Little Fires Everywhere — Tanıtım
7 yorum rpdi 02 Mayıs 2020 08:22
Hulu’nun Mart’ta başlayan yeni mini dizisi Little Fires Everywhere, 1’er saatlik 8 bölümden oluşan sezonunu geçtiğimiz günlerde tamamladı. Celeste Ng’nin 2017’de çıkmış çoksatan kitabından adapte ediliyor.
Reese Witherspoon, daha önce Big Little Lies, Gone Girl ve Wild örneklerinde de olduğu gibi, kitap kulübünde okuyup etkilendiği bir kitabı uyarlamak istemiş. Başroldeki diğer isim Kerry Washington‘la birlikte aynı zamanda yapımcı koltuğunda oturuyor. Kitap, ülkemizde Yabancı Yayınları tarafından “Ufak Yangınlar” ismiyle yayınlanmakta.
Dizi, 90’ların sonunda küçük bir Amerikan kasabasını mesken tutuyor ve iki kadın karakter üzerinden sosyal sınıf ayrımcılığı, aile olma ve ırkçılık gibi meseleleri mercek altına alıyor.
Yıl 1997… Sürekli şehir değiştiren, gizemli bir geçmişe sahip sanatçı Mia ile kızı Pearl’ün yeni durağı, Ohio’nun Shaker Heights kasabası olur. Shaker, her kesimden insanın rahatça bir arada yaşayabildiği, örnek gösterilen bir düzenin işlediği, adeta ütopik gözüyle bakılan, güzide bir kasabadır. Her şeyiyle kusursuz ve ideal görünen bu yerde Mia, arabasını yanlış yere park ettiği için düzen hastası Elena Richardson tarafından rapor edilir. Elena, oldukça disiplinli, evcimen, ideal eş ve dört çocuk annesi bir kadındır. Sonrasında yaptığından dolayı mahcup olan Elena, Mia’ya elinden geldiğince destek olmak ister ve yardım istemeyen, gururlu bu kadına evini çok uygun şartlarla kiraya verir.
İkili aralarında bir tuhaflık ve belli bir gerilimi sürekli hissetseler de Elena, Mia’yı kazanmaya kararlıdır. Onun bir restoranda garson olarak çalıştığını fark ettiğinde, kendi evine yardımcı olarak işe girmesi için teklifte bulunur. Pearl ile aynı yaştaki oğlu Moody sayesinde ailecek iyice yakınlaşırlar. Fakat çeşitli anlaşmazlıklar ortaya çıktıkça, birbirine oldukça zıt karakterlerdeki bu iki kadın arasında tansiyon gittikçe yükselecek, zamanla bir yarışa evrilecek ve Mia’nın Uzak Doğulu iş arkadaşı Bebe’nin dahil olacağı bir meselenin ortaya çıkmasıyla aralarındaki çarpışmanın şiddeti zirve yapacaktır.
Elena Richardson (Reese Witherspoon)
Elena, yerel bir gazetede kısmi zamanlı çalışan bir gazetecidir. Bu sayede ailesine bolca zaman ayırabilir ve ideal anne görevini hiçbir zaman boşlamaz. Havalı, neşeli ve kendinden emin biridir. Üniversite, erkek arkadaş, evlilik, iş, ev sahibi olma ve -aralarında birer yaş farkı olan dört- çocuk yapma şeklindeki sıralamayı eksiksiz takip etmiş, toplum gözünde örnek bir aile kızıdır. Kasabasına son derecede sadıktır. Kusursuz bir profil çizme ve bu özelliğini çocuklarına da kazandırma çabasındadır.
Mia Warren (Kerry Washington)
Sırları ve gizemli geçmişi sebebiyle göçebe bir yaşam tarzını benimsemiştir. Özgür ruhlu ve çok yetenekli bir sanatçıdır. Genç kızıyla birlikte, yeni fotoğraf projelerini de öne sürerek ülkenin bir ucundan diğerine sürüklenip durmaktadır. “Hiçbir şeye bağlanmamak”, hayatındaki birinci kuralıdır.
