Man In An Orange Shirt — Tanıtım
4 yorum rpdi 10 Ağustos 2017 17:02
Gözden kaçırmış olabileceğiniz İngiliz yenilerinden BBC Two yapımı Man In An Orange Shirt‘ü tanıyalım:
Birer saatlik iki bölümden oluşan mini dizinin 31 Temmuz’da ilk, 7 Ağustos’ta 2. bölümü yayınlandı. Çok satan kitaplara imza atan İngiliz yazar Patrick Gale’in romanından uyarlanan dizi, eşcinsel temalı bir hikayeye sahip.
İngiltere, eşcinsel ilişkinin artık suç sayılmayışının 50. yılını kutladı. Bu dizi de bu konuya dair bir şeyler söylüyor. İlk bölüm 1940’lı yıllarda, 2. bölüm ise günümüzde geçiyor. Benzer şeylerin yaşandığı iki hikaye, bir tablo ve bir aile sırrıyla birbirine bağlanıyor.
Konusuna bakacak olursak…
1944’te, 2. Dünya Savaşı kaosunun ortasında İngiliz Ordusu’ndan Yüzbaşı Michael Berryman, Güney İtalya’dan gelen sanatçı Thomas March ile tanışır. Thomas, aralarına savaş fotoğrafçısı olarak katılmıştır. Genç nişanlısı Flora’nın onu beklemesine rağmen muhafazakar Michael, kendini Thomas’ın farklı yaşamının cazibesine kapılmış olarak bulur.
Savaş bittikten sonra, Thomas’ın gözlerden ırak kulübesinde biraz daha zaman geçirirler. Bir çift olarak kısa bir süreliğine de olsa farklı tecrübeler edinirler. Thomas, “Turuncu Gömlekli Adam” adını verdiği, Michael’a ait bir portre çizer. Sonrasında Michael, Flora’yla evlenmek ve planladıkları aileyi kurmak için oldukça değişen Londra’ya döner. Thomas ise eşcinsel bir adam olarak daha özgürce yaşayabileceği Soho’da kalır.
Michael ile Thomas’ın geçmişte yaşadıkları, bundan sonrası için de onları tatmin edecek derecede yeterli olacak mıdır? Yoksa geleneksel evliliğin baskıları, 1940’lar toplumu ve kanunlara rağmen aşklarını sürdürecek bir yol bulabilecekler midir? Şimdi bir anne olan ve gerçeği fark eden Flora, ailesini daha ne kadar süre bir arada tutabilecektir?
Günümüzde geçen hikaye ise 34 yaşındaki veteriner Adam’ı merkezine koyuyor. Michael’ın torunu olan Adam, ilişkilerini duygusal bağdan kaçarak, akıllı telefon uygulamalarında tanıştığı adamlarla tek gecelik yaşamayı tercih etmektedir. Bir gün biriyle tanışır ve artık değişmesi gerektiğini düşünmeye başlar.
Ana karakterleri canlandıran oyuncular şu şekilde:
1. Bölüm: Oliver Jackson-Cohen (Mr. Selfridge, Dracula), James McArdle, Joanna Vanderham (One Of Us, The Paradise), Laura Carmichael (Downton Abbey), Adrian Schiller (Victoria), Frances de la Tour.
2. Bölüm: Vanessa Redgrave, Julian Morris (Hand of God, Pretty Little Liars), David Gyasi (Containment), Angel Coulby (Merlin)
Man in an Orange Shirt amacına hizmet eden bir dizi olmuş. Yani günün anlam ve önemine dair mesajlarını gayet açık ve net veriyor. Yalnız iki bölümde hemen toparlamaya çalışmasından mıdır (gerçekten izlediğim temposu en yüksek İngiliz dizisi olabilir) yoksa zaten eldeki metnin sınırlı potansiyelinden midir bilmem, türün pek basit ve sığ bir örneği olarak kalıyor. Madem 50. yılı kutluyorsunuz, artık bu türe ait daha sağlam işlerle gelin demek geliyor insanın içinden. Yine de gayet güzel performansları, özellikle ilk bölümde bırakabildiği etki ile izlemeye değer bir iş olduğunu düşünüyorum. Zaten iki saatçik bir şey.
İzleyecek olan herkese iyi seyirler…
Fragman:
yorumlar
Ben bunu tv filmi sanıyordum. O yüzden takvime almamıştım hatta. İyi bari.
Sonradan ek: Aaa almışım yahu. Ayakta uyuyorum.
İlk fırsatta izleyeceğim bu diziyi. Yazı için teşekkürler @rpdi.
İlk bölüm fazlasıyla tatmin ediciydi. Eşcinsel ilişkinin yasaklı hatta hapis cezası ile cezalandırıldiğı zamanlarda gwçen güzel bir aşk hikayesiydi. İkinci bölüm artık herşeyin özgür yaşandığı zamanda, insanların ciddi bir ilişkiden ziyade sanal ortamda tanışıp buluştuklarıyla yaşadıkları ilişkilerin anlamsızlığı üzerine kuruluydu.
Her iki bölümde olayların ortasındaki kadının dramını da iyi verdiklerini düşünüyorum. Elimde değil ne zaman böyle hikayelerle karşılaşsam Brockback Mountain’de ki Michelle Williams rolü aklıma geliyor. Tabi öyle bir performans beklemeyin:))
Son olarak ilk bölümü daha çok sevdim.
Geçen gün bir ara aklıma düştü yeniden ve arayıp bölümleri buldum. Zaten 2 bölümlük sezon, dün akşam izleyip tamamladım.
* Ben de ilk bölümü daha fazla sevdim. Brokeback Mountain’ın iyi denebilecek bir versiyonunu da bunlar sundular. Oliver Jackson-Cohen‘i izlemeyi de seviyorum zaten.
İkinci bölüm ilkinin (haliyle) altında kaldı. Günümüz versiyonu da kendi derdini anlattı aslında ama biraz daha iddialı ve farklı işlemelerini tercih ederdim. Bunun daha iyilerine de tanık olduk sonuçta. Kadınlarla ilgili kısımlar da beklediğimi verdi bu arada. Diziyi aradan çıkardığıma sevindim.
* Merlin bittiğinden beri neredeyse 10 sene olacak. Angel Coulby, en az tek sezonluk hiç değilse 5-6 dizide oynamış ama bunca seneden sonra bu dizideki konukluğuyla yeniden karşılaşmış olduk.
Onun dışında Pretty Little Liars sonrası Julian Morris‘le yeniden karşılaştık. The Morning Show’a da konuk olmuş güya ama hatırlamıyorum. Bir ara 2.5 hafta önce yayınlanan Hallmark filmine bakayım unutmazsam.
Ayrıca Ted Lasso’daki Phil Dunster da konuk olarak 2. bölümden çıktı. Karaktere Bruno demişler üstelik.