Kadınlar terlemez… IŞILDAR!

Netflix’in 23 Haziran’da tüm dünyayla aynı anda izleyebileceğiniz yeni komedi dizisi GLOW‘u ön izleme yapma fırsatı buldum. Diziyi duyurulduğundan beri büyük bir ilgiyle bekliyordum. Başına büyük bir heyecanla oturdum ve ilk sezonun hepsini (10 bölüm) bitirdim. Diziden tam olarak ne bekleyeceğime emin değildim ama karşılaştığım şeyden memnun kaldım. Alison Brie’yi artık düzgün bir işte, başrol olarak görmek istediğimden, hayal kırıklığına uğramaktan korkmuştum. Neyse ki korkum boşunaymış. Yazının devamında konusundan, karakterlerden bahsedeceğim. Birkaç eleştirim de olacak. Spoiler (ispiyon) korkusu olmadan okuyabilirsiniz.

G.L.O.W. yani Gorgeous Ladies of Wrestling (Güreşin Güzel Kadınları), 80’li yıllarda yayınlanan kadın güreş şovundan ilham alınarak uyarlanan bir dizi. Baş karakterimiz Ruth Wilder (Alison Brie), Los Angeles’ta yaşayan ve oyunculuk yaparak bir yerlere gelmeye çalışan bir kadındır. İş bulmakta zorlanan ve dolayısıyla maddi sıkıntılar çeken Ruth, aldığı bir telefonla “alışılmadık kadınlar aranıyor” şeklindeki ne olduğu belli olmayan iş çağrısına cevap verir ve seçmelere gider. Burada yıldız olma hayallerini gerçekleştirebilmek için son kez şansını deneyecektir.

Dizide, GLOW şovunun ilk sezonunun çekilmesinde yaşanan zorluklara tanık oluyoruz. Kadrosunda 12 kadını barından güreş programında, kadınların neredeyse hepsi tıpkı Ruth gibi hayatlarının en dip noktalarında olduğu için seçmelere geliyor. Çoğunun geçmişini, neler yaşadığını az çok öğreniyoruz ama dizi bunlarla oyalanmıyor ya da dram yaratmaya çalışmıyor. Daha çok eğlenceli şeyler üzerine odaklanıyor. Bazı sahnelerde sağlam kahkaha attığımı itiraf etmem gerekiyor.

Ruth’u canlandıran Alison Brie’ye dizi boyunca oyunculuğunu sergileyebileceği sahneler verilmiş. Dizilerde bir oyuncunun, oyuncuyu canlandırmasını izlemek her zaman zevkli oluyor. Bu dizide de kılıktan kılığa, tipten tipe giriyor. Sanırım tüm sezon boyunca en sevdiğim yanlardan biri bu oldu. Tek kelimeyle döktürüyor.

Dizinin kadın güreşçileri ele alacağını ve Orange is the New Black yapımcılarından olacağını duyduğumda oldukça feminist ve kadınları yücelten bir dizi bekliyordum. Dizi zaman zaman kadının güçlü olduğunu, toplumdaki yerini, onları klişe kalıplara oturtulmaması gerektiğini söylese de kendi söylediklerine ters düştüğü oluyor ve bir anda en seksist, en ırkçı sahnelere tanık olabiliyoruz. Komedi için yapılsa da bazı izleyiciler bu sahneleri, alınan kararları ofansif bulabilir. Kısacası, güçlü kadın portrelerini güçsüz bulduğumu söyleyebilirim.

Diğer bir eleştirmem gereken noktası ise açık seçik sahnelerin gereksizliği. Dizilerde açık sahnelere karşı değilim ama dizide içinde geçtiği sahneye hiçbir şekilde servis etmeyen, çıplaklık olsun amacıyla koyulan sahneleri var ne yazık ki. Olmasa da olurlarmış diyeceğim ve bu kısmın yorumunu size bırakacağım. Uyuşturucu kullanımı da dizide sık sık gösterilen bir şey. Yine ne yazık ki uyuşturucuyla ilgili sahneler, bir karakterin “Kafan mı iyi senin?” diye sormasından ileri gitmiyor.

Dizide 80’ler atmosferini yeterli buldum. En çok saç tarzları ve kıyafetler ‘ben buradayım’ diyor. Bence daha iyi olabilirdi ama bütçeyi buna harcamak istememişler sanırım. Müzik seçimleri de gayet yerindeydi.

GLOW, sezon boyunca başından sonuna kadar ters köşelerle dolu. 10 bölümlük komedi dizisinde bu kadar ters köşe ve sürpriz beklemiyordum valla, ne yalan söyleyeyim. Bu ters köşelerin işlenişi de bir tuhaf. Bölüm sonunda yapıp, bir sonraki bölümü açtıracak şekilde gerçekleşmiyor genellikle. Bölüm içinde oluyor ve bölüm içinde bitiyor.