Bill Richardson (Joshua Jackson)
Elena’nın kocası. Bir savunma avukatı. Üniversite yıllarında tanışan, aslında önceden belirlenmiş bir evlilik yoluna tereddütsüz girmiş biri. Uğruna küçük bir kasabaya taşındığı karısının dünya görüşüne hayran. Fakat bu kusursuz aile tablosunun ardında sıkıntıları yok değil.
Pearl (Lexi Underwood)
Mia’nın 15 yaşındaki lise öğrencisi kızı. Sürekli okul değiştirmesi nedeniyle yorgun olsa da annesiyle güçlü bir ilişkisi var. Kararlarına saygı duyuyor, kurallarına uymaya özen gösteriyor. Richardson ailesiyle tanıştığında ve içlerine dahil olmaya başladığında, onlara karşı büyük bir hayranlık duyuyor.
Lexie (Jade Pettyjohn)
Dört Richardson kardeşin en büyüğü. Annesine en çok benzeyeni. Lisenin gözde öğrencilerinden ve Brian adında, siyahi bir erkek arkadaşı var. İlişkisine etrafındakiler hayli özenmekte.
Trip (Jordan Elsass)
Richardon’ların ikinci çocuğu. Ablası kadar zeki olmasa bile lisede oldukça popüler olan, başarılı bir sporcu. Umursamaz biri gibi görünse de Pearl’ün onunla ilgilenmesi kafasını karıştırıyor ve zamanla duygusal tarafını açığa çıkarmaya başlıyor.
Moody (Gavin Lewis)
Richardson kardeşlerin üçüncüsü. Pearl’ün sınıf arkadaşı. Hassas, nazik, iç görüsü ailesindekilere nazaran daha gelişmiş biri. Pearl’den hoşlanıyor. Onun ve annesi Mia’nın hayatı epey ilgisini çekiyor.
Izzy (Megan Stott)
Richardson’ların en küçüğü. Kardeşlerinin aksine annesinin aşırı korumacılığından ve dayatmalarından rahatsız olan, sık sık onunla çatışan, oldukça asi bir genç. Aynı zamanda pek yaratıcı biri. Mia ile çok iyi anlaşıyor ve onun sanatıyla özgürlük anlayışı karşısında büyüleniyor.
–Aşağıdaki iki karakter tanıtımı, ilk bölümden sonrası için ispiyon içerir!–
Bebe Chow (Lu Huang)
Mia’nın çalıştığı restoranda iş arkadaşıdır. Bir yıl kadar önce bebeği May Ling’i, ona bakamayacağını anlayıp bir itfaiye istasyonunun önüne terk etmiştir. Mia sayesinde tesadüfen kızının yerini öğrenir ve velayet davası için sert bir savaşa girişir. Bu dava, sadece Mia ile Richardson ailesinin dinamiğini değil, tüm Shaker halkını da derinden sarsar.
Linda McCullough (Rosemarie DeWitt)
Elena’nın çocukluktan beri en yakın arkadaşıdır. Kocası Mark (Geoff Stults) ile yıllarca çocuk sahibi olmaya çalışmış ama her seferinde bebeğini kaybetmiştir. Şimdi Çinli bir çocuğu evlat edinmişlerdir. Bebeğin birden ortaya çıkan biyolojik annesi, ona zor günler yaşatacaktır.
İrili ufaklı rollerde birçok tanıdık isme rastlayacağınız kadronun tamamını şuradan inceleyebilirsiniz.
***
Reese Witherspoon’un yapımcı kimliğini ve bunu kullanarak kadın hikayeleri anlatma çabasını seviyorum. Genelde yaptığı işlerden memnun kalıyorum. Little Fires Everywhere de beklediğimden çok daha fazla beğendiğim bir dizi oldu.
Lafı hiç dolandırmadan, derdini açık açık anlattı. Bazen pembe diziye bağlasa da izleyicisini yormayan, takip etmesi kolay bir dizi olmayı buna borçlu olduğunu düşünüyorum. Açıkçası bölüm süreleri epey uzun, ilgiyi sürekli canlı tutması kolay bir şey değil ama bana göre bunun altından iyi kalktı. Karakterleri oldukça iyi yazılmıştı. Hiçbiri, kendileri için “bu azize, bu da şeytanın evladı” gibi net çıkarımlar yapmama müsaade etmedi. Herkesin haklı – haksız taraflarını görmek sürekli beni de ikilemde bıraktı. Doğrusu bu tarz karakterleri ve hikayeleri izlemeyi her zaman seviyorum.
