The Crown – Tanıtım
485 yorum kemal32 30 Kasım 2016 09:00
Daha önce burada, burada, burada ve burada bahsedilen, şu an 90 yaşında olup halen İngiltere Kraliçesi olan II. Elizabeth’in hayatından parçalar seyredeceğimiz Netflix yapımı The Crown’ın 4 Kasım itibarıyla tüm bölümleri yayınlanmış durumda. Netflix ortamında buradan izleyebilirsiniz.
The Crown İngiltere-ABD ortak yapımı, drama türünde, Peter Morgan tarafınca yazılmış ve Left Bank Pictures tarafınca Netlix için yaratılmış bir dizi. Konu itibarıyla İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth‘in evliliği ve tahta geçmesi sonrası 10 yıllık dönem esas alınarak ilk sezon oluşturulmuş, her sezonun yine hayatındaki 10 yılı anlatması bekleniyor. İlk sezonda özellikle saray ve Churchill arasındaki atışmalara yoğunlaşmıştır.
II. Elizabeth Kimdir Tanıyalım
Elizabeth Alexandra Mary, 21 Nisan 1926’da Londra’da, babasının 17. Bruton-Street adresinde bulunan evinde doğdu. Ailesi kendisine Lilibeth olarak seslenirdi. Kardeşi Margaret ile birlikte eğitimini evde tamamladı. Küçüklüğünden beri atlara ve köpeklere özel ilgisi vardı. 2. Dünya Savaşı sırasında tarihlerinde görmedikleri hava akınları dolayısı ile iki prensesi Kanada’ya götürmek istediler ama anneleri kabul etmeyince 1939 yılının Noel’ine kadar İskoçya’daki Balmoral Kalesi’nde kaldılar. Ardından yapımı biten Winsdor Kalesi’ne geçtiler. 14 yaşında iken savaştan korkan çocuklar için BBC Radyo’da program yaptı. Savaş sonlarına doğru Anavatan Ordusu Yardımcı Hizmetleri’nde motorlu araç kullanımı ve bakımı konusunda eğitim gördü.
18 yaşında babasının yurtdışında olmasından faydalanarak yasa değiştirdi ve 1944’te İtalya’yı ziyaret etti. Şubat 1945’te Kadın Yardımcı Bölgesel Hizmeti’ne katıldı. Sürücü ve mekanikçi olarak eğitildi ve beş ay sonra fahri genç komutan olarak terfi etti. 1947 yılında ise Elizabeth İngiltere sömürgelerine ilk gezilerini yaptı.
9 Kasım 1947’de, uzaktan kuzeni olan eski Yunanistan ve Danimarka prensi, Kraliyet Deniz Kuvvetleri teğmenlerinden Philip Mountbatten ile nişanlandığı ilan edildi. Prenses Elizabeth ile Prens Philip, 20 kasım 1947’de Westminster Abbey’de evlendiler; Kral VI. George düğünden önce Prens Philip’i Edinburgh Dükü, Merioneth Kontu ve Greenwich Baronu yaptı. Dizi de evlilik ile açılıyor.
Kocasıyla birlikte çıktığı bir yolculukta, Kenya’nın Sagana kentinde bulundukları sırada, 6 Şubat 1952’de babasının öldüğü ve yerine kendisinin geçtiği haberini alır. 1953 yılında resmi olarak taç giyer ve gerçekleştirilen tören tarihte ilk kez televizyonda yayınlanır. Aynı zamanda babasının yerine İngiliz Milletler Topluluğu’nun başkanı seçilir. Kendisinin 63 yıllık iktidarı döneminde İngiliz Milletler Topluluğu’na dahil olan 25 ülkenin devlet başkanı olur.
Hayatının bundan sonrasını isterseniz dizinin anlatımına bırakalım.
Diziyi anlamak için birkaç tarihi bilgi:
- İngiliz Kraliyet ailesinin 1500 yıllık tarihinde şimdiye kadar 66 hükümdar vardır, bunlardan 6 tanesi kraliçedir. Kraliçelerin yönetimleri İngilizlere hep uğurlu gelmiştir.
- İngiltere’nin altın çağı dendiğinde hemen akıllara I. Elizabeth gelir. Bakire Kraliçe olarak da adlandırılan Kızıl Hükümdar zamanın en güçlü deniz filosuna sahip İspanyolları yenerek gelişimin önünü açmıştır; denizaşırı kolonileşme bu sayede mümkün olmuştur.
