Philippa Gregory’yi duyanınız ve hatta kitaplarını okuyanınız vardır. Özellikle dönem draması ve kadın merkezli hikayeler kaleme alan yazar, Tudor ve Güllerin Savaşı serileriyle biliniyor. A.B.D.’nin kablolu kanallarından Starz da birkaç yıldır bu seriye ilgi gösteriyor. 2013’te ilk olarak Güllerin Savaşı serisinin üç kitabından uyarlanan The White Queen ekrana geldi. 2017’de aynı isimli romandan uyarlanan The White Princess yayınlandı.

Diğer dizilerin gördüğü ilgiden memnun kalan kanaldan üçüncü dizi için onay çıktı. Bu sefer de serinin The Constant Princess (Mahkum Prenses) ve The King’s Curse (Kralın Laneti) romanları kullanıldı. Dolayısıyla hikayenin merkezinde İngiliz Kraliyeti’nin önemli figürlerinden Aragonlu Katherine ve Margaret Pole yer alıyor. Bu diziyi de diğer ikisi gibi Emma Frost hazırladı. 5 Mayıs’ta başlayan sezon 8 bölüm sürecek.

Konusu:

İspanya Prensesi Aragonlu Katherine’in ve küçükken görücü usulüyle evlenmesine karar verildiği Galler Prensi Arthur‘un evliliğinin zamanı gelmiştir. Katherine, ileride bir gün kral olacak Arthur’la evlenmek ve günün birinde kraliçe olmak için nedimeleriyle birlikte Londra’ya gelir.

Hanedanlığın başındaki Kral VII. Henry, Yorklu Elizabeth olarak da bilinen Kraliçe Elizabeth (Beyaz Prenses / The White Princess) ve Kral’ın kontrolü seven annesi Margaret Beaufort (Kızıl Kraliçe / The Red Queen), evliliğe İspanya ile ittifak ve stratejik bir ortaklık gözüyle bakmaktadırlar. Diğer yandan da Prenses Margaret “Meg” Tudor‘un Fransa’nın varisiyle olan evliliğini ayarlamaktadırlar.

Katherine saraya vardıktan sonra yolu ve kaderi hikayenin diğer iki ayağı Margaret Pole ve Arthur’un kardeşi York Dükü Henry ile kesişir. Maggie, Plantagenet ailesinden birisi olduğu için varlığı Tudor ailesi için bir tehdit olsa da ailenin sadık destekçisi Sör Richard Pole‘la evlenmiş ve böylece daha sakin bir hayata kavuşabilmiştir. Ancak ne kendisi ne de kuzeni Elizabeth geçmişte olanları unutmamıştır.

Maggie, gün geçtikçe Katherine’in koruyucusu ve yakın arkadaşı olma yolunda ilerlerken taht sırasının kendisinde olmamasının rahatlığına sahip olan yakışıklı ve biraz hovarda Henry de benzer şekilde Katherine’in hayatında daha fazla yer edinmektedir. Katherine’in saraya varışının devamında yaşananlar başta Katherine olmak üzere bahsi geçen ve hatta geçmeyen pek çok kişi için elbette beklendiği gibi gitmiyor. Büyük bir hayatta kalma, güç ve aşk savaşı başlıyor.

Not: The Spanish Princess’taki karakterlerin bir kısmı The White Princess’ta ve hatta The White Queen’de de bulunuyor. Ancak karakterleri her dizide farklı biri oynuyor, dolayısıyla buradakiler de farklı.

Not 2: Bu diziyi izlemek için diğer dizileri izlemeniz şart değil. Ama diğer dizileri izleyenler detaylara biraz daha vakıf olurlar.

Not 3: Diziyle ilgili daha önce bu yazının altında yorum yapılıyordu.

Not 4: Dizinin sezonu yayın öncesi bir bölüm (7) hariç internete sızdı. Hatta sezonu yarılayarak bir bölüm öne geçince bu yazıya giriştim ve yazı yayına girdiğinde dizinin henüz üç bölümü yayınlanmış durumda.

Philippa Gregory’nin kitapları ve anlatımı ilgimi çekiyor. İlk dizi zamanı konu olan kitapları merak edip okumuştum ama The White Princess’ta ve The Spanish Princess’ta yapmadım. Gerçi diziler yaşanmış tarihin genel çerçevede üstünden geçen olaylara sahip ve  öğrenmesi zor değil haliyle. Genel kültürü geçtim, özellikle sağı solu kurcaladığım zamanlar da oluyor.

Sizin de bildiğiniz şeyler olabilir ama dizinin sürprizlere açık olması sebebiyle bunun seyir zevkini kötü etkilediğini pek düşünmüyorum. Katherine, Henry ve Maggie üçlüsüyle benim ilgimi şimdiye kadar korumaya başladılar. Ayrıca hikayede bu daha bilindik isimlerin dışında Katherine’in siyah nedimesi Lina’nın ve Prenses Margaret’ın da kendilerince bir ağırlığı bulunuyor.

Kadrosunda önceki iki diziye göre daha az tanıdığım oyuncu var sayılır, hatta başrol Charlotte Hope‘u Game of Thrones’ta izlediğimi anca IMDb’ye bakınca fark ettim. The White Princess’te de olan karakterleri canlandıran oyuncuları bulurken önceki dizinin oyuncularına benzemesi için uğraşmışlar gibi. Laura CarmichaelRebecca Benson‘da iyi iş çıkardıklarını düşünüyorum. Kraliçe Elizabeth biraz tuhaf kaçmış açıkçası.

Kral’ı oynayan Elliot Cowan‘ı beyazlamış saç/sakal falan başta resmen tanıyamadım. Adamı Da Vinci’s Demonds’tan beri izlemediydim. Henry’yi oynayan Ruairi O’Connor‘ı Delicious’tan da seviyorum zaten, yalnız saçlarındaki boya gözüme battı biraz. Ona da diziye devam ettikçe alıştım sayılır.

Eğer İngiliz Kraliyeti’ne, Tudor ailesine veya Philippa Gregory’nin eserlerine ilginiz varsa, dönem dramaları ilginizi çekiyorsa bir deneyebilirsiniz. Dizi, genel olarak böyle. İyi seyirler.