Oyuncuları genel olarak gayet başarılı buldum. Gördüğüm kadarıyla Kerry Washington kimilerini zorlamış ama -belki de bir Scandal geçmişimiz olduğundan alışmışımdır- onun performansı da benden geçer not aldı.
Little Fires Everywhere, resmiyette “mini dizi” olarak duyurulsa da Big Little Lies misali bir devam sezonunun çekilebileceği konuşuluyor. Açıkçası can atmıyorum ama diğer taraftan devamında neler yaşanacağını izleme fikrini kötü bulmuyorum. Bekleyip görelim…
Seyredecek olan herkese iyi seyirler dilerim.
https://www.youtube.com/watch?v=zJc3yTOpNDA
NOT: Diziyle ilgili daha önce şurada yorum yapılıyordu.
yorumlar
S01E01
Ne yonde ilerler ve nasil bir gelisim gosterir bilemedim su an ama sevdim ben ilk bolumu beklemedigim bir sekilde.
Amerikalilar ve bizim izleyiciler arasinda ayri ayri birer anket yapmak isterdim acikcasi hangisini daha itici buldunuz diye. Benim fikrim Kerry`nin karakterinin iticilik katsayisinin Reese`in karakterine oranla cok daha yuksek oldugu yonunde.
Merkez 2 cocuk karakteri sevdim bu arada. Diger 3 cocuga pozitif degilim ama. Bu sevimli ikiliyi de kizin gonlu abide deyip bozacaklar gibi duruyor ya neyse.
Bugun cumartesi. Uzgunum persembeye girdik. Valla baska bir erkek olsa karsisinda ve cumartesinin hakkini vermese uyuz olurdum karaktere herhalde. Kocasi dinliyormus gibi yapip dinlemeyen tiplerden belli. Kizin sacina verdigi tepki de tam bir fiyasko. Adamdan simdiden sogudum valla. `L` olayina okeyim anlayacaginiz.
S01E02-03
Bu 2 bölüm de gayet güzeldi. Beklemediğim üzere tam benlik bir dizi çıktı bu. Keşke tüm sezonu aynı anda sunulsaymış.
Mia karakteri acayip sinir bozucu. Son dönemde izlediğim en soğuk, en kibirli, en uyuz kadın karakter olabilir bu.
S01E04
Mia, içindeki sebepsiz ve temelsiz ırksal öfkeyi kustu sonunda.
Elbette bu mücadelede Elena ve Linda’nın tarafındayım. Mia ve Bebe’nin canı cehenneme! Eğer bu mücadeleyi bu haksız uyuzlar kazanacaksa cidden sinirim tavan yapar.
S01E05
*
*AnnaSophia Robb ve Marguerite MacIntyre’yi konuk ettik minik sahnelerle bu bölüm. Yeniden gözükürler umarım.
*O adamın Elena’ya olan tepkisini anlamlandırabildiğimi iddia edemeyeceğim. Tam olarak ne olsun istiyordun sen Allah aşkına?
Şu ana kadarki en iyi bölüm buydu bana göre bu arada.
S01E06
‘Mia the
’
‘Mia ve Elena ile 80’ler’
Güzel bölüm olmuş cidden.
Elena’ya da kayda değer bir süre ayırmışlar ama daha çok Mia ağırlıklı bir bölüm olmuş diyebilirim. Mia kısımları hikaye olarak daha ilgi çekiciydi bu arada zaten.
*Tanıdık simalara minik konukluklar vermeye devam ediyor dizi. Bu bölümün bonusları da Nicole Beharie, Alona Tal, Jessica Tuck ve Britt Robertson oldu.
*Geçen bölümde Jamie’nin Elena’ya olan tepkisini anlamlandıramamıştım. Bu bölüm çok iyi bir açıklama oldu kesinlikle. Haklıymış adam.
S01E07
Güzel bölüm olmuş yine.
*Elena’nın
*Asıl ırkçı sensin Brian ve bunu anlayabilecek bir kapasitede değilsin ne yazık ki.