GLOW 30 dakikalık bir komedi olmasına rağmen zaman zaman ağır da gidebiliyor. Sanki dizi oyalanıyormuş gibi hissedebiliyorsunuz. Bazı olayların gerçekleşmesi şaşırtıcı şekilde hızlıyken, bazı olaylar bölümlerce uzayabiliyor. Bu kısımlarda da işi karakterler kurtarıyor. Dizideki çoğu karaktere ilk birkaç sahnede hemen ısınıyorsunuz. Kadro farklı etnik gruplarını içeren oyunculardan oluşturulmuş. Güreşçilerin hepsi dizi boyunca bir sahne kişiliği bulmaya çalışıyor. Uyduruk sahne isimleri bulmaya uğraşıyorlar, kıytırık kıyafetler falan deniyorlar. Ne kadar ucuz olursa o kadar eğlenceli hale geliyor.

Kısa kısa karakterlerden de bahsedelim. İlk tanıştığımız karakterlerden biri Betty Gilpin’in canlandırdığı Debbie Eagan. En iyi arkadaşı Ruth gibi oyuncu. Eski pembe dizi yıldızı olan Debbie, hamile kalıp çoluk çocuğa karışınca oyunculuğu geri plana atıyor. Kendisinin oldukça ilginç bir hikaye örgüsü var. Kendimi kimi zaman karakterini severken, kimi zaman da burun kıvırarak izlerken buldum.

Bir diğer önemli karakterse  Marc Maron’un canlandırdığı Sam Slyvia karakteri. GLOW programını çekecek yönetmeni canlandırıyor. 12 kadınla, kendi sorunlarıyla ve şovun sıkıntılarıyla baş ediyor. Düşük bütçeli, B sınıfı filmler çeken yönetmen olan Sam de tıpkı bu kadınlar gibi hayatının kötü bir döneminde GLOW’u çekmek istiyor. Kendisi genel olarak hödük, somurtkan ve aşırı bencil bir karakter. Dizideki sayılı erkek karakterlerden bir diğeri de Chris Lowell‘ın canlandırdığı Sebastian Howard. GLOW’un yapımcısını canlandırıyor. Büyük hayalleri olan, zengin, şımarık, içmeyi, parti yapmayı seven, Amerikan güreşi hayranı biri. Genelde aklı havada bir tip. Dizinin başlarında karakteri zayıf olsa da sonlara doğru oturuyor.

Güreşen kızların aralarında birkaç favorim oldu. Britney Young‘ın canlandırdığı Carmen karakteri oldukça tatlı, neşeli, sevilesi bir tip. Kendisini sezon boyunca desteklerken buldum. En düzgün hikaye ona aitti sanırım. Sydelle Noel de Cherry karakteriyle döktürmüş. Sağlam, güçlü bir kadın portesi çizmiş. Ne istediğini bilen, saçmalıklara gelmeyen bir tip. Ellen Wong, Jenny karakteriyle oldukça ilgi çekiciydi ama ne yazık ki yeterince yer verilmediğini düşünüyorum. 2. sezon olursa daha fazla sahnesi olmasını diliyorum. Sunita Mani de Arthie karakteriyle komedi sahnelerinin altından çok iyi kalkmış. Kia Stevens ise gerçek hayatta profesyonel güreşçi olmanın avantajlarını kullanmış. Hem güreş sahnelerinde hem de oyunculuk gerektiren sahnelerde yeterince iyiydi.

Bunlar dışındakilerin çoğunun karakterini pek beğenmediğimi söyleyebilirim. Mesela Britt Baron‘un canlandırdığı Justine karakteri sezon sonuna kadar bana The CW dizisi izliyormuşuz gibi hissettirdi. Ergenlere sabrım dolmuş olabilir. Gayle Rankin‘in Sheila karakteri de başta komikti ama sonra sıkmaya başladı. Neden bu halde olduğuna dair de bir açıklama olmayınca iyice can sıktı. Bazı karakterlere sağlam geçmiş yazılmışken bazılarına yazma zahmetine girmemişler. Bu yüzden de gereksiz duruyorlar. 12 güreşçiyi tamamlamak için oradalarmış gibi. Jackie Tohn’un karakteri oldukça uyuz ama dobra olmuş. Sezon boyunca sevip sevmemek arasında gidip geldim. Son olarak da bana göre en gereksiz hikaye örgüsü Kate Nash’e aitti. Karakterini de pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Mümkünse muhtemel 2. sezonda minimum gözüksün.

Uzun lafın kısası, kafanızı dağıtacak bir komedi arıyorsanız, Amerikan güreşi şovlarına ilginiz varsa ya da en azından farklı bir şeyler izlemek istiyorsanız GLOW’a kesinlikle şans vermelisiniz. İyi seyirler!