- Kraliçe Anne, İspanyollar ve Fransızlar ile olan savaşlarda üstünlük elde etmiş ve Avrupa kıtasındaki başarılarını İskoçya ile birleşerek perçinlemiştir.
- Öncelikle aşk hep önemli olmuştur bu ülkede. Öyle ki VIII. Henry, Anne Boleyn ile evlenebilmek için Papa’yı tanımamış, kiliseyi kendisine bağlayarak yeni bir mezhep yaratmıştır. Aşk için koca bir ülkeye yeni bir inancı zorunlu kılınmıştır.
- Güneşin batmadığı ülke dendiğinde ise Victoria akla gelmektedir. Yenilikçi yapısı sayesinde gelişen teknolojik gelişmeler ülkeyi dünyanın lideri haline getirmiş ve dünya topraklarının 3’te 1’ine sahip olmasını sağlamıştır.
- Ülkede yönetim biçimi anayasal monarşi olarak kabul edilmiştir. 17. yüzyıl ile başlayan ve hükümdarların yetkilerini sınırlayan anayasal reformlar dolayısı ile krallığın şimdiki varlığı sadece semboliktir. Kraliçe yönetimin görünen yüzü olmakla beraber yürütmenin başı hükümdarın adına ülkeyi yöneten kabine ve başbakandır.
- İngiliz Kraliyet ailesi dünyada en uzun hüküm sürmüş ailedir ve bu geleneği devam ettirmek için kurallar ile bağlanmıştır. Mesela sadece kraliyet ailesinin evlilik düzenlenmesi ile ilgili kanunları mevcuttur.
Dizinin Konusu ve İlk İki Bölüm Özeti
Elizabeth, -tahtın varisi amcası VIII. Edward olduğundan- yönetime geleceğini hiç düşünmez ve rahat bir çocukluk geçirir. Amcası, ABD’li Wallis Warferd Simpson ile evlenebilmek için tahttan çekilmiş ve birden hayatı altüst olmuştur. Babası VI.George tahta oturunca babasından sonraki varis durumuna gelmiştir ve özel eğitim almaya başlamıştır.
Uzaktan kuzeni Philip ile evlenir ve eşinin görevi dolayısıyla iki çocukları ile birlikte Malta’da yaşamaya başlarlar. Babasının hastalanması dolayısı ile devlet işlerine yardım etmek için saraya dönerler. Babası, hastalığının kanser olduğunu öğrenmesi ile birlikte Lilibeth’in devlet işlerine daha çok karışması ve öğrenmesi için onu destekler.
1949 yılında babası VI. George, yeni kurulan İngiliz Milletler Topluluğu‘nun ilk başkanı olur ve oraya giren ülkelerin anayasaları monarşi olarak kabul edilir. Normalde babasının çıkması gerektiği bu uzun yolculuğa kralın hastalığı nedeni ile kendisi ve eşi katılır. Kenya’nın Sagana kentinde bulundukları sırada, 6 Şubat 1952’de babasının öldüğü ve yerine kendisinin geçtiği haberini alır. Yönetime geçmesi ve Winston Churchill ile toplantılara başlaması gecikmeyecektir.
Oyuncu Kadrosunu Tanıyalım
Elizabeth II
Kraliçeyi oynayan Claire Foy, 16 Nisan 1984’te Stockport, İngiltere’de doğmuş ve 164 cm boyunda. Liverpool John Moores Üniversitesi’nde drama eğitimi almış. Yine oyuncu olan Stephen Campbell Moore ile 2014 yılında evlenmiş. 2015 yılında kızları olmuş. Wolf Hall dizisinde Anne Boleyn karakterini canlandırmış. Crossbones ve Upstairs Downstairs dizilerinden tanıdık gelebilir.
Philip, Edinburgh Dükü
Kraliçe’nin eşini oynayan Matt Smith, 28 Ekim 1982’de Northamptonshire, İngiltere’de doğmuş ve 182 cm boyunda. Herkesin tanıdığı rolü ile 11 numaralı Doktor.
Dizide kraliçenin gölgesinden sıkılmış, kendini bulmaya çalışan, denizci ama aslında uçmayı seven biri olarak karşımıza çıkıyor.