*Dizinin hayalet karakteri Bill’in varlığını ilk defa hissettik az da olsa bu bölüm. Sezon finalinde de hissetmeye devam edeceğiz gibi sanki.
*Izzy, evlat olsan sevilmezsin bence. Her konuda bir tartışma halindesin Elena ile. Sesini çıkarman gereken gerçek bir konu olduğunda sürekli susuyor, seni ilgilendirmeyen her konuya ise maydanoz oluyorsun. Seni Mia evlat edinsin. Çok yakışıyorsunuz birbirinize.
Kaldı 1.
S01E08 (FİNAL)
Aşırı derecede taraflı bir kapanış yazmışlar diziye.
İlk bölümden son bölüme kadar oldukça başarılı bir dizi oldu Little Fires Everywhere. Lakin final bölümünün son kısımları beni tatmin etmedi yukarıda saydığım nedenden ötürü. ‘Interrogation ve The Stranger ile birlikte bu yılın en iyi 3 dizisinden biri oldu benim için.’ demeye hazırlanıyordum ama hevesim kaçtı valla.
Mia, Izzy, Bebe, hatta bölümler ilerledikçe Pearl olmak üzere bolca sinir bozucu karakteri vardı dizinin. Kerry Washington, bir daha hiçbir dizide karşıma çıkmazsa sevinirim. Ne itici mimikleri var onun öyle ya! Bu kadın iyi bir karaktere hayat verse bile o karakterden yine de soğur insan yeminle.
Bitirdim ilk üç bölümü. Başladığı tonda devam ediyor, bu da bana yeter. Kerry Washington’ın duygu değişimini veremeyişleri burada da devam ediyor. Reese-Joshua da dahil olunca daha iyi oluyor. Ergenlerin kısmının çok da ilgimi çektiğini iddia edemem.
Üç bölüm sonunda hikayenin ne tarafa doğru evrileceği de kendisini belli etti sonunda. 3’ün sonundaki sezon fragmanı hoşuma gitti.
1×06 üzerine:
Aslında bütünüyle bir previously bölümü yapmasalardı da olurmuş. Bana sahnelerin arasında gelen düzgün açıklamalar da yeterdi.
Bonus olarak Jesse Williams, Anna Sophia Robb ve Britt Robertson görmüş olduk. Hatta Britt mi diye geri dönüp baktım, çünkü tek seferlik basit bir sahnesi var. Karıştırmıyorsam cidden o. Genç Mia’yı ve Genç Elena’yı iyi buldukları söylenebilir de ben asıl Genç Bill’e bittim.
1×08 (Final) üzerine:
Hikayeyi toparlayıp bitirdiler. Güzel bir maceraydı. Burada kalmasıyla bir sorunum yok.
Oradan oraya atlayıp onlarda kalmamız iyi oldu. Mia’nın çıkması ucuz kaçardı herhalde. Izzy’nin evi terk etmesine, Mia ile Pearl’ün taşınmasına bir şey demeyeceğim. Sonlara doğru Jesse Williams’ı kısa süreliğine görmeyi bekledim sadece. Bir de Çinli annenin çocuğu kaçırmasına biraz bozulmuş olabilirim.
Bu davada zaten direkt olarak tuttuğum bir taraf yoktu. Ama terk ettiği çocuğu pişman olunca geri istemesi “Ama bu işler bu kadar kolay olmamalı” da dedirtti. Diğer çiftin kader deyip vermelerini beklemek de olmaz yani. Doğurmakla anne olunmuyor, diye bir şey boşuna yok.
Neyse bu da böylece bitti. Devamında isteseler bir şeyler daha yazar yolları falan kesiştirirler ama ikinci Big Little Lies’a gerek yok. Reese’i Morning Show’da izleyeceğim zaten. Bir de geldiğinde Legally Blonde 3’de.
pirate yorumlarına çeki düzen ver istersen final yorumun direkt ispiyon olmamış mı? resmen kimin tarafının kazandığını yazmışsın gibi olmuş. ben de okumakla iyi bok yedim.
@ozgun14 Doğru demişsin. Kusura bakma. İlk kısmı ispiyon içine aldım şimdi.
