So Long, Marianne: Bir Şarkının ve O Şarkıya Konu Olan Aşkın Hikayesi — Tanıtım
4 yorum pirate 03 Ekim 2024 08:41
So Long, Marianne, bir şarkının ve o şarkıya konu olan aşkın hikayesi. (Diziyi izlemeden önce genel hatları merak edenler linke tıklayabilirler.) Kanadalı yazar, şair, söz yazarı ve de müzisyen Leonard Cohen‘in 1967 yılında çıkan ilk albümünde yer alan ve de 1960’lı yılların en çok beğenilen şarkıları arasında gösterilmiş olan bir şarkı So Long, Marianne.
Kanada’nın Crave ve Norveç’in NRK kanalı, yazımıza konu olan dizinin prodüksiyonuna 2023 yılı ilkbaharında başlamışlar. Montreal, Oslo ve Hydra isimli Yunan adası başta olmak üzere pek çok yerde yapılmış çekimler. İlk olarak 2024 yılı ilkbaharında Series Mania Televizyon Festivali’nde gösterilmiş dizi.
Crave’de 27 Eylül’de çift bölümle başladı dizi. Sezon, 8 bölüm uzunluğunda. NRK ise 21 Eylül’de yayınlamaya başlamış ve hali hazırda 6 bölümü geride kalmış durumda.
Crave Fragman – NRK Fragman
Øystein Karlsen (Dag, En Natt, Whitstable Pearl, Exit), Ingeborg Klyve ve Tony Wood, dizinin yaratıcıları konumundalar. Bölümlerin yarısını Karlsen, yarısını Bronwen Hughes yönetmiş.
Leonard Cohen, Kanadalı, Yahudi bir ailenin çocuğu. Üniversite öğrenimi için ABD’ye gitmiş. Oradaki eğitim-öğretim konusundaki yaklaşıma uyum sağlayamayınca sıkılıp bırakmış üniversiteyi. Sıkça depresyona giren biriymiş. Sanatçı ruhu sıradan işlerde günler geçirmesine pek izin vermese de annesinin hatırına 1 sene kadar bir fabrikadaki sıradan bir işe şans vermiş üniversiteyi bırakıp memleketine döndükten sonra Leonard. Fakat ruhu iyice çekilince Londra’ya kaçmış. Sürekli yağan yağmur ve etraftaki mutsuz insanlar derken orada da mutlu olamamış Leonard. Londra’da 6-9 ay arası kaldıktan sonra Londra’da tanıştığı tek mutlu insan olarak tarif ettiği kişi bir Yunan olduğu için Atina’ya atmış bu kez de kendini. Birkaç ay sonra da Hydra adasına geçmiş oradan. 1960 yılında Hydra’ya gelmesiyle hikayemiz başlıyor.
Karaktere Alex Wolff hayat veriyor.
Geçelim Marianne Ihlen‘e. 1958 yılında Axel Jensen isimli bir yazarla evlenip ailesini ve ülkesini terk ediyor Marianne. 2 seneye yakın Avrupa’nın çeşitli şehirlerine seyahat eden çift, 1960 yılında Leonard’ın adaya gelişinden birkaç ay önce Hydra’ya geliyorlar. Axel, fazlaca çapkın ve ben merkezci bir adam. Marianne bu durumu geç de olsa idrak ettiğinde ise ikili arasındaki ilişki çatırdamaya başlayacak.
Marianne karakterinde The Last Kingdom, Ondskan ve A Storm for Christmas gibi dizilerle tanınan Thea Sofie Loch Næss‘i izleme şansı elde ediyoruz. Axel rolünde ise Ragnarok, Fenris ve Jordbrukerne gibi dizilerden hatırlanabilecek Jonas Strand Gravli karşımıza çıkıyor.
Fringe, The Newsreader, Secret City ve Mindhunter gibi dizilerle tanınan Anna Torv, Leonard’a bir odasını açacak olan Charmian Clift isimli Avustralyalı bir kadına hayat veriyor. 3 çocuklu, özgür ruhlu bir kadın Charmian. Kendisi de kocası da bir yazar. Çift, Hydra’ya geleli uzun yıllar olmuş.
Charmian’ın kocası George rolünde Preacher, Powers, Game of Thrones ve Peaky Blinders gibi dizilerden anımsanabilecek Noah Taylor karşımıza çıkmakta.
Bolca yabancı yaşarmış bu adada. Yazarlar, şairler, ressamlar buraya gelip bohem bir hayat sürerlermiş. Charmian’ın anlattığına göre ucuz sayılabilecek bir yermiş aynı zamanda Hydra. Threesome dizisinden anımsanabilecek Simon Lööf‘ün karakteri İsveçli Göran da bu bohem yazar grubunun bir başka üyesi konumunda.
Macha Grenon‘ı Leonard’ın annesi Masha rolüyle izliyoruz.
Kadroda ayrıca Peter Stormare, Sophie Simnett, Ben Lloyd-Hughes ve Éric Bruneau gibi isimler mevcut.