Winston Churchill
İngiltere başbakanı ve yürütmenin başı, savaş kahramanı karakteri ile Amerikalı oyuncu John Lithgow epey etkileyici sahnelere sahip. İngiliz gelenekleri ve genç kraliçe arasında bolca sorunla uğraşıyor. Sanatçı 19 Ekim 1945’te Rochester, New York’ta doğmuş ve 193 cm boyundadır. Deneyimli sanatçı ile bir şekilde mutlaka karşı karşıya gelmişsinizdir. Mesela Dexter desem “Hoop, ispiyon etme” dersiniz.
Kral George VI
Elizabeth’in babası rolü ile Jared Harris karşımıza geliyor. 24 Ağustos 1961, Londra doğumlu ve 182 cm boyunda. 1980 yılında Amerika’da bulunan North Carolina Duke Üniversitesi’nde drama dersleri almış. The Expanse, Mad Men, Fringe ve The Riches, biz dizicilerin tanıyor olabileceğimiz yapımları olsa da gişe hasılatı yapmış bolca filmde de yüzünü görmüşsünüzdür.
Dizide kral karakterinden çok sevecen bir baba rolünde, kızı için en iyisini isteyen ve aileyi ön plana çıkaran bir insan.
Prenses Margaret
Kraliçenin kardeşi rolü ile Vanessa Kirby… 18 Nisan 1988 yılında Wimbledon, Londra’da doğmuş. 170 cm boyunda ve Exeter Üniversitesi’nde Tiyatro bölümünü bitirmiş. Jupiter Ascending gibi bilindik birçok yapımda oyunculuğu mevcut.
Dizide kraliçenin uçarı kız kardeşini canlandırıyor. Yasaların tasvip etmediği gayri meşru bir ilişki ile bolca gündeme geliyor ve tahtı zor durumda bırakıyor. Seçtiğim fotoya bakmayın; şahsen dizide güzellliği ile beni büyüleyen bir oyuncu oldu.
Kraliçe Anne Elizabeth
Lilibeth’in annesi rolü ile Victoria Hamilton‘ı izliyoruz. 5 Nisan 1971’de Wimbledon, Londra’da doğmuş ve 163 cm boyunda. Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’ni bitirmiş bir yazar. 2008’den beri Mark Bazeley ile evli.
Dizide eşi kral iken sahip olduğu kraliçelik ünvanını ve şöhreti özleyen, kızına sadece basit olmayı öğreten, kendisi de basit birini canlandırıyor.
Windsor Dükü
Dizide sevdiği kadın için krallıktan feragat etmiş Elizabeth’in amcası rolü ile Alex Jennings karşımıza çıkıyor. Kral ünvanı ve getirdiği sorumluluklardan kaçarak kardeşine tüm zorlukları bırakması ile ailenin öfkesini karşısına almış durumda.
Oyuncu 10 Mayıs 1957, Essex İngiltere doğumlu ve 188 cm uzunluğunda. İşin en ilginç yanı neredeyse aynı zaman diliminde yayınlanmış Victoria dizisinde Belçika kralı ve kraliçenin dayısını oynamış olması.
Ayrıca:
Peter Townsend rolü ile Ben Miles, kraliçenin kardeşi Margaret’in yasak aşkı ve kralın emir subayı olarak karşımıza çıkmakta.
Anthony Eden rolündeki Jeremy Northam ise kabinede başkan yardımcısı ve kraliçenin Churchill sonrası başbakanı rolü ile karşımıza çıkıyor. Özellikle kardeşinin Townsend ile olan evlenme süresinde yaşanan skandal ile ilgili önemli sahneleri mevcut.
Karakterler ve gerçekleri ile olan uyumu:
Tırıvırı Bilgiler
- Dizi, Netflix’in ilk sezon için bugüne kadarki en pahalı yapımı. The Get Down toplam harcamada halen üstte olsa da 2. sezonu düşündüğümüzde en pahalı yapımın bu olduğu kesinleşecek.
- Henüz hükmü devam etse de artık 90 yaşında olan kraliçenin taç giyme töreninden beri 60 yıl geçtiği için her bir sezonun 10 yıl olarak işlenmesi ve toplamda 6 sezon çekilmesi, Peter Morgan tarafınca planlanmış.
- Kralın bir konuşması Oscar ödüllü film olan “The King’s Speech” yapımından alıntıdır.
- İngiltere’de başbakan ikametgahı olan ünlü 10 Downing Street’teki kapı, John Lithgow’ın uzun boyu nedeniyle daha uzun olarak gösterilmiş.