S01E07
Reese var diye başlamıştım diziye. Kerry Washington’ı da sadece 1 2 filmde izlediğim için onu da izlemiş olurum demiştim. Bunu söylediğime anca bu kadar pişman olabilirmişim. Kerry Washington’ın oyunculuğunu izlemek benim için tam anlamıyla eziyet haline geldi. İlk başta Mia karakterini pek sevemediğimden böyle hissettim galiba dedim ama hangi ruh halinde olursa olsun oynadığı her sahnede ortaya çıkan o üst dudak hareketleri, ağlama mimikleri neydi öyle!
İşin kötü tarafı diziden de soğuttu beni, bir yerden sonra sıfır empati ile bitireyim de aradan çıksın diye izlemeye devam ettim, neyse finali de yapar 2.sezon gelse bile dokunmam artık.
Diziyi seven, tavsiye edenler olacaktır ama benim için kocaman bir hayal kırıklığı oldu. Finali de hiç sevemedim.
Malum Mia’dan mutlu,mutsuz, sinirli hiç fark etmeden sürekli aynı yüz ifadesini gördükten sonra karakterle ilgili söyleyeceğim pek bir şey yok. Tüm bunların üzerine karakter söyledikleriyle, yaptıklarıyla ve etrafındaki insanları sürekli olarak yargılamasıyla son derece iticiydi. O yüzden benim için Elena ve Mia arasında terazi tamamıyla bir tarafa kaydı. Dizinin bunu amaçlamadığı belli ama işte…
Daha ilk bölümden ırklar arası statü tartışmalarının olacağı belliydi ama o konuda da şaşırdım. Vermek istedikleri mesajları yüzümüze vura vura vermek yerine senaryo yardımıyla biraz daha güzel sahneler gelir diyordum.
Ergen dramaları zordur zaten ben de hiç hayranı değilim ama diğer çocukların aksine Izzy konusu genel olarak hoşuma gitti. Özellikle ilk bölümlerde güzeldi, son kısım için aynı şeyleri söyleyemem.
İlk bölümden beri sanıyorum ki Elena bir şekilde Mia’ya geçmişte çok büyük bir kötülük yaptı, şimdi de intikam almaya geldi. Böyle bir olayın gelmediğini görünce şok oldum. Lan o zaman ne diye en baştan Elena’ya en büyük düşmanın mualemesi yapmaya başladın. Ne halt yemeye gittin hizmetçisi olarak çalışmaya başladın o zaman, ben de sanıyorum ki kanıt falan toplamaya çalışıyor. Elena’nın yediği haltlar da ortada ama Mia’nın bu kadar masummuş gibi davranması inanılmaz bir şeydi. İkisinden de bir halt olmaz. Tiksindim resmen.
Bebe ile anlaşılıp zaman zaman çocuğunu görme hakkı verilse fena olmazmış diyordum ama gitti sonda çocuğu kaçırdı, umarım bir an önce yakalanır. Aslında Linda savunmasında anne olabilmek için illa da kan bağının olması gerekmediğini çok güzel açıkladı. Dizinin ya da kitabın bu konuda neden bu kadar sert davrandığını da anlamıyorum. Bu mahkemelerde Bebe gibiler hep kaybeder sözü doğruydu ama iş nasıl oldu da bakın zenginler yine kazandı muhabbetine geldi. Sanki Linda çok kötü, anne olmaması gereken zengin bir züppenin biriymiş gibi muamele edenler oldu. O kadar da değil insaf ya! Bu dizi harbiden sinirlerimi bozdu.
Joshua Jackson keşke bu diziye girmeseymiş yan rolde çok pasif kaldı diyordum ki neyse ki mahkeme sahnelerinde parladı, onu görmek güzel.
Neyse en azından ileride Kerry Washington projesi gördüğümde ne yapacağımı biliyorum artık
Her neyse genel olarak merak ettiren kendini izlettiren bir dizi, milletin bahsettiği ergen dramaları beni de bıktırttı ki çocukların olduğu sahneleri bir noktadan sonra sardırdım felan. İzlediğime pişman değilim ama devamı olursa bakmam büyük ihtimal.