Online izleme devi Netflix, bu yaz Atypical‘ı bizlerle tanıştırdı. İlk sezonu yarımşar saatlik 8 bölümden oluşan komedi-drama türündeki dizi, mutfağında How I Met Your Mother ve The Goldbergs yapımcılarından Robia Rashid’i bulunduruyor.

Tipik Amerikan banliyösünde yaşayan bir ailenin etrafında gelişen dizinin merkezine koyduğu karakter Sam. 18 yaşındaki lise öğrencisi Sam, otizmli. Otizm kavramı tek tanıma sığdırılabilecek bir konu değil. Her birey birbirinden farkı yaşayabiliyor bu durumu. Bizim Sam’in özelliklerinden yüzeyel bir şekilde bahsedecek olursak; aklından geçeni şak diye söyleyen, bazen sinir bozabilen derecede dürüst ve haliyle insan ilişkilerinde sorunlar yaşayan biri. Empati yapmakta zorlanıyor. Birinin ona dokunmasından nefret ediyor. Aşırı gürültüden ve ışıktan rahatsız olması gibi durumlar da yaşamını olumsuz etkileyen şeylerden. En büyük tutkusu Antartika’da yaşayan penguenlere dair araştırmalar yapmak ve etrafındakilere bundan bahsetmek. Bu kadar şeyin üstüne klasik Amerikan liseli gençliğinden “garip” damgasını çoktan yemiş doğal olarak. Bu “garip” şeklindeki tanınırlığını, “normale” çevirmesi gerektiğine dair bir baskı hissediyor üstünde.

Ergen olmanın getirdiği klasik problemler de diğer taraftan yükleniyor. Bir gün, düzenli olarak gittiği terapistinden bu konuya dair bir takım öneriler alıyor: Artık birileriyle çıkmak, aşkı tatmak, seks yapmak gibi. Aşırı korumacı annesi karşı çıkmaya kalksa bile bu iş aklına yatıyor yatmasına fakat bunları nasıl yapacağına dair pek bir fikri yok. İşte bizler de tam buradan itibaren Sam’in aşkı bulma macerasına ve büyüme yolculuğuna tanıklık etmeye başlıyoruz.

Sam’e United State of Tara’da izlediğimiz, başarılı genç oyunculardan Keir Gilchrist hayat veriyor. Diğer karakterlerden de kısaca bahsedersek…

Elsa ve Doug

Otizmli birinin annesi olmak oldukça zor. Yıllardır oğlunun üzerine titreyen, onun özel ihtiyaçlarını için fedakarlıklar yapan Elsa, haliyle yıllar içinde yorgun, gergin ve evhamlı birine dönüşmüş. –1. bölüm sonundan ispiyon!– Yıllar sonra ilk kez kendini düşünmeye başlıyor ve Nick adındaki barmenle bir ilişkiye sürüklenirken buluyor kendini.

Karakteri Weeds, Twin Peaks ve Revenge gibi dizilerde izlediğimiz ama daha çok sinemadan bildiğimiz oyuncu Jennifer Jason Leigh canlandırıyor.


Elsa’ya kıyasla daha rahat ve sakin davranan, Sam’in babası Doug; hala oğluyla tam olarak nasıl yakın olabileceğinin yollarını arıyor.

Bu rolde Boston Public ve Prison Break gibi dizilerde izlediğimiz Michael Rapaport’u görüyoruz.

Casey

Otizmli birinin kardeşi olmak da hiç kolay değil. Özellikle okul saatlerinde Sam’e göz kulak olmak kız kardeşi Casey’e (Brigette Lundy-Paine) düşüyor. Birazcık erkek Fatma, alaycı ve bezgin halleriyle biliyoruz. Atletizm ile ilgileniyor ve bu sayede burs alıp bu şehirden kurtulmak en büyük hayali. Evan [Graham Rogers (Quantico, Revolution)] adındaki, belalı görünen biriyle beklenmedik bir romantik yolculuğa çıkıyor.

Zahid

Sam’in kısmi zamanlı olarak çalıştığı teknoloji mağazasındaki iş arkadaşı Zahid (Nik Dodani), aynı zamanda Sam’in en yakın arkadaşı. Sam’in birçok konuda yardımına koşan, tavsiyelerde bulunan, sevimli şekilde gıcık bir tipleme.

Erkek arkadaşıyla problemler yaşayan Sam’in başarılı terapisti Julia [Amy Okuda (How to Get Away with Murder)] ve Elsa’nın yasak aşkı Nick de [Raúl Castillo (Looking)] ilk bölümde tanıştığımız önemli karakterlerden.

Gelelim biraz da kişisel görüşlere:

Zamanında Brothers & Sisters, Parenthood, 7th Heaven ve daha birçok başarılı aile dizisini izleyenlerin, artık yeni jenerasyon dizilerden de bu tarzda kalbine dokunacak, içini ısıtacak bir aile dizisi aradığını tahmin ediyorum (En azından benim için böyle). Bu yıl This is Us ve Speechless gibi iyi işlerle tanıştık ama bütün bu dizilere kıyasla daha izole bir ana konu üzerinden gitse bile ben tam olarak aradığımı Atypical’da buldum. Ön plandaki herkes iyi yazılmış ve oynanmış. Karakterlerin hiçbiri kusursuz değil ama hepsi çok doğal ve anlayabildiğiniz, hemen bağlanabildiğiniz tipler. Özellikle Keir Gilchrist, ufacık abartmadan tertemiz bir performans gösteriyor.

Yüksek ihtimalle her tür izleyicinin kolaylıkla sevebileceği; mizahı çok yerinde, draması çok yerinde, pek tatlı ve sempatik bir dizi. Fakat muhtemelen o kısacık 8 bölümün hepsi bir oturuşta biteceğinden dolayı diziden ziyade uzun formda bir film izlemiş hissine kapılabilirsiniz. Bu aslında büyük bir sorun. Yani bu aileyle gidecek daha çok yol varken hemen bitip tadını damağınızda bırakıyor. Netflix’in yeni iptal politikası korkutmuyor değil ama bu diziyi çabucak harcayacaklarını hiç sanmıyorum; böyle bir şeye inanmak istemiyorum.

Son olarak seyredecek olan herkese iyi seyirler…