- John Lithgow, Amerikalı olduğundan Winston Churchill rolü için İngiliz aksanı eğitimi almıştır.
- Alex Jennings ilginçtir ki yine Peter Morgan’ın elinden çıkan 2006 yapımı The Queen‘deki rolüyle, yine bir kraliyet üyesini canlandırmıştı.
- Claire Foy, gerçek hayatta Vanessa Kirby’den 4 yaş büyüktür. Tesadüf o ya, karakter olarak da Elizabeth, Margaret’tan 4 yaş büyüktür.
- Çekimler sırasında Claire Foy’un kızı henüz 6 aylıktı ve devamlı olarak süt verip bebeğini beslemesi gerekiyordu.
- “Rogue One: A Star Wars Story” ve “The Theory of Everything” oyuncusu Felicity Jones, aslında Claire Foy yerine düşünülüyordu.
- Matt Smith, Doctor Who’nun ‘The Wedding of River Song’ bölümünde Winston Churchill’ın akıl hocası rolündeydi.
Kendi notlarım:
Son birkaç yıldır tesadüf eseri hep İngiliz kraliyet ailesi hakkında film ve diziler izledim. Yapı itibarı ile bir tarihi yapım izlemişsem hemen yazılı kaynaklardan olayları doğrulama hissiyatı duyar ve araştırmaya başlarım. Hatta tarihi bir yapım izleyeceksem ilk bölüm sonrası tarihi gidişatı öğrenirim ve dizi/filme devam ederim. Neticede son zamanlarda İngiliz tarihi ile bolca haşır neşir oldum.
En son izlediğim yapım ITV kanalından çıkma Victoria idi. Elbette ister istemez The Crown’ı izlerken karşılaştırmak durumunda kaldım. Victoria dönem olarak neredeyse 2. Elizabeth döneminden 100 yıl önce geçtiği için olsa gerek, özellikle saray dış sahnelerindeki özen çok daha göze batıyordu. Bunda iç dekorasyona daha önem verilmiş. Her iki dönem dizisi için çok emek verildiği ve para harcandığı belli olduğundan önerim Victoria dizisini de muhakkak izlemeniz.
The Tudors (2007), The White Queen (2013), Kraliçe Elizabeth (1998), Elizabeth: Altın Çağ (2007), Camelot (2011), Vikings (2013) ilk aklıma gelenler. Kraliyet ailesi ile direkt ilgili olmasa da Downton Abbey (2010), Poldark (2015), Outlander (2014) ve The Pillars of the Earth (2010) de izlenmesi gerekli dönem dizilerinden. Eğer sizin de beğendiğiniz yapımlar var ise mutlaka yorum bölümünde belirtin; bu türü sevenler için güzel bir kaynak oluşturulabilir.
Dizi, tarihi olgusuna uygun hareket etmekte. Oyunculuklar zaten oyuncu seçimlerinden belli olduğu üzere üst düzeyde. Kostüm ve sahnelerin tarihe uydurulması başarılı, para harcandığını ve özenildiğini belli ediyor. Bazı sahnelerde resmen yorum katıldığı belli oluyor; yani aslında basit bir sahne olarak geçiştirilebilecek bir yerin sırf mesaj verme kaygısı ile uzadığına şahit oluyorsunuz. Aslında İngilizler kendi tarihlerini anlatmak konusunda daha başarılı. Oyuncu seçimleri de çoğunlukla adadan seçilmiş olmasına rağmen Amerikan-vari havası sezilebiliyor. Hatta iş kendi başkanları Eisenhower’e geldiğinde olması gerekenden fazla değer verildiği hissiyatı doğuyor. İstediğimiz kadar eleştirelim, 10 bölümün su gibi akıp gittiğini inkar edemeyiz. “Ben iyi bir yapımım” diye bağırdığını da inkar edemem. Türe ilgisi olan herkes izlemeli.
Tanıtım videoları:
Bir eş ve bir anne. Ulusu için. #TheCrown 4 Kasım'da. pic.twitter.com/1avp9JT9GT
— Netflix Türkiye (@netflixturkiye) September 29, 2016
yorumlar
Evet, evet o
neler oldu acaba?
Biriniz bugün bitmeden 8’i de izler umarım.
Malumun ilanı gibi de görüyorum ben bu durumu.
Araya bir film aldım. 11’den sonra 7 ve 8’e bakacağım
sağolsun.
