok güzeldi. Buradan devamı gelmez ama gelirse de hayır demem. :))
Gün içerisinde izleyip bitirdim. Diziyi sevenlerin arasını beni de yazın, tavsiye ediyorum ben de. Ayrıca tiyatro fikrine de katılıyorum, doğru ellerde harika bir iş çıkar ortaya.
2. Sezonda Brendan Gleeson, Patricia Clarkson and Esco Jouléy var.
Blulu bunu da almış.
Haklarını TV+ da almış. Yakında.
Daha yeni izleyebildim ve son yıllarda izlediğim en iyi şeydi. her iki oyuncu da en sevdiğim oyunculardan olunca 50 bölüm daha konuşsalar böyle, sıkılmam gibi geliyor.
İlk sezonu tamamladım.
In Treatment’ın 4. sezonunu bitirdikten sonra aklıma geldi. Hem bölüm süreleri kısa hem de karşılıklı diyaloglar eşlinde akıp gidiyor hemen. Çifter çifter izleyerek bitirdim her başına oturuşumda.
Aralarındaki uyum harikaydı ya, ekrana yansıdı. İki başrol de öyle aman aman bayılmasam da beğendiğim isimler zaten. Neredeyse başkasını dahil bile etmediler üstelik. Vardığı yer tatlıydı ve açık falan kalmış olmadı.
2. sezonla da görüşmek dileğiyle. Böyle devam eder umarım.
S2 Postercik
2. sezon ilk üç bölümü izledim. Bölüm süreleri 10 dakika hala, çabucak bitiveriyor.
Brendan Gleeson ve Patricia Clarkson da ilk sezonki gibi iyi paslaşıyorlar. Gleeson’ın hafif huysuz karakterini daha çok sevdim gibi. Biraz farklı olarak kafenin baristasını da ucundan dahil ediyorlar.
Elbet bitiririm kalanını da.
İki parça halinde 2. sezonu izledim. Gayet keyifle izledim bu sezonu da. Patricia Clarkson ve Brendan Gleeson tabi bu keyifin aslan payına sahipler.
Karakterlerden de olsa gerek ilk sezonun biraz altında gidiyordu benim için ama sona yaklaştıkça hem izlemesi daha kolaylaştı hem de daha keyifli oldu. İki ana karakterin yanına eklenmiş barista Jay konusunda ise duygularım karışık. İkilinin karakterlerini daha iyi anlamak için güzel bir parça oldu fakat bence iyi de zaman çaldı.
Neticeye bakınca ise beğendim bu sezonu da. Nick Hornby ve Stephen Frears yıllarca, sezonlarca devam ettirse bu projeyi kabulüm.
2. sezonu BluTV’ye eklemişler.
S02E03
Sezonun başrol ikilisi belli olduğunda bu sezondan umudumu kesmiştim ama yine de kestirip atmak istemedim ve 3 bölüm şans verdim. Bu yaşlı, boşanma kararı almış çiftin ‘günümüz kavramları’ üzerine yaptığı muhabbetler benim açımdan son derece ilgi çekicilikten uzaktı. O bol kişilikli kafe sahibi de çekilir dert değildi. Keşke şu sezonu hiç çekmeselerdi de tek sezonluk mükemmel bir dizi olarak kalsaydı şu dizi.
ilk sezonu mükemmeldi. ikinci sezonunu da bitirmek üzereyim ve yine çok sevdim. huysuz boomer karakter ve açık görüşlü kadın karakter çatışması inanılmaz güzel olmuş. ilk sezona göre bence diyaloglar da daha başarılı. umarım sezonlarca devam eder bu dizi.
Ama bu sefer şöyle bir fark oldu bende, baştan sona taraf tuttum. Empatim taraflardan birine ısınmama yetmedi.
Çok gerçekçiydi falandı ama yok yani, kusura bakmasın…
Kısaca, geçen sezon her iki karakter de eşitti benim gözümde ama bu sezon, nö.
İtirazım var mı ya da şikayetçi miyim? Haşa! Duvara asılası diyaloglar ve cümleler uçuştu yine. Nick Hornby
İlk sezonu biraz daha sevmekle birlikte bundan da memnun kaldım gibi. Yalnız bunda Brendan Gleeson’ın payı daha büyük. Patricia Clarkson’ın karakterini bir türlü sevemedim., devam ettikçe daha da uzaklaştırdı. Barista gün geçtikçe daha izlenesi oldu.
Bu yorum kendini imha edecektir
Blutv yi bazı gereksizlikleri yüzünden bir süre önce iptal ettim ve bu diziyi hiç bir yerde bulamıyorum. Bana ulaşabilir mi izleyenlerden birisi
İlk sezon 1-2 yerde var hala ama 2. sezonu ekleyene denk gelmedim ben. Malum kurumlar kalıyor sanki geriye.
Sorun şudur ki malum kurumlardan da bulamadım
Mystery solved (muhtemelen).
Yine güzel bir sezondu. Bayıla bayıla izledim ama çabuk bitti.
Patricia Clarkson’un karakterini Six Feet Under’daki karakterine benzettim. Sanki oraya hazırlık yapıyormuş gibiydi
ikinci sezonu sonunda bitirdim. ve bir anda hoppp ‘tuttuğum takım’ değişiverdi. ters köşe çok iyi olmuş. ilk sezon daha orta sulardaydı. ama ikinci sezon bir maç tadındaydı. yorumumdan sonra izlediğim bölümler beni bir hayli şaşırttı o yüzden edit yapmadan tekrar yorum girmek istedim: şaşıracaksınız!
@mayksisman Bence senin ilk yorumun da sezon bittiğinde geçerliliğini hala koruyor.