Yukarıda saydığım 3 dizide de izlediğim Thea Sofie Loch Næss’i pek bir beğenirim. Bu dizide olması da çok büyük bir artı oldu benim açımdan diziyi sevmem adına. Ama ondan da bağımsız bir şekilde çok hoş bir ilk bölüm izlediğimi söyleyebilirim gönül rahatlığıyla. Kendisini pek izlemedim daha önce ama Anna Torv’un varlığı da güzel bir baharat olmuş bu arada. Hydra da başlı başına güzel bir arka plan konumunda ayrıca. Bir şansı hak ediyor gibi görünmekte kısacası dizi.
yorumlar
Güzel bölümdü yine. 6 aylık bir zaman atlaması yapmışlar son bıraktığımız noktadan. Zaman çizgisinde düz ilerledik bu bölümde ama sonrasında. Yani flashback sahneleri yoktu. Sophie Simnett de Patricia isimli, genç ve çekici bir ressam rolüyle giriş yaptı.
Leonard ise atlama yaptığımız 6 aylık süreçte Charmian ile düzüşmüş. Kendi başlattığı yasak ilişkiyi kendisi bitirdi Charmian. Sonra tekrar geri istedi ama haklı bir şekilde reddi yedi. Şimdi de gereksiz triplerde. Leonard da yer yer baya bir dağıttı tabii. Var bunun kafada da bir sorun Axel misali. Marianne, Norveç’teyken her gün dönüşü için vapur yolu gözledi bizim manyak şair. Henüz birleşemedi bizim ikili ama bir sonraki bölümde vuku bulur herhalde.
S01E03
Kadını ne hale sokmuş zırtapoz! Kırılmadık, ezilmedik, parçalanmadık yeri kalmamış. Yaşayan ölü gibi bir şey olmuş.
Kolay olmadı. Çok da uzun sürdü. Beklerken sabır taşı olsa çatlardı belki ama Leonard zarafetle bekledi. Bekledi, bekledi, bekledi … Ve nihayet …
Marianne aslında içten içe bir maço istese de ya da maçoya ihtiyaç duysa da hayatında bir romantiğe teslim oldu.
Leonard’daki çirkin özgüvenine de bir parantez açmak lazım tabii. Shameless’taki Lip misali çirkin karizması denen şey de yok aslında bunda ama fütursuzca bir özgüven de var yani. Kibarlıkla ve dinginlikle çevrelenmiş bir özgüven.
Kıyamıyorum; 2x hızla izleyemiyorum bu diziyi. 1.5x ile usul usul, andan keyif ala ala yol alıyorum. Türkçe altyazıyla dizi izlerken pek yaptığım bir adet değildir aslında bu. Nadiren, sadece kıymet bilmem gereken, ruha geçen işlere uyguladığım bir tarifedir.
Diziyi izlerken orda olmayı canım çekiyor. Bir zaman makinesine atlayıp o tarihe, o adaya yol alasım geliyor. Buram buram huzur ve melankoli kokuyor. Zamanının ötesinde bir ideallik de mevcut. İnsanın ömrünün geri kalanını orada bu tarz bir insan profilinin çevreleyiciliğinde geçiresi geliyor.
Bu diziye erişim de kolay değil maşallah. Bizim yerli kaynaklı sitelerde 3 bölüm ekli. Yabancı kaynaklı sitelerde de 2,3 şeklinde durum. Crave hızında da gitmiyorlar. Öyle olsa 5. bölüm ekli olurdu şu an. NRK’da tüm bölümler tamamlandı çoktan. Bir babayiğit çıksa oradan da alıp servis edebilirdi pekala. Beklemeye devam kısacası.
Sonradan Ek: Ayın 20’sinde bölümler de İngilizce altyazılar da gelmiş ful.
S01E04
Bölümün 2/3’si Marianne ve Leonard’ın arabayla Avrupa yolculuğu şeklinde geçti. 1/3’inde ise Norveç’teydik. Yolculuk kısmının daha dolu dolu, daha eğlenceli geçmesini beklerdim açıkçası. Kötüydü diyemem tabi ama sönük kaldı. Norveç tasviri de cidden iç karartıcıydı. O kadar Norveç dizisi izledim ama buradaki kadar iç karartıcı bir tasvir izlemedim.
S01E05
Bu bölümü de Kanada’da geçirdik. Hydra denklemin içinde olmadığında Marianne ve Leonard aşkı çok eksik kalıyor. Bundan sonra Hydra da kurtarıcı olamaz ama çünkü tükettiler birbirlerini.
Marianne’i hak etmiyorsun sen Leonard. Norveç’te yaşadığını Marianne’e Kanada’da yaşattın resmen. Hem de daha ilk günden başlayarak. Sonrasında daha da öküzlestin. Ve o acı kaybın üstüne kurduğun o umursamaz cümleler… Orada senin üstünü tamamen çizmeliydi Marianne. Bu hak etmediğin 3. şansı vermemeliydi.
S01E06
Gidenler ve kalanlar …
Kalan aynı kalır mı?
Giden aynı döner mi?
Emanet aynı şekilde teslim edilir mi?
Aşk uzun ayrılıklara direnir mi?
S01E08 FİNAL
İlk 3 bölümlük süreç mükemmel geçti. Sonraki 3 bölüm ‘Eh işte!’. Son 2 bölümü ise bolca atlaya atlaya geçtim desem yeridir. Özellikle de bu son bölümü. Bu diziyi daha iyi uğurlamak isterdim.