@unfortr Black Books’ta da epey içiliyor
2×08
Bu diziyi seviyorum ya, çevresinde ki kişiler ve olayları da bu kadar düzgün anlattığı için. Jackie’i oynayan oyuncu da en az Natalie Portman’ta olduğu kadar konuşma stilinde başarılıydı.
Bildiğimiz olayları anlatırken bile şaşırtıyorlar insanı. 50 yıldan fazla zaman geçti, 50’den fazla şekilde anlatılmıştır herhalde o bölümdeki. Ama ben vay anasını oldum dün gece.
Bitirdim. En az ilk sezon kadar iyiydi.
Sevdim bölümü. Sezonun şu ana kadarki en iyi bölümü olduğu kesin.
Sonu drama olsa da başlarda bayağı eğlendim aslında.
Elizabeth’in Nkrumah ile dansı, o sırada Martin Charteris’in telefonda ne olduğunu anlattığı yer de çok eğlenceliydi
Elizabeth’in mavi kıyafeti;
Tabii Kenndy’ler işlenince suikasti görmemek mümkün değildi. Yalnız öyle bir sıkıştırmışlar ki, Kennedy’lerin ziyareti 61’de, suikast 63’te olunca, izlerken 2 yıl geçmiş olduğunu hissetmiyor insan.
Jodi Balfour, hiç fena bir Jackie olmamış. Konuşma tarzından, kadının mutsuzluğuna kadar iyi yansıttı Jackie’i. Bizim Dexter da fena değil ama Greg Kinnear kadar Kennedy aksanı yapamamış sanki.
Elizabeth, Jackie’i Windsdor Kalesine çağırdığında, gösterişin bokunu çıkardı. Bir yandan atlı askerler, diğer yandan yürüyen askerler, kaleye girdiğinde ellerinde kılıçla bekleyen askerler, refakatçiler. Ay yani Masaya oturduklarında Elizabeth, reçelden girip yağdan çıktı Kamera özellikle oraya odaklandı.
Ha bu arada, geçen sezon ve bu sezonun ilk bölümlerinde Elizabeth, kendisini ziyaret edenleri uğurlarken çan çalarken, şimdi direk zile basıyor. Zamanla her şey değişiyor
Evet, 1 sezonun daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.
İzlemesi keyifliydi ama ilk sezon her bölümünü bayıla bayıla izlediğim dizinin 2. sezonundan aynı tadı alamadım. Claire Foy ve özellikle de Matt Smith, yine çok iyilerdi ama sorun, ilk sezonda müthiş bir ağırlığı olan John Lithgow’ın, yani Winston Churchill’in yerinin bu sezon doldurulamamış olması. İlk sezona ne kadar etki ettiğini, bu sezonu izleyince insan çok daha iyi anlıyor. Doldurulmayan dev bir boşluk bırakmış Lithgow ve karakteri.
İşin kötüsü ilk sezonun yıldız karakteri Margaret’ın, bu sezon geriye düşmüş olması. Ben daha çok göreceğimizi, ağırlığının artacağını düşünüyordum ama tersi olmuş.
Jared Harris, yine yeri doldurulamayan isim olmuş.
Yine de bu haliyle bile birçok dizinin fersah fersah önünde.
S02E01
• dönüsü güzel olmus. suveys kanali olayinin politik hikayesinin yanisira olay anini biraz daha heyecanlandira/ballandira anlatsalardi guzel olurdu.
• ilk sezonda john lithgow oyunculuguyla döktürdügü churchill karakteri disinda geri kalan herkes/hersey oldugu yerden devam. adamin performansi kesinlikle spin-off hakediyor. elizabeth’ten cok onu izler olmustum.
artik aralik boyu izlerim azar azar, tekrar tekrar
ps: genel bilgi diye dusunuyorum ama emin de degilim, yorumum ispiyon iceriyorsa lutfen uyarin.
S02E04
Günde 1 2 bölüm izliyorum ama üzülüyorum bitecek olmasına. Kraliyet kavramından nefret etsem de o kadar güzel çekiyorlar ki bölümleri hayran kalıyor insan.
4.bölüm dizinini en iyi bölümüydü. Gerçekteki gibi burada da Margaret göründüğü anda parlıyor, bayıldım sahnelerine. Ve tabii ki de Vanessa Kirby
Güzel bölümdü. Sert eleştiriler aşırı hoşuma gitti. Bu eleştiriler yapılırken Kraliçeyi izlemek büyük keyif veriyor.