S01E01
Rosamund Pike’ın başrolde olduğu bir şeyler arıyordum, bunun yorumları güzel görününce deneyeyim dedim. Doğru seçim yapmışım Bayıldım ilk bölüme, iyi yapıldığı sürece böyle sadece karşılıklı konuşma ile geçen işleri severim. Hatta kısa olduğu için keşke daha uzun olsaymış dedim ilk bölümde.
Rosamund Pike’ı ayrı seviyorum ama Chris O’Dowd’ı da hep sempatik bulmuşumdur. O yüzden taraf tutmam konusunda denge aşırı bozulmayacak, yoksa sıkıntı olurdu.
bu kadar çok konuşulunca kadını da sevince deneyeyim dedim ama bana fazla laubali geldi. ciddi bir sorunu konuşmamak için sürekli konu değiştirip duran bir çift olarak beni gerçekten bir tarafın aldattığı terapi gerektiren bir ilişkinin içinde olduklarına ikna edemediler. gerçek hissettirmedi. 3. bölümün ortalarından terk.
rosamund çok tatlı bir kadın. daha fazla izleyebilmeliyiz. bana fazlasıyla michelle dockery yi hatırlattığı da bir gerçek.
@mayksisman Sonuçta dışarıdan bakınca hala dediğin geçerli olacak ikisi için de. O yüzden geçerli diye düşünüyorum. Hayatta da böylelerimiz çok bana sorarsan.
@dkamoy Evet evet orası doğru, katılıyorum. Uzaktan bakıldığında yine de onları bu şekilde etiketlemeye devam edebiliriz. Ama finale gelince de “Ya arkadaş, meğer X olarak gördüğümüz fikir bazen Y’ye, Y de bazen X’e kayabilirmiş” ters köşeliği oldukça hoş. Genelde düz bakabilen biri ince, ince bakabilen biri de bazen düz bakabiliyormuş, geçişler organik olabilirmiş, öyle bir dünya da varmış. İşte bu gelişimi ve akışı kısacık bir sürede izleyiciye vermelerini çok sevdim. Sezonun başarısı burada. Ve dediğin gibi detaylarda şaşırtsalar da en nihayetinde biri temelde X öbürü de Y. Biri pozitif öbürü negatif anlamda şaşırtabilir ama genel tablo değişmez. Haklısın
Her bölüm bu barda geçecek galiba, öyleyse çok iyi, sevindim.
Yine güzel konuşmalar vardı ama evlilik ile Brexit arasındaki benzerlikleri tartıştıkları kısımlar harikaydı, çok güzel benzetmeler yaptılar. Bunun üstüne bir de
Sonu beklemediğim şekilde gitti ama Louise mücadele konusunda haklıydı. Tom’un kalbini kırdı, orası belli ama haklılık payı var gibi görünüyor.
S01E05
Yine çok güzel 2 bölüm. 4.bölümde Tom’un tartışmada eli zayıflayınca konuyu sürekli aldatılma olayına getirmesi güldürdü. 5.bölümde aldatılma hakkında konuştukları sahneler bu sefer daha ciddi, duygusaldı.
Louise bu bölüm kendini daha iyi ifade etti, işler Tom için hiç iyi görünmüyor.
S01E06
2 Bölüm sonra karakterlerimizin böyle samimi gülmesini görmek güzel oldu. Tom’un sakal, giyim konusunda özel olarak özen göstermesini de takdir ettim.
S01E08
Koltuğa geçip rahatça konuşmaları iyi oldu. Tom’un da en iyi bölümüydü, şaka falan yapmadan kendi hissettiklerini anlattı, duygusal bir andı. İkisi için de iyi oldu.
Sonunda böyle bir bölüm geldi Geceden dolayı verdikleri pozitiflik için teşekkürler, böyle devam eder umarım.
Bayıldım bu diziye En sevdiğim tarzdaki işlerden biri, kısa olması can sıktı mesela, bir de ara ara 9 dakikaya indirip 2 dakikamızı çaldılar 1 2 karakter ekrana girince vaktimizi çok çalmasalar tepkisi verdim hatta. Çünkü karakterlerimizin uyumu harikaydı, 1 film izlemiş gibi oldum.
Evlilik hakkında konuştukları anlar Before Midnight’ta Celine ve Jesse’nin sahnelerini hatırlattı. Ama evliliği düzeltme üzerine olan sohbetler Us kitabını tekrardan okuyormuşum hissi verdi (ya da diziyi), oradaki Douglas ve Connie’yi çok hatırlattılar, hatta Tom tamamen Douglas olmuş. Dizi böyle sevdiğim eserleri hatırlattığı için bu kadar sevdim aslında.
Rosamund Pike ve Chris O’Dowd için de 10 üzerinden 10 diyebilirim, her dakikanın hakkını vermişler, ses tonlarını değiştirdikleri yerler, tam zamanında kullanılan ifadeler
Finalde
İki oyuncuyu da çok seviyor olmam izlediğim şeyin keyfini artırdı tabii. O yüzden 2.sezonu açınca gördüğüm şey çok can sıktı. Güncel izleyip yeni sezon için uzun süre beklesem, sonra 2.sezonda ne olacağını bilerek kendimi hazırlasam bu kadar canım sıkılmazdı.
Yapacak bir şey yok, 2.sezonu biraz zaman geçtikten sonra izlerim artık. Çok iyi bir sezon çıksa bile sevdiğim şu iki oyuncu sonrası başlarsam hiç keyif alamam, sezona daha baştan yazık olur.
@Vesper Sen bi 4-5 ay koy bence araya.
@dkamoy aynen aynen yoksa 2.sezon sürekli gözüme batacak.