Böyle sert konularda senaristler ikili oynuyor. Son sahnede biraz daha samimi davrandıklarını da söylemem gerek.
Bir önceki bölüm modern dünyayla ilgili mesaj verip, bu bölümse ikide bir hristiyan öğretisini anlatmaları hiç olmamış, ekstra sıkıcı sahneler vardı. Ayrıca zaten tahmin edilecek meseleyi niye 39. dakikaya kadar saklıyorsunuz, içim şişti beklerken. Neyseki son sahneler ve fotoğraflar tatmin ediciydi.
Yine de bu bölümle bir dengesizlik oluştu. İlk sezon Churchill ve Windsor Dükü’nün yemek sahnesi vardı.
Philip’in Tommy hakkındaki yorumu efsaneydi
Bu sezon Margaret sahnelerine başlarken güzel müziklerle açılış yapmaları
Protokol konusunda çıldırdım izlerken Diziyi izledikçe kraliyete olan nefretim şiddetle artıyor. Aşırı gereksizler.
Dizide beklediğim olay gerçekleşti, Matthew Goode izlemek keyif verse de ne yazık ki
Güzel bölüm olmuş, kıskançlıkları izlemek güzeldi. Özellikle bölümün ilk kısmında çok eğlendirdiler. Michael C. Hall kendini özletmişti.
Philip yorumlarıyla güldürdü. Marilyn Monroe göndermesi beklerdim ama olmadı.
Jackie’nin İngiltere yorumları güzeldi, Elizabeth’i bu kadar pohpohlamalarına da gerek yok. Ciddiye alamıyorum o dönemin İngilteresini. Belki de tarihlerindeki en aciz durumda oldukları dönem (bkz. Mısır)
Jackie sahnelerinde Natalie Portman’ın aksanı aklıma gelip durdu. Son kısım güzeldi ama teamül muhabbeti yapılırken ister istemez sinirlendim.
S02E09
Zaman zaman duygulandıran bir bölüm olmuş. Geçmişinde bu kadar drama varken Philip konusunu işlemek gerekiyordu. Beğendim bölümü.
Yarışma kısmı güzel de 29 kilometre nedir Allah aşkına ?
Charles’ın şu an tatlı, küçük çocuk sahnelerini izliyoruz. Hele bi Prenses Diana sahneleri gelsin
Helena Bonham Carter, 3. ve 4. sezonda Prenses Margaret olarak karşımıza çıkacak.
Ew anlaşmaya yakın diye vermiş haberi. Ama lütfen olsun
Şu diziyi izlerken, kendimi sürekli Claire Foy’a “abla sen n’aptın?” derken buluyorum. Müthiş oynuyo yahu…
Konuya olan ilgisizliğimle 2. sezona da ilk sezondaki gibi lütfen başladım ve yine bu sezon da dizi yükseldikçe yükseldi önümde. O isteksizliğimi öyle güzel ezdi ki böyle utana sıkıla geldim ne güzeldi 2. sezon da demeye.
İşin tarihi boyutunu ne kadar iyi aktarıyorlar emin değilim (ingilizler bu diziyi salllamadığına göre bi bokluk var bi yerlerde diye düşünüyorum) ama izlediğim drama pek güzel. Renkler, dönem(ler), karakterler, diyaloglar, oyunculuklar gayet doyurucu.
Bir de tabii bu sezon izlediğim başrol kadınların içinde şu ana dek benim için en iyisinin Claire Foy oluşu!
2. sezonu bitirdim. İlk bölümleri biraz sönük gelse de, sonradan bir açıldı tam açıldı ve her açıdan çok başarılı bir sezon oldu. İlk sezonun üstüne rahatlıkla çıkabilmiş. Yer geldiğinde yaşanılan olaylar sonucu hüzünlendiğimi söyleyebilirim. Bu dizi benim için okunan bir kitap niteliğinde. Claire Foy bu sezon ödül alsın lütfen.
Matthew Goode güzel yakışmış diziye, eğlendim kendisini izlerken.
Michael C. Hall ı çok özlemişim, görmek güzeldi. Tabii
Bu tahtı bırakan -ismini unuttum şimdi- amcanın sonunun böyle olması iyi oldu, yaptığı şeylere ağzım açık kaldı resmen. Özellikle ilk sezonda onun gayda çalarken gözlerinden yaş geldiği bir sahne vardır. Kendi açımdan dizinin en etkilendiğim sahnelerinden biridir ama bu yaptıklarından sonra gözümde bir değeri kalmadı.
Sonda Philip in skandalı patlar mı diye düşünürken bir şey olmadı. Philip içinde miydi ondan emin olamadım ama bence içindeydi.
Bir de şu eleştiren gazetecinin olduğu bölüm çok güzeldi. Lord Altrincham.
Margaret’e ve Vanessa Kirby’e sevgilerimi yollayım Onun odaklı olduğu bölümler çok güzeldi.
Claire Foy-Olivia Colman değişikliği nasıl olacak merak ediyorum. Helena Bonham Carter Vanessa Kirby’nin yerini fazlasıyla dolduracaktır ama Olivia Colman tip olarak ne kadar oturur bilemedim. Lensle göz rengini ayarlarlar ama o kadına mavi göz gider mi hiç bilemedim.
Neyse, gelsin bakalım yine kaliteli bir şeyler olacağını düşünüyorum. Gelecek sezonda görüşürüz
S02E10 Sezon Finali
20 bölüm arasında en az sevdiğim bölüm bu oldu. Geçmişi irdeleyen 9.bölüm bile güzeldi, sezon finalinde daha fazlasını bekliyordum. Son sahnede Philip’in tepkisi güldürdü, güzel göndermeydi.
Sezon finalini saymazsak 1.sezondan daha iyi bir sezonla geldiler. Bölümleri tek karakter üzerine inşa etme fikri fena değil ama böyle olunca bazı karakterleri yeterince izleyemedik.
Claire Foy ve Vanessa Kirby ekstra iyiydi bu sezon Ayrıca 4.bölüm de dizinin en iyi bölümlerinden biriydi, bana göre en iyisi. Açıkçası kadro değişikliği beni pek heyecanlandırmıyordu ama Helena Bonham Carter haberi beklentimi artırdı.
Sezona Puanım 9/10
Paul Bettany muhtemelen Philip’in yenisini oynamak için görüşmelere başlamış. Anlaşma henüz tamamlanmamış.
Tamam ulan tamam izliyoz zaten, abartmayın artık
Camilla Parker Bowles ve genç Diana üçüncü sezonda yer alacakmış. Diana sonlara doğru.
Yeni sezon 1964-76 arası. Diana da en fazla 15 yaşında oluyor. Asıl Diana sezonu dördüncü sezon, zaten tanışma, evlilik vs. 1980-81 civarı.
Paul Bettany bey Philip olmuyormuş.
Bettany olmadı, Hugh Laurie olsun.
Çok sorry ama lütfen olmasın. Hem o bildiğin beyazladı ya, sarı biri lazım
Boyarız
Daniel Craig’ciyiz…
Konuyu unuttuğumu kendime inandırarak iyice sündürdüğüm ikinci sezona nihayet giriştim. İlk 10-15 dakikalık alışma sürecinden sonra yine içine girdim. Zaten atmosfere kaptırıp gidiverdim. Burada umarsızca Claire Foy övmek istiyorum ama zaten yeterince övülmüş, kadına hayran olmamak elde değil. Matt Smith’in
Allahım 2×04 sanatsal açıdan ne kadar şahane bir bölümdü öyle, izlemelere doyamadım. Işığından görüntüsüne her sahnesi harikaydı. Vanessa Kirby de döktürmüş.
Öte yandan dizi biraz bölük pörçük ilerliyor gibi geldi, şimdi 2×05‘i izliyorum mesela apayrı bir konusu ve kurgusu var önceki bölümlere göre. Bir önceki bölüm de öyleydi. Bir bölümde bunu anlatıp sonra hiç bahsetmeyecekler demek ki. Enteresan geldi. İlk sezon nasıldı hiç hatırlamıyorum ama daha bir bütündü sanki. Bu arada Robin Day’i oynayanın Bertie Carvel olduğunu ta bölüm ortasında röportaj başlarken fark ettim, hoş bir sürpriz oldu. Güzel makyajlamışlar. Altrincham’ı oynayan John Heffernan‘ı da hiç sevmem, Strange & Norrell‘de nefret etmiştim hatta. Carvel’le Heffernan’ın orada da karşılıklı sahneleri vardı. Geçmişe bir gittim güzel oldu.
Yukarıda @abidin77’nin
Bu sezonun eksiklerinden biri bu bence, zaman atlamaları paldır küldür oluveriyor. Bu her sahnenin dolu olmasını sağlıyor ama çokça da afallatıyor.
Neticede bölüm gerçekten güzeldi, Michael C. Hall’u acayip özlemişim, adamın suratını gördükçe ben de sırıttım sürekli. Hey gidi.
Yalnız kraliçenin Mrs. Kennedy hakkındaki düşüncesini tam anlayamadım.
Takdir mi ediyor, acıyor mu yoksa bildiğin kafa göz dalmak mı istiyor?
Sanırım hepsi, tek bir tarafta kalmamışkar.
2×10
Dün gece tamamladım sezonu, ne yazık ki ilk sezon kadar etkileyici olmadığı fikrim değişmedi. John Lithgow’un boşluğu dolmamış. Bu da dizinin yaklaşık yarısı demek oluyor. Claire Foy da tek başına bir yere kadar taşımış. Episodik anlatım da bence pek etkileyici ve verimli değildi.
Önümüzdeki sezon kadronun komple değişecek olması da beni endişelendiriyor. Mesela Claire Foy’dan sonra Olivia Colman nasıl olacak hiç bilmiyorum. Umarım 70’li yıllar İngilizler için siyasi açıdan daha hararetli geçmiştir de konuya çabuk adapte olup oyunculara da hemen ısınırım.
@kerem Sen bu zaman atlamalı anlatıma taktın da bu ilk sezonda da vardı biliyorsun değil mi?
@dkamoy Vardı da bu kadar göze sokmamışlar herhalde ya da ben mi hatırlamıyorum acaba. Bilmiyorum bu sezon acayip battı bana. Her şey bir çırpıda oluverdi.
ilk bölüm çok güzeldi. british royal family tree yazıp biraz öğrendim aileyi. öyle devam ettim. ama çok da gerekli değilmiş hani. bir anda dolusuyla karaktere boğacaklar derken sakin sakin gitti ilk bölüm.
oyuncuları sevdim. diziyi de seveceğim gibi. hele de sezonlar ilerlerdikçe eklenecekleri düşünüyorum daha da mutlu oluyorum. hsonuna kadar ilk sezonu bitirme niyetindeyim.
https://www.youtube.com/watch?v=HCaVyvgomEk
aklıma harry potter daki şu melodi geliyor. bu da içime oturmuştu dinlerken.
Matt Smith, Doctor Who’nun da getirisiyle Claire Foy’dan dizide daha fazla kazanmış ama bir dahakine kimse Kraliçe’den daha fazla almayacakmış.
harika bir sezondu. house of cards gibi bayılmayarak ama kalitesini kabullenerek azar azar izlerim derken aktı gitti sezon. bayaa bayaa downton abbey modunda izledim sezonu. ancak bu kadar sürükleyici olabilirdi. ne çok siyasete gömülüp can sıktılar ne de fazla entrikalara daldılar. hepsi ayarında muhteşem oyunculuklarla kulak pası silen soundtracklerle dolu görsel şölen olmuş.
sevmediğim bir karakter mi olmaz. hepsine bayıldım. gelecek sezonki konuklar şimdiden heyecanlandırıyor. bir yandan da neden milletin gazına gelip başladın ne güzel 6 sezon bitince izlicektin diyorum kendi kendime. haklıymışım da bu kararımda.
yalnız matt smth ünlü bile olsa nasıl en çok parayı almış şaşkınlık içindeyim. sezonun yarısında adamakıllı görünmedi. claire foy un olmadığı sahne yok neredeyse. resmen haksızlık edilmiş. işte cinsiyet eşitsizliğine bir örnek daha. matt smitt in de aman aman bir oyunculuk gösterecek sahnesi olmadı hani. churchill döktürürken, margaret döktürürken anca kabız kabız sahneler… yazık…
3. sezon ne zaman gelcek ya ikinci sezona hemen başlamasam mı?
Anca Kasım-Aralık civarı, bir sene arayla geliyorlar. Tazeyken başla gitsin, sonra ne olacağı belli olmaz.
Daha Filip’i bulamadılar ama sene sonuna doğru gelir muhtemelen.
2. sezon beklentini biraz düşür istersen. Yine seversin ama bence ilk sezonun biraz altında.
Ben para konusunun fazla abartıldığını düşünüyorum.
pfff çok varmış
ikinci sezonu da beğeneceğime eminim ya ben. çünkü karakterlere bağlandım. boş geçse de sezon severim gibi geliyor.